Dünya, geçtiğimiz hafta, Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin bombalı saldırıda öldürülmesi ile gözlerini bu ülkeye ve halen Lübnan’da 14.000 bölük asker bulunduran, Lübnan’ın iç işlerine karışmak ve Hariri’yi öldürmek ile suçlanan Suriye’ye döndü
Sonradan Suudi kralı olan Fahd ile olan yakın dostluğu ona iş dünyasının kapılarını açmak dışında, Lübnan özel hükümet temsilcisi olarak birçok uluslararası konferansta kralı temsil etmesini sağladı. 1980’lerde Hariri, militan gruplar ve Lübnan - Suriye arasında arabuluculuk görevini üstlendi. Ayrıca 1989’da Taif anlaşması ile sonuçlanan ulusal uzlaşma konferansında önemli rol oynadı. Bu anlaşmaya göre Suriye’nin Lübnan’dan geri çekilmesi gerekiyordu. İç savaş sonrası Hariri ülkenin tekrar inşaasında aktif rol oynadı. Bazıları Beyrut’u yıkan militanları Hariri’nin özellikle desteklediğini böylece şehri hem kendi istediği gibi kurup hem de para kazanmayı amaçladığını savundular. Hariri ilk olarak 1992’de başbakanlığa seçildi ve 2003 ekim’inde ayrılmasına kadar 12 yıl boyunca ülkeyi yönetti.Başkanlığı sırasında kendi gibi sünnilerin yanı sıra Maruni, Dürzi, ve Şiilerin de desteğini aldı. Ayrıca, Hariri yoksul Lübnanlı gençlerin okuması ve kültürel değerlerin kaybolmaması için 1979 yılında “Hariri kültür ve eğitim vakfını” kurdu. Bu vakıf birçok okul inşaa etti, yoksul öğrencilere burs verdi, tarihi binaları restore etti.
Hariri’ye yapılan bombalı saldırıdan sonra Lübnan da 3 günlük yas ilan edildi. Muhalefet liderleri, Taif anlaşmasına rağmen ülkede halen 14.000 bölük askerini Lübnanda bulunduran, Suriye’nin sorumlu olduğunu düsünüyor ve Suriye yanlısı hükümetin istifasını istiyorlar. 1990’da iç savaşın bitmesinde yardımcı olan Suriye, 1976 yılından itibaren ordusunu istihbarat ve ekonomik çıkarları için Lübnan’da tutmaya devam ediyor.
Bombalama sonrası saldırıyı daha önce adı duyulmamış Büyük Suriye’de Zafer ve Cihad Grubu üstlendi. El Cezire televizyonuna yolladıkları bir kaset ile saldırıyı üstlenen grup, Hariri’nin Suudi Arabistan bağlantıları yüzünden öldürüldüğünü ve Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin’i kapsayan Büyük Suriye için bir şehitlik operasyonunun başlangıcı olduğunu belirttiler. Bu gibi adı daha önce duyulmamış örgütlerce yapılan açıklamalar genelde kafaları karıştırmak için üstlenilmiş olarak algılanıyor. Hiçbir anlaşmazlığın olmadığı Suudi Arabistan ile ilişkileri nedeni ile bir başbakanın öldürülmesine de bir anlam verilemiyor. Bu saldırıyı aynı sebep ile Suudi Arabistan düşmanlığı ile bilinen El Kaide üstlenmiş olsa idi çok büyük yankı bulurdu.
Suikast ile ilgili herkesin hemfikir olduğu konu saldırının güçlü bir istihbarat sonucu planlandığı. Patlamanın gücü, dakikliği ve kurbana yaşama şansını bırakmamış olması nedeni ile küçük bir grubun işi olması şaşırtıcı olarak değerlendirilebilir.
Suriye’nin hem amacı hem de yapabilecek gücü olması nedeni ile suçlamalarda ilk sırayı almaktadır. Ölümünden sonra Lübnanlı politikacılar ve halk “Şehit Hariri” olarak bahsederek aslında Hariri’yi öldürenlerin Lübnanlı değil Lübnan’ın düşmanları olduğunu düşündüklerini de açıkça belirtmiş oluyorlar. Hariri’nin cenazesinin Suriye karşıtı bir mitinge dönüşmesi de bunun en belirgin göstergesi.
Hariri Suriye karşıtı olduğunu açıkça belirtmese bile, Suriye yandaşı olarak bilinen Lübnan başkanı Emil Lahud ile yıllardır süre gelen politik çekişmesi bunun bir işareti olarak alınıyor. Hariri, başbakanlığı sırasınca birçok kez Suriye ile Lübnan’ın iç işleri ve dış işleri konularında farklı görüşlere sahip olmasına rağmen daha önceki Lübnan başbakanları gibi Suriye ile gerginlik yaratmamaya çalıştı ve bunun sonucunda Şam tarafından stratejik öneme sahip olmayan konularda istediğini yapabildi.
11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD’nin Irak’a savaş açması ve bölgeye demokrasiyi getirme kararı sonrasında Suriye’nin ordusunu Lübnan’dan çıkarması için baskı arttı. Eylül 2004’te Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin aldığı 1559 sayılı “Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi gerektiği ve Lübnan’ın içişlerine karışmaması” kararından sonra Lübnan’daki Suriye karşıtı sesler de yükselmeye başladı. Gerginlik, Suriye yanlısı devlet başkan Lahud’un görev süresinin 3 yıl daha uzamasını sağlayacak anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi için Suriye’nin baskısını arttırması ile arttı. Hariri bu yaptırımı durdurmak için başbakanlık görevinden geçtiğimiz Ekim ayında ayrıldı. Mayıs 2005’te yapılacak seçimlerde Hariri’nin adaylığını koymayı planladığı soylentisi ile gerginlik tırmandı.
Hairi sonrası Lübnan ve bölgede yeni saldırılar olabileceği düşünülüyor. Suudi dışişleri bakanı suikastın sorumluları yakalanıp adalete teslim edilmedikçe bölgeye sonuçlarının vahim olacağını açıkladı. ABD, Şam büyükelçisini çekerek diplomatik yoldan Suriye’yi uyardı ve Suriye’nin BM’nin aldığı çekilme kararını uygulamaya geçmesi için baskılarını arttırmakta. Bu gelişmeler ışığında saldırının sorumlusu Suriye olsa da olmasa da Lübnan’dan askerlerini çekmesi gerekecek. ABD’nin bu konunun üstünde ısrarla durmasının sebebi Suriye’nin militan grup Hizbullah’a verdiği destek. Bu gelişmeler sonrasında şu an 12 milletvekili ile temsil edilen Hizbullah’ın geleceğinin ne olacağı merak ediliyor.
Suriye’nin gerillalarını İsrail sınırından savaşmadan çekip çekmeyeceği merak uyandıran diğer bir konu. Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi diğer yandan İsrail’i rahatlatır. Lübnan sınırlarından İsrail’e saldıran Hizbullah’ı destekleyen Suriye, ordusunu Lübnan topraklarında tutarak olası bir barış görüşmesi pazarlığında İsrail’den Golan tepelerini almayı amaçlamaktadır. Bu nedenle Suriye desteğini kaybeden Filistin ile barış görüşmelerinin biraz daha kolay geçeceği de bir başka gerçek.
Mayıs 2003’ten itibaren Suriye’ye gıda ve ilaç hariç ihracatı yasaklayan ABD, kasım 2003’te mecliste kabul edilen bir yasa sonucunda Suriyeli uçakların ABD’den kalkmasına ve inmesine izin vermezken, ABD’de yaşayan şüpheli Suriyelilerin banka hesaplarını dondurma hakkını da elde etti. Bu suikast sonrasında hükümet sözcüsü Scott McClellan Lübnanlıların artık şiddet olmadan kendi politik geleceklerini belirleme hakkı olmasını, Başkan Bush ise Suriye’nin artık terör örgütlerini desteklememesi gerektiğini ve özgürlüğe izin vermesi gerektiğini söyledi. Bush’un bahsettiği terörist örgütler olan Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah halen Lübnan’ın güneyinden İsrail’e saldırmaktadır.
Tüm bu suçlamalardan sonra tüm gözlerin çevrili olduğu Suriye, Lübnan’ın ulusal birlik ve sivil barışa yönelik olan bir suç olarak nitelediği Hariri suikastını kınadığını, kendilerinin bir ilgisi olmadığını ve olanların Lübnan’ın kendi içişleri olduğunu belirtti. Lübnan’da bulunan askerleri ile ilgili suçlamalara ise ordularını doğuya - kendi sınırına - doğru çektiklerini belirterek yanıtladı.
Karel Valansi
Şalom Gazetesi ANALİZ 21 Şubat 2005
1975-1990 yılları arasında süren Lübnan iç savaşı sonrasındaki dönemde başbakanlık yapan ve ekim ayında bu görevinden ayrılan multimilyoner Refik Hariri’nin bombalı bir suikastte öldürülmesi dünyada öyle büyük yankı buldu ki; iç savaştan sonra gerçekleşen en büyük saldırıda aralarında Lübnan eski ekonomi bakanı ile beraber toplam 15 kişinin ölmüş, 130 kişinin yaralanmış olması Hariri’ni ölümü kadar yankı bulmadı. Bu durumda Hariri kimdir? Kim ve neden öldürdü? sonuçları nelerdir? soruları daha da önem kazandı.
Refik Baha Edine Hariri, 1944 yılında Lübnan’ın güneyindeki Sidon şehrinde yoksul çiftçi Sünni bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Muhasebe okuduğu Beyrut Arap Üniversitesinden mali yetersizlikler sebebi ile ayrılıp Suudi Arabistan’a göç etti. Öğrenciliği sırasında Arap Milliyetçi Hareketi ve George Habaş’ın Filistin Kurtuluş Halk Cephesi örgütlerinde aktif rol aldı. Suudi Arabistan’da önce matematik öğretmenliği daha sonra bir inşaat firmasında denetçi oldu. Kendi inşaat şirketini kurdu ve 1970’lerdeki petrol patlaması ile cok para kazanıp Fransız Oger inşaat firmasını satın aldı. Kraliyet ailesinin güvenini kazanıp 1978’te Suudi vatandaşlığına kabul edildiğinde Arap dünyasının en büyük inşaat imparatorluğuna sahip olmuştu. 1980’lerde Hariri, inşaat dışında birçok farklı alanda kendisini kanıtlayarak imparatorluğunu büyüttü. 2003 yılında, 3,8 milyar dolarlık serveti ile Forbes dergisi kendisini dünyanın en zengin 100 kişisi arasında gösterdi. Sonradan Suudi kralı olan Fahd ile olan yakın dostluğu ona iş dünyasının kapılarını açmak dışında, Lübnan özel hükümet temsilcisi olarak birçok uluslararası konferansta kralı temsil etmesini sağladı. 1980’lerde Hariri, militan gruplar ve Lübnan - Suriye arasında arabuluculuk görevini üstlendi. Ayrıca 1989’da Taif anlaşması ile sonuçlanan ulusal uzlaşma konferansında önemli rol oynadı. Bu anlaşmaya göre Suriye’nin Lübnan’dan geri çekilmesi gerekiyordu. İç savaş sonrası Hariri ülkenin tekrar inşaasında aktif rol oynadı. Bazıları Beyrut’u yıkan militanları Hariri’nin özellikle desteklediğini böylece şehri hem kendi istediği gibi kurup hem de para kazanmayı amaçladığını savundular. Hariri ilk olarak 1992’de başbakanlığa seçildi ve 2003 ekim’inde ayrılmasına kadar 12 yıl boyunca ülkeyi yönetti.Başkanlığı sırasında kendi gibi sünnilerin yanı sıra Maruni, Dürzi, ve Şiilerin de desteğini aldı. Ayrıca, Hariri yoksul Lübnanlı gençlerin okuması ve kültürel değerlerin kaybolmaması için 1979 yılında “Hariri kültür ve eğitim vakfını” kurdu. Bu vakıf birçok okul inşaa etti, yoksul öğrencilere burs verdi, tarihi binaları restore etti.
Hariri’ye yapılan bombalı saldırıdan sonra Lübnan da 3 günlük yas ilan edildi. Muhalefet liderleri, Taif anlaşmasına rağmen ülkede halen 14.000 bölük askerini Lübnanda bulunduran, Suriye’nin sorumlu olduğunu düsünüyor ve Suriye yanlısı hükümetin istifasını istiyorlar. 1990’da iç savaşın bitmesinde yardımcı olan Suriye, 1976 yılından itibaren ordusunu istihbarat ve ekonomik çıkarları için Lübnan’da tutmaya devam ediyor.
Bombalama sonrası saldırıyı daha önce adı duyulmamış Büyük Suriye’de Zafer ve Cihad Grubu üstlendi. El Cezire televizyonuna yolladıkları bir kaset ile saldırıyı üstlenen grup, Hariri’nin Suudi Arabistan bağlantıları yüzünden öldürüldüğünü ve Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin’i kapsayan Büyük Suriye için bir şehitlik operasyonunun başlangıcı olduğunu belirttiler. Bu gibi adı daha önce duyulmamış örgütlerce yapılan açıklamalar genelde kafaları karıştırmak için üstlenilmiş olarak algılanıyor. Hiçbir anlaşmazlığın olmadığı Suudi Arabistan ile ilişkileri nedeni ile bir başbakanın öldürülmesine de bir anlam verilemiyor. Bu saldırıyı aynı sebep ile Suudi Arabistan düşmanlığı ile bilinen El Kaide üstlenmiş olsa idi çok büyük yankı bulurdu.
Suikast ile ilgili herkesin hemfikir olduğu konu saldırının güçlü bir istihbarat sonucu planlandığı. Patlamanın gücü, dakikliği ve kurbana yaşama şansını bırakmamış olması nedeni ile küçük bir grubun işi olması şaşırtıcı olarak değerlendirilebilir.
Suriye’nin hem amacı hem de yapabilecek gücü olması nedeni ile suçlamalarda ilk sırayı almaktadır. Ölümünden sonra Lübnanlı politikacılar ve halk “Şehit Hariri” olarak bahsederek aslında Hariri’yi öldürenlerin Lübnanlı değil Lübnan’ın düşmanları olduğunu düşündüklerini de açıkça belirtmiş oluyorlar. Hariri’nin cenazesinin Suriye karşıtı bir mitinge dönüşmesi de bunun en belirgin göstergesi.
Hariri Suriye karşıtı olduğunu açıkça belirtmese bile, Suriye yandaşı olarak bilinen Lübnan başkanı Emil Lahud ile yıllardır süre gelen politik çekişmesi bunun bir işareti olarak alınıyor. Hariri, başbakanlığı sırasınca birçok kez Suriye ile Lübnan’ın iç işleri ve dış işleri konularında farklı görüşlere sahip olmasına rağmen daha önceki Lübnan başbakanları gibi Suriye ile gerginlik yaratmamaya çalıştı ve bunun sonucunda Şam tarafından stratejik öneme sahip olmayan konularda istediğini yapabildi.
11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD’nin Irak’a savaş açması ve bölgeye demokrasiyi getirme kararı sonrasında Suriye’nin ordusunu Lübnan’dan çıkarması için baskı arttı. Eylül 2004’te Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin aldığı 1559 sayılı “Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi gerektiği ve Lübnan’ın içişlerine karışmaması” kararından sonra Lübnan’daki Suriye karşıtı sesler de yükselmeye başladı. Gerginlik, Suriye yanlısı devlet başkan Lahud’un görev süresinin 3 yıl daha uzamasını sağlayacak anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi için Suriye’nin baskısını arttırması ile arttı. Hariri bu yaptırımı durdurmak için başbakanlık görevinden geçtiğimiz Ekim ayında ayrıldı. Mayıs 2005’te yapılacak seçimlerde Hariri’nin adaylığını koymayı planladığı soylentisi ile gerginlik tırmandı.
Hairi sonrası Lübnan ve bölgede yeni saldırılar olabileceği düşünülüyor. Suudi dışişleri bakanı suikastın sorumluları yakalanıp adalete teslim edilmedikçe bölgeye sonuçlarının vahim olacağını açıkladı. ABD, Şam büyükelçisini çekerek diplomatik yoldan Suriye’yi uyardı ve Suriye’nin BM’nin aldığı çekilme kararını uygulamaya geçmesi için baskılarını arttırmakta. Bu gelişmeler ışığında saldırının sorumlusu Suriye olsa da olmasa da Lübnan’dan askerlerini çekmesi gerekecek. ABD’nin bu konunun üstünde ısrarla durmasının sebebi Suriye’nin militan grup Hizbullah’a verdiği destek. Bu gelişmeler sonrasında şu an 12 milletvekili ile temsil edilen Hizbullah’ın geleceğinin ne olacağı merak ediliyor.
Suriye’nin gerillalarını İsrail sınırından savaşmadan çekip çekmeyeceği merak uyandıran diğer bir konu. Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi diğer yandan İsrail’i rahatlatır. Lübnan sınırlarından İsrail’e saldıran Hizbullah’ı destekleyen Suriye, ordusunu Lübnan topraklarında tutarak olası bir barış görüşmesi pazarlığında İsrail’den Golan tepelerini almayı amaçlamaktadır. Bu nedenle Suriye desteğini kaybeden Filistin ile barış görüşmelerinin biraz daha kolay geçeceği de bir başka gerçek.
Mayıs 2003’ten itibaren Suriye’ye gıda ve ilaç hariç ihracatı yasaklayan ABD, kasım 2003’te mecliste kabul edilen bir yasa sonucunda Suriyeli uçakların ABD’den kalkmasına ve inmesine izin vermezken, ABD’de yaşayan şüpheli Suriyelilerin banka hesaplarını dondurma hakkını da elde etti. Bu suikast sonrasında hükümet sözcüsü Scott McClellan Lübnanlıların artık şiddet olmadan kendi politik geleceklerini belirleme hakkı olmasını, Başkan Bush ise Suriye’nin artık terör örgütlerini desteklememesi gerektiğini ve özgürlüğe izin vermesi gerektiğini söyledi. Bush’un bahsettiği terörist örgütler olan Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah halen Lübnan’ın güneyinden İsrail’e saldırmaktadır.
Tüm bu suçlamalardan sonra tüm gözlerin çevrili olduğu Suriye, Lübnan’ın ulusal birlik ve sivil barışa yönelik olan bir suç olarak nitelediği Hariri suikastını kınadığını, kendilerinin bir ilgisi olmadığını ve olanların Lübnan’ın kendi içişleri olduğunu belirtti. Lübnan’da bulunan askerleri ile ilgili suçlamalara ise ordularını doğuya - kendi sınırına - doğru çektiklerini belirterek yanıtladı.
Karel Valansi
Şalom Gazetesi ANALİZ 21 Şubat 2005
Yorumlar