Ana içeriğe atla

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri…

Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi?
Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları yakından bile görememelerine rağmen inanılmaz bir ortam olduğunu anlattılar. Üç sene önce Kanaryalar-Aslanlar diye bir yarışma vardı. Galatasaray ve Fenerbahçe Survivor’ı diyebiliriz. O programa da başvurmuştum. Ama görüşme günü üniversitede sınavım olduğu için gidememiştim.

Hangi takımı tutuyorsun?Galatasaraylıyım.

Bu seneki Survivor’a başvurmaya nasıl karar verdin?
Survivor’a katılma isteği oluşmuştu bende içten içe. Askerden döndükten birkaç hafta sonra, bir arkadaşım arayıp yeni Survivor’ın başladığını haber verdi. Başvurunun son günüydü. Hemen internete girdim ve formu doldurdum. Formda eğitim durumundan hayatta yaptığın en çılgın şeye kadar soruyorlardı; yaptığın sporlar nedir, maceracı bir insan mısın…

Öyle misin?
Değilim. İçimde hep olan ama bunu aksiyona sokamamış biriyim. Oraya sportif başarımı göstermek için gitmedim, öyle bir iddiam yok. Üniversitedeyken haftada bir futbol oynayan, son 5 senedir hiç spor yapmamış biriyim. Oraya gitme amacım tecrübe kazanmaktı. Her zaman yeni yerler tanımak isterim ve en çok gitmek istediğim yer de Güney Amerika. Yarışmaya katılarak bu hayalimi başaracaktım. Hiçbir beklentim yoktu yarışmaya katılırken. Görüşmeye katılmak bile benim için bir tecrübe. Üstelik seçilme şansımı milyonda bir olarak bile görmüyordum.

Görüşmeler nasıl geçti?
Beş görüşmeye katıldım. Her seferinde kesin beni seçmezler diyerek çıktım salondan. Görüşmelerde biri diyor ki kaptanım 60 gün kara görmeden yaşıyorum hayatım zaten Survivor, biri milli boksör, biri hem model hem atlet, biri bankacı ama dağcılık, rafting gibi extreme spor meraklısı. Katılan herkes spor yapan, dayanıklı,  güçlü insanlar. Bana sorduklarındaysa, hayatımda hiç extreme spor yapmadım, iki tavuk lokantam var diyorum.

Katılma amacını nasıl açıkladın bu görüşmelerde?
Öncelikle hayatımda yaşayamayacağım, parayla satın alınamayacak bir tecrübe olacağı için katılmak istiyorum dedim. O kadar çok Survivor seyrettim ki orada ne oluyor ne bitiyor biliyorum. Yarışmacılar genelde birbirinin kuyusunu kazarak bir yere gelmeye çalışıyor. Benim amacım bunları yapmadan da, adam gibi durarak da bir yerlere gelinebileceğini göstermek. Bir de benim yaşadığım çevre çok güvenli bir ortam. Yediğim yemek, çıktığım mekân belli, kapalı bir çevrenin içindeyim ve buradan çıkmak, uzaklaşmak istedim.

Sence neye göre seçtiler seni?
Yarışma başlayalı 70 gün geçmiş ben hala aynı soruyu soruyorum. Neden beni seçtiniz? Söylenene göre hem bu saydıklarım hem de kamera karşısındaki rahatlığım yüzünden seçilmişim. Görüşmelerde herkes süklüm püklüm otururken ben çok rahatmışım.

Acun Ilıcalı sende biraz da kendini gördüğü için seçti diye duydum
Çok farklı yerlerden farklı insanlar seçildi bu yarışma için. Sanırım birine söylemiş, Hayim bizim gibi biri diye. Finalde de söyledi “Hayim’i seçmemizin nedeni bir mozaik var ve o da bizim çevremizi temsil ediyor.”

Katılacağını ailene ne zaman söyledin, tepkileri ne oldu?
Son görüşmeye çağrılınca söyledim çekinerek. Babam, “Ben yıkanmadan bir gün bile duramam senin de duramayacağını biliyorum ama yaparım diyorsan sana git ya da gitme diyemem 25 yaşındasın artık” dedi. Amcam itiraz edecek derken “kesin git” diyerek bana en büyük desteği verdi. Annem de git dedi. Tepki beklerken ailede hiç problem çıkmadı. Hatta birbirimizi Survivor ile tanımaya başladık diye şakalaşıyoruz aramızda.

Adaya giderken yanına ne aldın?
2 t-shirt, 1 mayo, 1 şort, 2 kazak bu kadar. Terliği bize 45. günde verdiler, hep çıplak ayaktık. Ne kadar kıymık battı anlatamam. Dizimde 20. gün iki yara çıktı 90 gün boyunca kanadı çünkü hep nüksediyordu. Bir tırnağımı tamamen kaybettim, baştan yenisi çıktı.

Adada ilk günler nasıl geçti?
Yarışmaya katılmak ütopik bir şeydi benim için. Üç gün kalsam bile adayı görürüm, ortamı tanırım, yemek var mı, tuvalet var mı gibi hep merak ettiğim şeyleri öğrenip dönerim diye düşündüm. Bir süre aç kalsam ne olur diye düşünerek gittim adaya. Tek sıkıntım kısa süre kalırsam kendimi nasıl gösteririm oldu. Nitekim ilk bölümlerde pek gözükmüyorum ekranlarda. Hatta arkadaşlarım “Hayim kameranın başına geçti o çekiyor olmalı programı” diye dalga geçmişler. Adaya ilk geldiğimde şok geçirdim. Bu sandık gerçek. Mataralar gerçek. Pirinç gerçek. Uçakta hala “herhalde tuvalet vardır, herhalde yerde yatmayız” diyorduk. Öyle değilmiş. Tuvalet yok, toprağın üstünde yatıyorsun yengeçler, fareler etrafında.

Askerden yeni dönmüştün zor olmadı mı?
Herkes bunu soruyor askerden sonra nasıl bu zorlu yarışmaya katıldın diye. Açıkçası askere gitmemiş olsam buraya da gidemezdim sanırım.

Kişisel ihtiyaçlarınızı nasıl gideriyordunuz?
Tuvalet ihtiyacını ormanda gideriyorduk. Adada toplamda dört kez yıkandım. Saçlarım hiç kesmedim, tıraş olmadım. Kızlara ilk haftadan sonra jilet verdiler, 45. günde tırnak makası. Ayna yasaktı. 90 gün boyunca kendini göremiyorsun. Adada ilk yardım ekibi vardı. Yarışlarda ise ünlü bir cerrah her şeyle ilgileniyordu.

Nasıl alıştın bu ortama?
Aslında fare, yengeç, yağmur, çamur, ter, yıkanmamak bunlar işin binde biri. Özlem, açlığın verdiği baskı, insanların seni izleyip senin hiçbir şeyden haberinin olmaması, oradaki insanların öne çıkmak için oynadığı psikolojik oyunlar, insanların nasıl bir anda değişebileceği -nasıl Begüm beni New York’a götürmedi!- bunları yenebiliyorsan orada yaparsın.

Sizi arkadaş hatta sevgili diye düşünürken neden götürmedi gerçekten? Aranızda bir şey var mıydı?
Tabi ki bir şey yoktu. Maslow Teorisi vardır, bir ihtiyacını gidermeden bir üst ihtiyacını gideremezsin. Orada bizim için açlık ve barınma ihtiyacı vardı. Böyle bir ortamda duygusal olarak bir şey hissetmek mümkün değil. Biz aramızda “Acaba şap mı attılar” diye konuşuyorduk. Benim açlığım bitseydi belki Begüm’e karşı bir şey hissedebilirdim. Ama adada öyle bir ihtimal dahi olmadı çünkü hep açtım.

Niye seni götürmedi New York'a?
Biz söz vermiştik birbirimizi götüreceğiz diye. Götürmedikten sonra hatasını anladı buna pişman oldu. Ama söylediğine göre Hasan’ı seçti çünkü Hasan’ın oyundaki performansı çok iyiydi ve en büyük hayali müzikal görmekti. Sonraki hafta Hasan Begüm’ü yazmadı, bu jest olmasaydı Begüm’ü yazardı diye düşünüyorum. New York’a gitti, 10 bin dolar harcadı, gezip müzikal gördükten sonra Begüm’ün ismini yazamazdı tabi ki.

Stratejik bir seçim yani.
Benim için ne müzikal, ne New York, ne para harcamak önemliydi, sadece yemek yemek istiyordum. Bana yemek ver adada kalayım. Begüm’ün yerinde değilim, onu yargılayamam. Çok üzüldüm bu kararına ama küsecek halim yok. Nefret besleyen biri değilim. Onu böyle kabul ediyorum, o da beni başka türlü kabul ediyor.

Oradaki en büyük sıkıntı neydi?
Adada kaldığın süre boyunca yarışma dışında hiçbir şeyden haberin yok. Senin hakkında insanlar sürekli konuşuyor ama neyin nasıl göründüğünü, seyircilerin seni sevip sevmediğini, kendini doğru yansıtıp yansıtmadığını bilmiyorsun. Bir de neler oluyor İstanbul’da. Annem babam nasıl, ablam, anneannem nasıl? Dünya dönüyor bir de senin başka bir dünyan var. Senin dünyanı herkes izliyor ama sen onları izleyemiyorsun.

Truman Show gibi…
Truman Show’un aynısı. Ada dönüşü Facebook’uma Tru‘e’man Show yazdım.

Seni en çok sevindiren ne oldu?
Anneler ödülü. Hiç ödül kazanamadım ama o ödülü kazanmak her şeye değdi. Yarışma öncesi Acun abi bir anda “Anneleriniz şu an burada!” dedi. Heyecandan öleceğimi sandım. Hep bir aile ödülü olması lazım diyordum. Hatta böyle bir ödül olursa ve bunu kaybedersem bırakırım bu yarışmayı demiştim.

Bırakma şansın var mı?
Bırakma şansın yok. Bu çok ilginç bir psikoloji. Kendimi eleyebilecek olsam belki de ayrılabilirdim. Ama insanların seni yazacağını düşünmek seni orada tutuyor. Burada istenmiyorum duygusu yüzünden acıya rağmen kalmak istiyorsun.

Annenle karşılaşman nasıl oldu?
65. gündü annemi gördüğümde. Ağladım, sarıldım, çıldırdım sevinçten. Herkesin nasıl olduğunu sordum, kuzenimin nişanlandığını öğrendim. Üç dakika görüşebildik. İlk defa kendi hakkımda, tv’de nasıl göründüğümle ilgili bir şey duydum. Eğer yarışmayı kazanırsam annemle baş başa bir gece geçireceğim, sohbet edebileceğiz, ona sarılarak uyuyacağım, bunun değeri paha biçilemez. O haftaki yarışma denge üzerine. Ben denge konusunda aşırı sıkıntılıyım, hep düşüyorum.  Ama bu ödülü kazanmayı çok istediğimden Tanrı bir güç vermiş olmalı, kazanıyorum. Beş dakika sonra annemle beraberiz ve yemek yiyoruz deli gibi. O gece balıklar, etler, patatesler, ne bulduysam yedim. 8 top dondurma yedim.

Bağırsak düğümlenmesi yaşamışın orada, çok yemekten mi oldu?
Televizyona çıkmadı bu. Annelerden ayrılıp adaya dönerken kendimi iyi hissetmedim, galiba hemoroit oluyorum dedim. Bir merhem verdi doktor. Ağrım vardı ve o halde dokunulmazlık oyununa daha sonra da konseye katıldım. Konsey sonrası doktor muayene etti ve ameliyat lazım dedi. Lokal anestezi ile hemoroiti aldı.

Böyle bir sağlık sorunu yaşandığı neden hiç konuşulmadı?
Hiç düşünmedim ancak gösterilecek bir şey olmadığı içindir. Bacağım kırılsa, kramp girse gösterirler ama burada görüntü olarak kullanılacak bir şey olmadığı için sanırım.

Sanal ortamda en çok konuşulan konulardan biri de annenin adaya gelişiydi.
Hepsini okuyamadım ama ‘Hayim’in annesi anneyse benimki ne’, ‘Bu anneden Hayim nasıl çıktı’, ‘Hayim gitsin annesi kalsın’ gibi tweet’ler atıldı. Anneme “Gelininiz olmak istiyorum, kayınvalidem diyebilir miyim size” diyorlar. Annem de herkese cevap verdi, her şeyi takip etti. Hem çok pozitif bir kişidir hem de anne olarak korumacı. Sağ olsun, o da benim PR’ımı yaptı bu şekilde.

Kazanmak için gruplaşma gibi bir strateji şart mı?
Birçok kişi gruplaştı ben ve Begüm hariç. Herkesle anlaşabileceğimi düşündüm, böyle bir gruplaşmanın içinde olmak istemiyorum dedim. Gruplaşma stratejik bir karar ama o kişiler de hırsına yenik düşüyor. Strateji ile bir yere kadar gidiyorsun ama kısa süre sonra asıl yüzün ortaya çıkıyor ve karşındakine koz veriyorsun seni yazmaları için. Alp Kırşan mesela. Çok seviliyordu, çok hayranı vardı, yarışmalarda da başarılıydı. Ama normalde böyle bir kişi olmamasına rağmen ona laf etti, bunun arkasından konuştu, aramızda sevilmeyen kişi oldu ve elendi.

Açlık, özlem gibi zorlu durumlardan da olabilir mi?
Ben buna çok katılmıyorum. İnsan neyse odur, açlıktan insanın karakterinin değişeceğini düşünmüyorum. Açken bunları yapıyorsan bu senin karakterinin bir parçası diye düşünürüm. Bir de sen açsın da ben tok değilim ki.

Merve’nin Acun Medya’ya açtığı dava ile ilgili ne düşünüyorsun? Gizlice yemek verdiler mi size gerçekten?
Merve’nin söyledikleri yalan. Ama nasıl yalan? Birinin tansiyonu düştüğü zaman bisküvi veriyorlar şekeri yerine gelsin diye. Eğer bu bisküviyi vermek yemek vermekse evet verdiler. Kimseye torpil geçilmedi. Hasan 15kg, Nihat 12kg, Anıl 10kg, ben 8kg vermişim, nasıl gizlice yemek vermiş olabilirler? Ayrıca adada yediklerimiz kilo aldıracak yemekler; pirinç, un, yağ. Hindistan cevizi ise sırf yağ. Bir de muz var, normalde yemeyeceğin bir şey. Bunların hepsi aşırı kalorili şeyler, buna rağmen kilo kaybettim. Bunlar da olmasa 15kg verirdim herhalde. Merve ekranlara kötü yansıdı. Siz beni kötü yansıttınız, siz her şeyi göstermiyorsunuz dedi. Nasıl orayı karalarım da ben aklanırım hikâyesi.

Farklı yansıtıldı mı peki?
Hayır. Anneme şu yarışmacı hakkında ne düşünüyorsun dediğimde benle aynısını söyledi. Çıktıktan sonra da aynı şeyi gördüm. On tane olay oluyordu adada, bu olayın iki tanesi tv’ye yansıyor belki ama o iki olay neyse yansımayan o sekiz olay da benzer, fark yok. Her şeyi gösterme ihtimalleri yok. Ben orada 7 gün 24 saat yaşıyorum. Sen haftada 3 gün 3 saat görüyorsun. Montajla hiçbir şey değişmiyor.

Kendini iyi göstermek için bir yere kadar rol yapabiliyorsun yani
Aynen. Sen neysen osun. O kadar çok şey yaşıyorsun ki orada bir yerde kendini farklı göstersen başka yerden ortaya çıkar. 5 senedir bu programı çekenler şöyle der; orada herkes en fazla on gün rol yapabilir. Özlem, açlık, psikoloji eklendikten sonra istersen en iyi tiyatrocu ol içindeki gerçek insan ortaya çıkar.

 
“Hayim düştü” Acun’un en çok kullandığı cümleymiş. Hayim düştü videosu var, bir de oyunu çıktı…
Hayatım boyunca denge üzerine hiçbir başarım olmadı. Solak insanlar dengesizdir. Sağ elimle bıçağı zor tutarım, ismimi yazamam. Adadan çıkınca adımı Google’ladım ve “Hayim düştü” oyunu çıktı karşıma çok sevindim. Çünkü “Hayim düştü” olayı insanlara sempatik geldi. Düşme hikâyesi ile dikkatleri çektim, hayat hakkında görüşlerimi duydular ve bu sayede sevdiler. Düşmeseydim belki de silinip gidecektim.

Belki sportif olmayanlar da katılabilir bu yarışmaya senden sonra
Olabilir. Acun’un dediğine göre Musevi cemaatinden bayağı kişi katılmak istiyormuş, inanılmaz talep var diyor.

Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?
Yarışma sonrası Acun abi “Kesinlikle televizyonla ilgili bir şey yapman lazım” dedi. En çok istediğim şey dünyayı gezmek. Bu konuyla ilgili bir program olabilir diye düşünüyorum. Herkesin yaşam amaçları var. Benim de en çok istediğim şey duyularımı tatmin etmek. Farklı ülkelere gidip farklı yemekler yemek, lokal müziğini dinlemek, insanlarıyla tanışıp o kültürü tanımak. Bu bir hayal şu an ama Survivor’da bir hayaldi.

‘Acun firarda’ gibi bir şey mi yapmak istiyorsun?
Daha farklı. Mesela New York'a gidince 5th Avenue’ye değil de Harlem’e gitmek, Hindistan’a gidip devenin üzerinde gezip kamp kurmak veya her hafta bir çılgınlığın olduğu bir program; uçaktan atlamak, köpek balığı beslemek, bungee jumping gibi.

Adın neden Hayim Kohen diye sordular mı?
Orada kendimi Musevi olarak anlattım. Bana çok sordular nereden geldin, kimsin, Musevilik nedir diye. Hiç birinin daha önce Musevi arkadaşı olmamış. Ben de onlara anlattım 1400’lü yıllarda buraya geldiğimizi, çoğu belki de Türkiye’de yokken bizim burada olduğumuzu. Bana İsrail-Türkiye maçı olsa kimi tutarsın diye sordular. Tabi ki Türkiye’yi tutarım dedim. Türküm, Türkiye kültürüyle büyüdüm. Atatürk’ün bir sözü vardır ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diye, ‘Ne mutlu Türk olana’ değil. Ben Türküm diyorum ve Türküm. 6 yüz yıldır burada yaşıyorum. Konu ister istemez İsrail- Filistinlilere de dönüyordu. Beni İsrail’in politikası ilgilendirmiyor, ben kendimi Türkiye’ye ait hissediyorum. Ben ezan çaldığında duygulanan bir insanım. Onlar cumayı kılarken su tutup abdest almalarına yardım ettim. Benim için dil, din, ırk fark etmiyor. Ben iyi insan kötü insan bilirim. Kötü insan olduğuna da çok fazla inanmam, kötü insan yaptırıldığına inanırım. Benim için kimliği karakteridir. Onun nerede, nasıl yaşadığı, nereye ait olduğu önemli değil.

Toplam kaç gün kaldın adada?
88 gece. Türk Survivor dünyada çekilmiş en uzun Survivor programı ve son beşe kalanlar rekor kırdı. Ama bu son 5 içinde elenmeme rağmen tatil ödülü kazanamayarak adada en çok zaman geçirmiş kişi benim.

Ada dönüşünde “Nutella havuzunda yüzsem keşke” diye bir tweet atmıştın. En çok Nutella’yı mı özledin?
Nutella, en çok Nutella. Orada her gün Nutella diye bağırıyordum. Bin dolar vereceğim yeter ki bana Nutella verin diye yalvarıyordum.

Survivor bakış açına ne kattı?
Daha önce işimi büyüteyim, daha çok para kazanayım ve daha çok tüketeyim diye düşünürdüm. Bu hepimizin yaşadığı hayat sanırım sadece bana özgü değil. Survivor’da sadece kendimdim. Ne bir şey almaya, ne de satmaya çalışıyordum. Hayatımın bir bölümünde Bodrum mu olur Hindistan mı olur bilmiyorum ama oralarda yaşamak istediğime karar verdim. Bunu yapabilmek için de para lazım. O yüzden de şimdi çalışıyorum. Başka ne kattı dersen bu yarışmada daha sabırlı olmayı öğrendim diyemem ama sabrettim. Demek ki ben dayanma konusunda sabırlı bir insanmışım, bu ortaya çıktı. Daha cesurum da diyemem ama şimdi yağmur yağıyorsa yağsın, yerde yatacaksak yatalım diye düşünüyorum. Karakter değil ama fiziksel özelliklerimi güçlendirdi.

Şimdi spora başladın mı peki?
Valla daha hiç yapmadım.


The Tru“e”man Show - 13 haziran 2012
90 gece,
İnanılmaz uçta deneyimler, duygular…
85 aç gece
Her yemekten sonra yine acıkacağını bilmek,
Tokken bile yarın aç olacağını bilerek yemek.
Rüyanda çikolata havuzları görüp sabah açlık hissini düşünmemek için uyanmayı istememek,
Ama açlıktan uyuyamamak...
Özlemi en dibine kadar yasamak;
Ulaşamadığını bilmek,
Daha kötüsü ulaşamayacağını bilmek...
Çaresiz kalmak;
Doğaya karsı gelememek,
Yağmurla savaşamamak,
Yani doğayla iç içe yasayıp;
Karsı geleceğine, ayak uydurmak...
Yatakta sadece iki gece yatmak;
Rutin hayata dair hiçbir şeyi yapmamak,
Ve bunun verdiği keyfi anlamak...
Her saniyenin hayatında daha önce yaşamadığın bir saniye olmasını yaşamak...
Teknolojiye dair hiçbir şeye erişememek...
Zaman kavramanı kaybetmek, tarihi bile bilememek
Kendini bir zaman sonra adalı hissetmek...
Kendini anlatmaya çalışmak için çalışmamak;
Kendin olmak...
Ve ödün vermeyip gerisinin yalan olduğuna inanmak...
Ve hayata şükretmek;
Her saniyenin keyfini çıkarmayı bir daha öğrenmek,
Aile ve dostların hayat olduğunu, gerisinin boş olduğunu daha da içten hissetmek...
Daha büyük bir tecrübe olamazdı…
Bekle hayat yine geliyorum…

 

Teşekkürler Hayim
Survivor'da kulis yapmadan da, dolap çevirmeden de, çete üyesi olmadan da yarışılabileceğini gösterdiğin için...
Üç aylık açlığa, uykusuzluğa, yorgunluğa rağmen kimsenin kalbini kırmadığın, sesini bir kez bile yükseltmediğin için...
Survivor'ı şöhrete kavuşmanın, para pul sahibi olmanın yolu gibi görmeyip bir sufinin çilehanesine dönüştürdüğün için...
Yenildiğin, elendiğin anlarda bile beyefendiliğinden bir gram ödün vermediğin için...
En yakın gördüğün arkadaşların, seni ödül organizasyonuna götürmeyip adeta arkandan hançerlediğinde bile onlara duyduğun sevgi ve saygıyı muhafaza edebildiğin için...
Ve hepsinden önemlisi; kökeni, dini ne olursa olsun, insanlık adına giderek ıssızlaşan bu yarımadada; barış ve huzur içinde yaşayabilmenin mümkün olduğunu hepimize ispatladığın için...
Teşekkürler Hayim kardeşim...
Yüksel Aytuğ - Sabah Gazetesi, 13 Haziran 2012
 
Merhaba Yuksel Bey,
Adadan elendikten sonra, internette yazılanlara baktım. İnsanlar beni anladı mı, bu yarışmaya girerken edindiğim misyonu gerçekleştirebildim mi diye çok merak ettim. Evet, kendi adıma bu misyonu gerçekleştirmiştim, önemli olan da buydu. Ama karsında seni izleyen büyük bir kitlenin seni anlaması da önemliydi. Elendikten sonra Dominik'teyken, bir sabah annem aradı ve sizin yazınızı yolladı. Okurken dakikalarca ağladım. Yazdıklarınız için değil, beni anladığınız için teşekkür ederim. Herhalde bana kendini yaz deselerdi, bu kadar iyi betimleyemezdim. Duygularıma tercüman oldunuz. Ne kadar teşekkür etsem az.
Sevgiler,
Hayim

 
Karel Valansi
Şalom Dergi Eylül 2012











 


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri