II. Dünya Savaşı sonrasında farklı ülkelerde saklanan veya rahatça günlük hayatlarına devam eden, yeni kurulan Batı Almanya’da politika bile yapan Nazi suçlularının peşini bırakmayıp hazırladıkları detaylı suç dosyaları ile adalete teslim eden Beate ve Serge Klarsfeld kendilerini Nazi avcıları olarak tanımlamayı doğru bulmuyorlar. Onlar için önemli olan katillerin ceza almasından çok kurbanların adlarını ölümsüzleştirmek
Romanya kökenli bir Yahudi ailenin çocuğu olan Serge Klarsfeld’in anne ve babası 1928 yılında Paris’e üniversite okumak için taşınırlar. 1935 yılında bir aile ziyareti sırasında Romanya’da doğan Serge’in babası Arno Klarsfeld 1939 yılında Fransız Lejyonuna katılarak direnişe yardım eder. Almanların eline geçen Arno kaçarak ailesi ile birlikte Güney Fransa’daki Nice kentine yerleşir. İtalyan kontrolü altındaki Nice’te Yahudilerin tutuklanması ve doğuya sürülmesi engelleniyordu. Ancak Mussolini’nin düşmesi ile İtalya-Almanya anlaşması iptal olur ve İtalyan askerleri Fransa’dan çekilir. Bölgeye giren SS birlikleri başlarında Alois Brunner ile Yahudi avına çıkar. Serge sekiz yaşındayken, kız kardeşi ve annesi ile evlerindeki bir dolabın arkasına gizlenerek kurtulurken baba Arno Klarsfeld tutuklanarak Auschwitz’e gaz odalarına yollanır. Nice’ten kaçarak bir köyde saklanan Serge ve ailesi savaşın sona ermesi ile Paris’e geri dönerler.
Beate Künzel Alman Protestan bir ailenin tek çocuğu olarak 1939 yılında Almanya’da doğar. 21 yaşındaki Beate Paris’e, Fransız bir ailenin yanında au pair olarak çalışmaya gider. 11 Mayıs 1960 günü bir metro istasyonunda Paris Üniversitesi siyasal bilimler öğrencisi Serge Klarsfeld ile tanışır. Çiftin tanışma tarihi aynı zamanda Holokost’un mimarı olarak anılan ve Yahudilerin toplu olarak getto ve ölüm kamplarına yollanmalarında lojistik sorumlu olan Adolf Eichmann’ın İsrail tarafından kaçırıldığı gündür.
Beate ve Serge’in arkadaşlıkları kısa sürede aşka dönerken Serge, diğer Alman gençliği gibi Beate’nin de tam olarak bilmediği Almanya tarihini anlatır ve Holokost gerçeği ile tanıştırır. 1963 yılında evlenen çiftin Arno ve Lida adında iki çocukları olur. Serge, Fransız Radyo ve Televizyon Organizasyonu’nda (ORTF) çalışmaya başlarken Beate de Charles De Gaulle ve Konrad Adenauer tarafından kurulan Fransız-Alman Gençlik Birliği’nde gazeteciliğe başlar.
“ALMANYA’NIN GENÇ NESLİNİN, ENERJİSİNİ NAZİZM’E VEREN ESKİ NESLE ATTIĞI TOKAT”
1966 yılında Kurt George Kiesinger’in Batı Almanya’da başbakan seçilmesiyle Beate, Kiesinger’in Nazi geçmişi ile ilgili birçok makale yazar ve kendisinin bu göreve uygun olmadığını dile getirir. Ancak Kiesinger 1933’ten 1945’e kadar Nazi Partisi’nin bir üyesi ve propaganda sorumlusu olduğu gerçeği ne Almanya’da siyaset yapmasını engeller ne de karanlık geçmişi basının ilgisini çeker. O dönemde Batı Almanya’da görev alan birçok politikacının Nazi geçmişi vardı ve savaş sonrasındaki ilk yirmi yılında bu gerçek pek önem arz etmiyordu.
Beate’nin yazılarından rahatsız olan gazete işine son verir. Çift çok sonraları bu derneğin yönetimindeki kişilerin birçoğunun Nazi kökenli olduğunu öğrenirler. Beate bu karara çok şaşırır ancak bu olayda asıl yaralanan babasını Auschwitz’de kaybetmiş olan Serge olur. Bu gelişme üzerine savaşmaya, Yahudi soykırımından sorumlu olan Nazileri yakalamaya karar verirler.
Kamuoyu Beate’nin ismini ilk olarak 1968 yılında, parti toplantısında Kiesinger’e attığı tokat ile duyar. Hırslı bir Nazi propagandacının yeni ve demokratik Almanya’yı yönetebileceğini sananlara atılan bir tokattı bu aslında. Geçtiğimiz sene Şalom’a bir röportaj veren Serge Klarsfeld bu olayı şöyle anlatır: “Biz siyasete yakın kişiler değildik, savaşımızın hiçbir siyasi yönü yoktu. Belgelere dayanarak kendimize bir strateji belirledik. Bu stratejide Beate’nin Berlin’de Almanya Başbakanı Kurt Georg Kiesinger’e attığı tokat belirleyici oldu. Bu aslında Almanya’nın genç neslinin, enerjisini Nazizm’e veren eski nesle attığı bir tokattı. Partinin kongre toplantısında, medya mensuplarının önünde atıldı bu tokat. O anda Beate ölebilirdi, çünkü korumalar ateşlemeye hazır silahlarını ona doğrulttular. O yıl Martin Luther King, Robert Kennedy öldürüldüğü gibi Beate’nin de başbakanı öldürebileceğinden korkmuşlardı. Beate bir yıl hapse mahkûm oldu. Bu o denli simgesel ve etkin bir tokat oldu ki, kamuoyu vicdanı değişti, 1969 seçimlerinde Almanya’nın favorisi olan Kiesinger yerine Willy Brandt başbakan oldu. Willy Brandt, Nazi Almanya’sının savaştaki sorumluluğunu kabul edince, bu ülke farklı bir yol izlemeye başladı.”
“YARGILANMASINI İSTEDİĞİMİZ KİŞİLER HAKKINDA DOSYALAR HAZIRLADIK”
1971 yılında Beate ve Serge büyük bir sabır ve cesaret ile Nazileri bulmaya karar verirler. Bu konuda hiçbir yasa olmamasına rağmen, saklanan veya rahatça günlük yaşamlarını süren bu Nazilerle ilgili gerekli kanıtları toplarlar, adaletin görevini yerine getirmediği durumlarda medyayı, halkı ve Yahudi cemaatlerinin dikkatini bu konuya çekerler. Kiesinger sonrasında on sene savaştıktan sonra Kurt Lischka, Herbert Hagen, Ernst Heinrichsohn’un yargılanmasını sağlarlar. Özellikle çocuk on binlerce Yahudi’yi ölüme yollayan Alois Brunner ve Gestapo şefi Klaus Barbie’nin yerlerini bulmak ve yargıya taşımak ise bir on yıllarını daha alır. En sonunda da Klaus Barbie’nin yardımcısı Paul Touvier ile 1600 Fransız Yahudi’sini kamplara yollayan Maurice Papon’a kadar ulaşabilirler.
Klarsfeldler çalışmalarını savaş suçları üzerinde odaklarlar. Alman yasalarındaki boşluklardan dolayı Fransa Yahudilerini ölüm kamplarına gönderen Naziler Almanya’da yargı önüne çıkarılmıyorlardı. Gerekli kanunların çıkarılması için Alman yetkililerle görüşen Serge ve Beate, tüm dünyanın yakından izlediği uzun bir sürecin ilk adımını atarlar. Çalışmalarını Fransa odaklı devam ettiren çift, Fransız hükümetinden ayrı tutulan Vichy yönetiminin Nazilerle olan ortaklığı üzerine gitmeye başlarlar. Vichy’nin Yahudi karşıtı politikasında önemli rol oynamış polis şefi René Bousquet ve Fransız Yahudilerinin toplanmasından sorumlu Jean Leguay gibi suçluları yargı önüne çıkardılar. Serge bu dönemi şöyle anlatır: “Fransa’da 1964’de kabul edilmiş ancak hiçbir zaman uygulamaya geçmemiş insanlık suçları konusunda bir yasa vardı. Yargılanmasını istediğimiz kişiler hakkında dosyalar hazırladık. Dosyalarda bu kişilerin imzalarını taşıyan ve suç delili oluşturan o zamanki yetkililerin Yahudileri nasıl tutuklayacakları, geçici olarak nereye toplayacakları, kamplara ne zaman gönderilecekleri konusunda Alman Nazilerle ortak toplantılar yaptıklarını ortaya koyan İkinci Dünya Savaşı arşivlerinden bulduğumuz belgeler yer alıyordu. 1945’ten sonra Mareşal Philippe Petain ile Pierre Lavalle yargılanmış ancak diğer sorumlular yargı önüne çıkmamışlardı. Elli yıl sonra savaştaki suçu ile ilgili yargılanmasını sağladığımızda Maurice Papon bir bakandı.”
1979 yılında “Association des Fils et Filles des Déportés Juifs de France”ı kurarlar. Serge kuruluş nedenini şu şekilde anlatır: “Mahkeme salonuna kurbanları getirmeksizin, Yahudileri kamplara süren canilerin duruşmalarına katılamazdım. Kurbanlar derken Holokost’a hayatını kaybetmiş olanların yakınlarından söz ediyorum. Binlercesini duruşmalara getirdik. Arşivleri açtıkça tarihi gerçekler ortaya çıkıyordu. Belgelere dayanan tarih elimin altındaydı. Yazdığım ‘Mémorial de la déportation des Juifs de France’ konvoyların tarihini ve her konvoyda kimlerin bulunduğunu içeriyor. Yazdığım diğer kitaplar ve yaptığım araştırmalar adaletin ve belleğin korunmasını sağlıyor. İlk amacım Holokost’u anlatmak oldu. 6 milyon insanın 1+1+1…olduğunu anlatmak gerekiyordu.” Serge’in hazırladığı bu anıt kitap ile ölüm kamplarına giden her konvoy, bu konvoyda yer alan her kadın, erkek, çocuk 76 bin Fransız Yahudi’si isim isim belgelenir.
UNUTULMUŞ NAZİLER YARGILANMAYA BAŞLAR
Arkalarında politik veya polis desteği olmayan Klarsfeldler’in Nazi suçlularını adalete teslim etmek için ilginç yöntemler kullanırlar. Örneğin 1970 yılında Fransa’nın bir numaralı Gestaposu Kurt Lischka’yı Cologne sokaklarında takip etmeye ve Nazi geçmişi ile ilgili sorular sormaya başlarlar, ta ki bu kovalamaca önce medyanın daha sonra da halkın ve adaletin dikkatini çekene kadar. 1970 ile 1980 yılları arasında Bolivya’da saklanan Klaus Barbie ve Suriye’de bulunan Adolf Eichmann’ın başyardımcısı Alois Brunner’in yerlerini tespit etmeye ve adalete teslim etmeye uğraşırlar. Şili’ye giderek bu ülkeye yerleşen seyyar gaz odasının mucidi Walter Rauff’in aleyhine kampanyalar düzenlerler.
1979 yılında ceza almadan rahatça bir yaşam süren ‘nihai sonuç’tan sorumlu üç Nazi Kurt Lischka, Herbert Hagen, Ernst Heinrichsohn yargılanıp altı ile on iki yıl arası hapse mahkûm olurlar. 1987 yılında Lyon Kasabı lakaplı Klaus Barbie insanlığa karşı suç işlemekten mahkûm olur. Çiftin oğulları insan hakları avukatı Arno Klarsfeld 1994 yılında Chambery ve Lyon sorumlu şefi Paul Touvier’in 1998 yılında da Maurice Papon’un davasında görev alarak suçlarının ağırlığını anlatır ve mahkûm olmalarını sağlar. Serge Klarsfeld canilerin öldüğü veya çok yaşlandıklarını dikkate alarak bu duruşma ile görevlerini bitirmeye karar verdiklerini söyler.
ALOİS BRUNNER’İN İZİNDEN
1984 yılında Cumhurbaşkanı François Mitterand tarafından Legion D’honneur ile onurlandırılan Klarsfeldler, kendilerini adadıkları amaçları uğruna birçok kez tutuklandılar ve ölümle burun buruna geldiler. Temmuz 1979’da arabaları bombalanan Klarsfeldler’e birçok kez suikast girişiminde bulunuldu. 1972 yılında içinde bomba yüklü bir paket şeker yollanır ancak şans eseri açmayarak kurtulurlar. Varşova’da yaşanan antisemit olayları protesto eden Beate, Polonya Halk Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen Alman casusu olarak tutuklanır. 1974’te Cologne’da Lischka’yı takip ederken iki ay hapis cezası alırlar ancak uluslararası baskı nedeni ile ceza iptal edilir. 1982’de Suriye’de saklanan Alois Brunner’in iadesi talebi ile gittikleri Şam’da tutuklanırlar. Bu taleplerini yinelemek için birçok kez Suriye’ye giden ve protesto gösterileri düzenleyen çift sınır dışı edilirler ancak Almanya ve Fransa’nın Suriye’den Brunner’in iadesinin resmi olarak talep etmesini sağlarlar. 1960’lı yıllardan itibaren Esad ailesine hizmetlerinden ve Yahudilere karşı girişimlerinden dolayı Suriye bu talebi kabul etmez. 1950’li yıllarda Suriye’ye yerleşen Brunner, İsrail’in elinde tutuklu olan eski patronu Eichmann karşılığında pazarlık yapabilmek için Yahudileri rehin almaya başlar. Bir detektif tarafından yeri bulunana ve Klarsfeldler adresini tespit edene kadar dünya bu caniyi unutmuştu. Serge, Arno ve Lida, Drancy Toplama Kampı Sorumlusu ve nihai sonucun mimarı Alois Brunner’in 2001’de gıyabında duruşmasının yapılması için sivil savunma gruplarını örgütlerler.
FRANSA’DA DOĞAN HOLOKOST DUYARLILIĞI
1995 yılında Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yahudilerin kaderinden Fransa’nın sorumlu olduğunu kabul eder. O döneme kadar Vichy Hükümeti’ni Fransa yönetiminden soyutlayan Fransızlar bu karar ile Fransa yönetiminin Vichy’nin bir devamı olduğu gerçeğini kabul etmiş oldular. Chirac’ın önerisiyle kurulan bir komisyon aileleri öldürülmüş yetimlere hayatlarının sonuna dek maaş bağlanması ile ilgili bir yasanın çıkarılmasına ön ayak olurken bir diğer komisyon mağdur olanların mal varlıklarının iadesi veya tazmini taleplerini ele alır. Chirac’ın desteği ile tarihi araştırmalar, anma etkinlikleri, dayanışma girişimleri gibi projeleri desteklemek amacıyla 2000 yılında 400 milyon Euro bütçesi olan “Fondation Pour la Mémoire de la Shoah” vakfı kurulur ve Serge Klarsfeld vakıf başkanlığına getirilir. 2008 yılında Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy on yaşındaki tüm öğrencilerin kamplara gönderilen Yahudi yaşıtlarını hayatlarını öğrenmesi ve onları bu şekilde şereflendirmesini önermesi Klarsfeldler’in hayatları boyunca üzerinde çalıştıkları amaçlarının başarıyla yerine getirildiklerini, Fransız halkında gereken duyarlılığı sağladıklarını gösteriyor.
Klarsfeld’ler Holokost inkârcılığının İslam dünyasında daha yaygın olduğu ve Holokost konusunda fazla bilgi sahibi olunmadığını dikkate alarak ‘Aladdin Projesi’ni oluştururlar. Proje, Holokost’la ilgili temel kitapların Arapça, Farsça, Türkçe dillerinde yayınlanmasını, bu konuda konferanslar düzenlenmesini hedefliyor. Klarsfeld’lerin ilginç hayat hikâyeleri ‘La traque des Nazis’ gibi birçok belgesele ve ‘The Beate Klarsfeld Story’ adlı filme konu oldu.
Karel Valansi - ANALİZ
Şalom Gazetesi 13 Ekim 2010
Yorumlar