Hayat pahalılığı nedeniyle düzenlenen kalabalık protestolar birçok çevre tarafından İran’ın nükleer çalışmalarını durdurması için uygulanan uluslararası yaptırımların sonucu olarak algılanıyor. Özellikle İsrail’in konuyu dünya gündeminde tutmasıyla sertleşen yaptırımlardan sonuç alınacağı hatta İran’daki rejimi değiştirebileceği savunuluyor. Kimi bu gelişmelere güvenerek ticari yaptırımların en üst düzeye çıkarılması gerektiğini savunurken, İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman da “Ayetullah rejimi 2013’te çöker” diyerek yaptırımlardan sonuç alınacağına olan güvenini ortaya koyuyor. Ancak tüm bu iyimser bakış açısına rağmen sadece halkın isyanı, yaptırımların meyve verdiği anlamına gelmiyor. Arttırılacak yaptırımlar daha büyük sorunlar doğurabilir.
Batı’nın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması ve tesislerini Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun denetimine açması talebine İran’dan hala güvenilir bir cevap gelmiş değil. Uluslararası yaptırım ve diplomatik izolasyon sonucu İran hükümetinin nükleer faaliyetleri konusunda akılcı kararlar alacağı varsayımından yola çıkan Batılı ülkeler, bu baskının İran halkını değil doğrudan İran hükümetini etkilemesini hedeflemişlerdi. Günümüzdeyse ekonomik kriz ile isyan eden halkın baskı yapıp hükümeti nükleer hırsından vazgeçirmede başarılı olacağı düşünülüyor.
Fakat Batı’nın düşüncesinin tersine, yaptırımlar İran için çok önemli veya etkili değil. İslam Devrimi sonrasında hep bir çeşit ambargo ile yaşamaya alışmış olan İran halkı dış güçleri devrim karşıtı ve düşman, kendilerini ise ‘emperyalist güçlere’ karşı durabildikleri için özgür, güçlü ve bağımsız olarak görüyor. Bu algı her çeşit hükümet propagandasının da temelini oluşturuyor. İran’ı köşeye sıkıştırmak için uygulanacak daha sert yaptırımlar ise bu nedenlerle ters tepebilir ve İran halkı hükümeti düşürmek yerine liderlerine olan desteğini arttırabilir.
Öncelikle yaşanan ekonomik kriz sadece uluslararası yaptırımların değil, aynı zamanda hükümetin yanlış ekonomik politikalarının da bir sonucu. Halk bu nedenle Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı ihanetle suçluyor. Sonucu büyük halk protestoları ile karşılanan, tartışmalı bir seçimle ikinci defa göreve gelen Ahmedinejad, son dönemini tamamlıyor. Haziran 2013’teki seçimlerde yeniden adaylığını koyamayacak olan Ahmedinejad, siyasi gücünü kaybetmek üzere. Uzun süredir İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hameney ile de arası açık olan cumhurbaşkanının bu nedenle güçlü bir desteği de kalmadı. Tüm bu koşullar onun -hükümeti kurtaracak- mükemmel bir günah keçisi olmasını sağlıyor.
Protestolar sonrasında yabancı yayınların halka ulaşmasını engelleyen İran, ‘dünyanın küstah gücü’ olarak tanımladığı ABD’yi İran’a karşı ekonomik savaş başlatmakla suçladı. Yaşanan hayat pahalılığı ve sıkıntılar için İran’ın öncelikle İsrail ve ABD’yi suçlaması bir yenilik değil. Ancak İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Der Spiegel’e verdiği röportajda İsrail’in blöf yaptığını kastederek “istese İsrail şimdiye kadar saldırırdı” demesi, İran’ın düşünüldüğü gibi köşeye sıkışmadığını ve kendine güveninin tam olduğunu gösteriyor.
Devam ettirilecek veya sertleştirilecek yaptırımlar İran halkını hükümete karşı kışkırtmaktan çok, bu durumu milli bir davaya dönüştürüyor. Nükleer programa devam edilmesinin sebebi nükleer silaha sahip olmaktan çok, simgelediği güç ve gelişme. Tüm baskılara rağmen çalışmalara devam edilmesi ülkenin egemenliğine saldıran düşmana bir başkaldırı olarak kabul edilirken, ulusal itibarı kaybetmemek adına gerekli görülüyor, nükleer çalışmaların durdurulması özgürlüğün ve bağımsızlığın yoksunluğu olarak tanımlanıyor.
İran’ın ‘barışçıl’ olarak tanımladığı nükleer çalışmalarının olası sonuçları ve nükleer silaha sahip bir İran’ın tüm dünya barışına olan tehlikesi yadsınamaz bir gerçek. İran’ın bu çalışmalarının kontrol altına alınması ise şart. Askeri bir operasyonun başarılı olması ne kadar zorsa, arttırılacak yaptırımlara doğacak tepkinin Batı’nın hedeflediği şekilde sonuçlanması da o kadar güç gözüküyor.
Karel Valansi OBJEKTİF
Şalom Gazetesi 10 Ekim 2012
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=84378
Batı’nın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması ve tesislerini Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun denetimine açması talebine İran’dan hala güvenilir bir cevap gelmiş değil. Uluslararası yaptırım ve diplomatik izolasyon sonucu İran hükümetinin nükleer faaliyetleri konusunda akılcı kararlar alacağı varsayımından yola çıkan Batılı ülkeler, bu baskının İran halkını değil doğrudan İran hükümetini etkilemesini hedeflemişlerdi. Günümüzdeyse ekonomik kriz ile isyan eden halkın baskı yapıp hükümeti nükleer hırsından vazgeçirmede başarılı olacağı düşünülüyor.
Fakat Batı’nın düşüncesinin tersine, yaptırımlar İran için çok önemli veya etkili değil. İslam Devrimi sonrasında hep bir çeşit ambargo ile yaşamaya alışmış olan İran halkı dış güçleri devrim karşıtı ve düşman, kendilerini ise ‘emperyalist güçlere’ karşı durabildikleri için özgür, güçlü ve bağımsız olarak görüyor. Bu algı her çeşit hükümet propagandasının da temelini oluşturuyor. İran’ı köşeye sıkıştırmak için uygulanacak daha sert yaptırımlar ise bu nedenlerle ters tepebilir ve İran halkı hükümeti düşürmek yerine liderlerine olan desteğini arttırabilir.
Öncelikle yaşanan ekonomik kriz sadece uluslararası yaptırımların değil, aynı zamanda hükümetin yanlış ekonomik politikalarının da bir sonucu. Halk bu nedenle Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı ihanetle suçluyor. Sonucu büyük halk protestoları ile karşılanan, tartışmalı bir seçimle ikinci defa göreve gelen Ahmedinejad, son dönemini tamamlıyor. Haziran 2013’teki seçimlerde yeniden adaylığını koyamayacak olan Ahmedinejad, siyasi gücünü kaybetmek üzere. Uzun süredir İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hameney ile de arası açık olan cumhurbaşkanının bu nedenle güçlü bir desteği de kalmadı. Tüm bu koşullar onun -hükümeti kurtaracak- mükemmel bir günah keçisi olmasını sağlıyor.
Protestolar sonrasında yabancı yayınların halka ulaşmasını engelleyen İran, ‘dünyanın küstah gücü’ olarak tanımladığı ABD’yi İran’a karşı ekonomik savaş başlatmakla suçladı. Yaşanan hayat pahalılığı ve sıkıntılar için İran’ın öncelikle İsrail ve ABD’yi suçlaması bir yenilik değil. Ancak İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Der Spiegel’e verdiği röportajda İsrail’in blöf yaptığını kastederek “istese İsrail şimdiye kadar saldırırdı” demesi, İran’ın düşünüldüğü gibi köşeye sıkışmadığını ve kendine güveninin tam olduğunu gösteriyor.
Devam ettirilecek veya sertleştirilecek yaptırımlar İran halkını hükümete karşı kışkırtmaktan çok, bu durumu milli bir davaya dönüştürüyor. Nükleer programa devam edilmesinin sebebi nükleer silaha sahip olmaktan çok, simgelediği güç ve gelişme. Tüm baskılara rağmen çalışmalara devam edilmesi ülkenin egemenliğine saldıran düşmana bir başkaldırı olarak kabul edilirken, ulusal itibarı kaybetmemek adına gerekli görülüyor, nükleer çalışmaların durdurulması özgürlüğün ve bağımsızlığın yoksunluğu olarak tanımlanıyor.
İran’ın ‘barışçıl’ olarak tanımladığı nükleer çalışmalarının olası sonuçları ve nükleer silaha sahip bir İran’ın tüm dünya barışına olan tehlikesi yadsınamaz bir gerçek. İran’ın bu çalışmalarının kontrol altına alınması ise şart. Askeri bir operasyonun başarılı olması ne kadar zorsa, arttırılacak yaptırımlara doğacak tepkinin Batı’nın hedeflediği şekilde sonuçlanması da o kadar güç gözüküyor.
Karel Valansi OBJEKTİF
Şalom Gazetesi 10 Ekim 2012
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=84378
Yorumlar