Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gazze’de neler oluyor?

14 Kasım günü Gazze sokakları yeni bir kutlamaya ev sahipliği yaptı. 2006’dan beri yönetimi elinde bulunduran Hamas, İsrail’in Bulut Sütunu ‘yenilgisini’ askeri bir güç gösterisi ile kutladı, Arap halklarını İsrail’e karşı birleşmeye, Filistinlileri üçüncü İntifada’ya çağırdı. Halkın tercihi ile başa geçtiğini iddia eden ancak bir daha seçim düzenlemeyen Hamas’ın bölgede gücü hâlâ elinde tuttuğunu göstermesinin en kolay yolu bu tür gösteriler. Ancak bu sefer alıştığı övgü ve destekten çok daha farklı bir tepki ile karşılaştı. “Günde 16 saatlik elektrik kesintisi yaşanırken, bu araçları şov amaçlı gezdirecek yakıt nereden bulundu?” diye sordu Gazze halkı Hamas’a.

Mario Levi: Ben bir Don Kişot'um

Mario Levi’nin son çıkardığı kitabı ‘Size Pandispanya Yaptım’ın yeri çok özel benim için. İlk defa bir kitabın bir düşünceden doğmasını, zamanla olgunlaşmasını ve yazım aşamasına geçmesini izledim. Dublin’de bir otel odasında ilk cümlelerin yazılmasından, yazdıkça hikâyeden romana dönüşmesine ve daha sonra son noktanın konulmasına tanıklık ettim. Baskı zamanı geldiğindeyse ilk bölümünü yazarın kendi okumasıyla dinleme şansına sahip olanlardan biri oldum. Mario Levi için sanat danışmanım derim hep. Son dört yıldır hep onun tavsiye ettiği roman ve yazarları okuyorum, onunla fikir alışverişinde bulunuyorum. Bu söyleşiyi de bizim sohbetlerimizden biri olarak görün ve hadi aramıza katılın siz de… ‘Size Pandispanya Yaptım’ farklı bir Mario Levi kitabı. Bir kere az sayfalı ve kısa cümleli. Bu bakımdan sıra dışı. Hele ekşisözlük’teki sözü bildikten sonra… Evet, çok komik o, hala gülerim aklıma geldikçe. Şöyle diyor “Ben onun bir cümlesini okumayı bitirene kadar babam gazetedeki bulmac

Yahudi göçleri ve Türkiye Yahudileri

Kadir Has Üniversitesi 2-3 Aralık tarihlerinde ‘Dünyadaki Yahudi Göçleri, Osmanlı ve Türkiye Yahudileri’ adlı kongreye ev sahipliği yaptı. Yahudi Çalışmaları Merkezi YAÇAM tarafından Moşe Dayan Merkezi desteğiyle düzenlenen kongrede tarihsel süreçte Yahudi göçleri ve Türk-Yahudi ilişkileri ele alındı Üniversitelerin lisans, yüksek lisans ve doktora seviyelerindeki uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, tarih, kamu diplomasisi alanındaki öğrencilerden oluşan Türkiye Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Derneği (TUİÇ), geçtiğimiz mayıs ayında bünyesinde Yahudi Çalışmaları Merkezi YAÇAM’ı kurdu. Yahudilik konusunda akademik alanda uzmanlaşmak isteyen öğrencilere yol göstermesi amacıyla kurulan merkez, Yahudilerin tarihini, başta Türkler olmak üzere diğer devletlerle olan ilişkilerini objektif açıdan incelemek, Türk ve Yahudi halkları arasındaki önyargıları giderip birbirlerini daha yakından tanımalarını amaçlamakta. Sivil bir inisiyatif olan TUİÇ ve YAÇAM siyasi zeminde non-partisan

Türk dış politikası hakkında halk ne düşünüyor?

Türk dış politikasına yönelik kamuoyunun bakış açısını ortaya koyan ‘Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması 2013’ün sonuçları yayınlandı Kadir Has Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi, 4 Aralık günü Türk dış politikasına yönelik halkın bakış açısını ortaya koyan ‘Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması’nın sonuçlarını yayınladı. 26 ilde 18 yaş üstü 1000 kişi ile görüşülerek yapılan ankete göre genç nüfus dış politikayı sosyal ağlardan takip ediyor. Medya kuruluşlarına duyulan güven ise internet sitelerinin gerisinde kalıyor. Türkiye’nin dış politikada dostu olmadığını düşünenlerin oranı yüzde 38,6 iken Türkiye için en önemli tehdit algısı ABD, İsrail ve Suriye olarak tanımlanıyor. Ankete göre Azerbaycan en yakın dost olarak tanımlanırken, Türkiye’nin en çok Türki ve Müslüman ülkelerle işbirliği içinde olması gerektiği düşünülüyor.  Ankete katılanların yüzde 47,5’i Türkiye’nin AB’ye üye olmasını desteklemesine rağmen yüzde 46,7’sı üyeliğin hiçbir zama

‘İran neden nükleer bombaya sahip olmalı’

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran ile yapılan nükleer anlaşmayı, “en tehlikeli silahı üretmesine izin verildi” diyerek “tarihi hata” olarak nitelendirdi. Netanyahu bir konuda haklı. Henüz Cenevre’deki geçici anlaşmaya yansımamış olsa dahi, İran’ın uranyum zenginleştirme hakkı anlaşmanın içeriğinde kendini gösteriyor. İran’ın tüm nükleer çalışmalarını durdurmayı ve Suriye’nin kimyasal programı gibi tamamen yok etmeyi hedeflemeyen bir anlaşmaya imza attı taraflar. Genel beklenti de asıl anlaşmada bu hakkın yazılı olarak yer alması. İran’ın başka türlü bir anlaşmayı kabul etmesi de beklenemezdi. Bu durumda ne değişecek? Bu anlaşma İran’ı ‘normal’ bir NPT ülkesi (Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması) haline getirecek. Bu da barışçıl amaçlı nükleer enerji üretimine yeşil ışık yakılması demek. İsrail’in tüm kaygılarına rağmen değişmeyecek bir gerçek de var. O da İran’ın gelişmiş programı ile nükleer silaha ulaşma kapasitesine çok az bir zaman kaldığı gerçeği. İran’ın m

Türkolog Corry Guttstadt: “Holokost’ta daha fazla Yahudi Türkiye’ye dönebilirdi”

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir konferansta konuşmacı olan Alman Türkolog Corry Guttstadt, II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin Yahudi göçmen kabul etme politikası yürütmediğini iddia ediyor. “1930’lu yılların ortalarından beri Ankara’nın genel politikası Yahudi mülteci istemediği yönündeydi,” diyen Guttstadt ile Türkiye’ye davet edilen Yahudi akademisyenleri, o dönemde Avrupa’da olan Türk Yahudilerinin ve Türkiye’deki azınlıkların durumunu konuştuk. 1930’lar Türkiye’sine Yahudi profesörlerin katkıları nelerdir? Almanya’dan Türkiye’ye gelen akademisyen ve uzmanların genç Türkiye Cumhuriyeti’ndeki üniversitelerin gelişmesine ve kültürel altyapısının oluşmasına yaptıkları katkılar çok büyük. Birçoğunun Nazi Almanyası’nda mesleklerine devam etmeleri engellenmişti. Bu akademisyenlerin Türkiye’ye kabulü onları diğer Avrupa Yahudilerinin kaderinden korudu. Bu çok önemli. Ancak “Türkiye bu akademisyenleri Holokost’tan kurtarmak için ülkeye davet etti” demek yanlış. Çünkü o tarihte

Her yol Cenevre’ye çıkar

“ Bu 30 saatte son 30 yılda konuştuğumuzdan daha fazla konuştuk,”  diye özetliyor ABD Dışişleri Bakanı John Kerry geçtiğimiz hafta gerçekleşen Cenevre Görüşmelerini. P5+1 (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya) ve İran henüz bir anlaşmaya varamamış olsa da Tahran’ın nükleer programını sınırlaması karşılığında uluslararası yaptırımların kademeli olarak azaltılmasında fikir birliğine vardılar. Görüşmelere sonradan katılan Fransa’nın özellikle plütonyum üretecek Arak Ağır Su Reaktörü ile ilgili endişeleri, İsrail’in “Asrın anlaşması ama Tahran için” diye nitelediği bu geçici anlaşmayı durdurdu. Taraflar 20 Kasım’da yeniden görüşecekler.

Güneş Doğu’dan yükselir

Yom Kipur Savaşı’nda İsrail’i destekleyen ülkeleri cezalandırmak için OPEC’in Ekim 1973’te başlattığı petrol ambargosu, dünyanın enerji dengelerini radikal bir şekilde değiştirmişti. Petrol talebinin yükselişte olduğu, dünyanın Körfez ve Kuzey Afrika petrolüne bağımlı olduğu bir dönemde petrol politikalarının siyasallaştırılması, petrol ithalatçısı ülkeler için bir uyarı ışığı olmuş, bağımlılığı azaltmak için yeni üretim alanları araştırmalarına verilen önem artmıştı. Ambargo sırasında durma noktasına gelen ekonomisi ile ABD, Ortadoğu petrolünün üretici ülkelerin inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli olduğuna karar vermişti. Petrol o dönemden beri ABD’nin güvenlik ve dış politikasının ana belirleyici maddelerinden biri oldu. Kasım 1973’teki ulusa sesleniş konuşmasında Başkan Nixon, Amerikalılara yedi yıl içinde enerjide bağımsızlık sözü vermişti. Ancak o dönemde dünya petrolünün üçte birini tüketen ABD için bu hedef ulaşılmazdı. OPEC ambargosunun 40. yıldönümünde enerji deng

Limmud ‘fark yarat’tı

Bu sene “Fark Yarat” mottosuyla 9.su düzenlenen Limmud Kültür Festivali 2-3 Kasım tarihlerinde Ulus Özel Musevi Lisesi’nde gerçekleşti Katkıda bulunanlar:  N elly Barokas, Nazlı Doenyas, Mois Gabay, Rayka Nayır Güven, Dalia Maya, Melih Namer, Selin Nasi, Tuna Saylağ, Karel Valansi, Sabi Varon, Aylin Yengin Bu sene ‘Fark Yarat’ mottosuyla dokuzuncusu düzenlenen Limmud Kültür Festivali, 2-3 Kasım tarihlerinde Ulus Özel Musevi Lisesi’nde gerçekleşti. Yaklaşık 1000 kişi, konusunda uzman yerli ve yabancı akademisyen, iş adamı, sanatçı, bilim insanı, medya mensubu ile tanışma fırsatı yakaladı. Öğrenmek anlamına gelen ‘Limmud’ Kültür Festivali’nde her sene olduğu gibi bu sene de etkinliklerin ortak paydası genel kültür ve Yahudilikti. Katılımcılar, kültür seviyelerini biraz daha yükseltmenin yanı sıra hoş, eğlenceli, paylaşımcı bir ortamda, ilgi duydukları konularda bilgi edinme olanağı da buldular.

80. yılında Türkiye’nin Yahudi profesörlere kucak açtığı söylemi tartışıldı

Nazi zulmünden kaçan Yahudi ve sosyalist akademisyenlerin Türkiye’ye gelişlerinin 80. yıldönümü vesilesiyle Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü, Goethe Institut ve Avusturya Kültür Forumu 31 Ekim-1 Kasım’da Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘İdeoloji ve İktidar Ekseninde Eğitim - Üniversite Reformu ve Yahudi Akademisyenlerin Mirasını Yeniden Değerlendirmek’ başlıklı bir konferans düzenledi Beş panelden oluşan konferansta açılış konuşmacısı  Tarih Profesörü Mete Tunçay , Türkiye’de yüksek eğitimin reformunda önemli role sahip bu sığınmacıların, ülkeye geliş gerekçelerinin, hizmet yıllarında karşılaştıkları sorunların, Yahudi kimliklerinin ve Türkiye’nin Yahudi akademisyenlere kucak açtığı resmi söyleminin irdelenmesi gerektiğini söyledi. Tunçay, 1933 Üniversite Reformu ile birlikte, İstanbul Darülfünunu’nun çağdaş İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmesini gerçekleştiren, dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in tasfiye edilen Türk öğretmenler yerine yeni öğretim kadrosunu Nazi rejim

15 Kasım kurbanları New York’da anıldı

Türk Yahudilerinin Amerikalı Dostları Derneği’nin, 23 Ekim akşamı New York’taki Congregation Magen David Sinagogu’nda düzenledikleri tören ile 15 Kasım 2003 terör kurbanları ile başka bir terör olayında öldürülen Yasef Yahya ve geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Alp Alkaş da anıldı. 15 Kasım 2003 tarihinde bomba yüklü araçlar Neve Şalom ve Şişli Sinagoglarına saldırdıklarında 27 kişinin ölümüne sebep olmuş, 300’den fazla kişiyi yaralamıştı. Bu acı saldırıların üzerinden tam on yıl geçti. İbrani takvimine göre 23 Ekim çarşamba gününe denk gelen tarihte terör kurbanları İstanbul’da olduğu gibi New York’ta da anıldılar.

Oyun sırası İran’da

Zaman ilerledikçe içinden çıkılamaz hale gelen sorunlara rağmen, bir iyimserlik havası esiyor bu günlerde. Suriye’ye karşı askeri bir operasyona ramak kala ortaya çıkan Rusya’nın teklifi sayesinde Suriye’nin kimyasal silahlardan arındırılması kararıyla başladı bu his. Hemen ardından Nobel Ödüllerine yansıdı ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) görevi gereği üstlendiği Suriye’deki silahları imha süreci nedeniyle Nobel’e layık görüldü. Daha doğrusu barışa bir umut olduğu gerekçesiyle ödülü kazandı. Tıpkı 2009’da henüz yeni seçilen Barack Obama’nın bu umutla barış ödülünü alması gibi. ABD ve İran arasındaki yakınlaşma ile bu iyimserlik havası tam hız devam ediyor.

Emek Sineması´nın mimarı Rafael Alguadiş

Mühendis-mimar Rafael Alguadiş’in adı Haziran ayında Nişantaşı’na asılan bir plaketle ölümsüzleştirilmişti. Ailesinin çabasıyla asılan bu plaketle İstanbul, unutulmuş bir mimarını yeniden hatırlama fırsatına kavuştu. Rafael Alguadiş’i biraz daha yakından tanımak için güzel bir sonbahar sabahı oğlu yazar Jak Alguadiş ile Nişantaşı’nda buluştuk ve eskilere daldık… Başta Emek Sineması olmak üzere (eski adıyla Melek), Opera (daha sonra İpek, Yeni Komedi Tiyatrosu) ve Artistik (daha sonra Sümer, Küçük Emek, Rüya) sinemaları Rafael Alguadiş’in İstanbul’a kattığı kültür hazinelerinin başında geliyor. Plaket ise Valikonağı’nın tam karşısında yer alan ve 1930’da yaptığı Marmara ve Sümer apartmanlarının ortasında yer alıyor. Karşıya geçip binalara baktığınızda balkon, pencere ve alınlık süslemelerinin güzelliğini görebilir, daha sonradan eklenen ek katın uyumsuzluğunun bile bu güzelliği gölgeleyemediğini fark edebilirsiniz. Babanız Rafael Alguadiş’i anlatır mısınız? Babam 1894’te Lül

Gerçek bir Akdenizli Georges Moustaki

Özgürlük tutkunu, hümanist, asi. Aynı zamanda aşka aşık, biraz kaderci, biraz romantik. Onu tanımlamada sözler hep eksik kalıyor. Bir mayıs sabahı Georges Moustaki’nin gidişiyle büyük bir ozanı ve müzisyeni kaybettik. Edith Piaf’ın büyük aşkı, Milord, Le Métèque şarkılarının babası ayrıldı aramızdan geçen baharda. Bu yazı onun anısına… Mayıs ayında, bir sabah erken saatte geldi ölüm haberi. Sürpriz değildi, uzun süredir hasta olduğu biliniyordu. 2009’da Barcelona’da, sadece üç şarkı seslendirdiği kariyerinin son konserinde, solunum yolları rahatsızlığı nedeniyle artık şarkı söyleyemeyeceğini, sahneleri bırakmak zorunda olduğunu açıklamıştı izleyicilerine. O, “ Duşta şarkı söylemeyi özlüyorum ” diyordu ama hayranları için çok daha büyüktü eksikliği. Onun şarkılarında kendini bulmuş, ayrılığın acısını paylaşmış, aşkın büyüsüne kapılmış, özgürlüğü, hatta tembellik hakkını onunla birlikte savunmuşlardı. Moustaki’nin şarkılarını dinlemek günlük hayatın sıradanlığından bir kaçış yol

Mario Levi: “Coğrafya kaderdir”

Mario Levi yeni kitabı ‘Size Pandispanya Yaptım’ın tanıtımı için geçen perşembe günü Pera Palas’taydı. Kitabın yazım aşamasından bir sonraki projesine kadar değindiği söyleşiyi, her okuruyla teker teker sohbet ettiği imza günü takip etti. Yazdan kalma, güneşli bir eylül öğleden sonrasında birçok edebiyat aşığı ile Pera Palas Oteli’nin çay salonunda bir araya geldik. Yüksek tavanı, geniş kadife koltukları ile artık geride kalmış büyülü bir zaman dilimine ait bu salonda, elimizde cay fincanlarımızla ev sahibimizi beklemeye başladık. Sokakta süregelen koşuşturmadan sıyrılıp, zamanın daha yavaş aktığını hissettiren bu mekân çok doğru bir seçim edebiyat buluşmaları için. Sanki ilk kitabı henüz yayınlanmış yeni bir yazar gibi heyecanlı Mario Levi. Oysa bu onun onuncu kitabı, altıncı romanı. Kendi de itiraf ediyor, on yedi yıllık üniversite hocalığının bile yeni bir kitabın yarattığı heyecanı yenemediğini.

Büyük Şeytan ile Şer Ekseni’nin dostluğu

K oridorda mı karşılaşacaklar yoksa öğle yemeğinde mi buluşacaklar derken, 1979 devriminden beri ilk defa, ABD ve İran liderleri bir telefon görüşmesi ile doğrudan konuştular. Cumhurbaşkanı seçilmesinden beri Ruhani’nin İran’ın ihtiyacı olan taze kan, Batı ile ilişkilerini düzeltecek ılımlı isim olacağı belliydi. Bir imaj yenileme sürecine girmişti İran. Hem halkın kabul edeceği, hem de Ahmedinejad’ın sert ve tehditkâr söylemleri ile zedelediği İran’ın saygınlığını uluslararası kamuoyunda düzeltecek bir ismin görevi devralması gerekiyordu. Dini Lider Hamaney’in onayladığı adaylar arasında Batı dünyasında uzlaşmacı olarak tanınan Nükleer eski Başmüzakereci Ruhani’nin ismi hemen öne çıkıyordu. Önce BM eski Temsilcisi Cevad Zarif’i dışişleri bakanı yaparak eski dönemin kapandığına işaret eden Ruhani, bazı siyasi mahkûmları serbest bırakarak, Facebook ve Twitter gibi programlardaki erişim kısıtlamalarını kısmi olarak kaldırarak Batı’yı değişimden haberdar etti. Ancak asıl şaşkınlık, R

Diplomasi sahnesi

Dünya gündemini takip ederken kendinizi bir tiyatro sahnesinde hissediyor musunuz benim gibi? Herkesin kostümler giyip, yoğun makyajlar yaparak gerçek kimliklerini ve amaçlarını gizlediği yalancı bir dünyada? Gündem yine alt üst oldu. Savaş çıktı mı, çıkacak mı, sonuçları ne olabilir derken ‘bir anda’ perde kapandı ve aynı hızla sahne değişti. Amerika’nın sınırlı bir müdahale ile Esad rejimini koltuğunda bırakacak, ancak kimyasal silah kullanımını cezalandıracak operasyonu sadece bir günde rafa kalktı. Kongre oylaması iptal edildi, şimdiye kadar konuşulmamış bir seçenek, ‘bir anda’ tüm taraflardan kabul gördü. Önce ABD önerdi; “kimyasalları teslim et müdahale etmeyelim,” sonra Rusya “uluslararası denetime bırak” dedi. Esad kabul etti, hatta kimyasal silahların üretimini ve kullanımını yasaklayan uluslararası sözleşmeye de imza atarım dedi. Suriye’nin bir diğer dostu İran da bu öneriye yeşil ışık yaktı.

ABD kumar masasında

Ortadoğu gündemi hızla değişiyor. Bir gün Mısır’ın geleceğini tartışırken, ertesi gün Suriye’ye askeri operasyon seçeneğini masaya yatırıyoruz. Bu hızlı değişim beraberinde hızlı ve etkin karar almayı ve politika üretmeyi de zorunlu kılıyor. Dünyanın tek süper gücü ABD ise, böyle bir döngünün içinde, karışmak istemediği bir kavganın içine sürükleniyor. ABD Başkanı seçildiğinde Obama’nın önceliği Amerikan askerlerinin eve dönmelerini sağlamaktı. Ortadoğu’dan uzaklaşmak, geleceğin şekilleneceği yer olarak gördüğü Asya’ya ve ülkesinin iç sorunlarına odaklanmak istiyordu. Ancak Arap Baharı’nın patlak vermesiyle kendini Ortadoğu hesaplaşmalarının içinde buldu. Ağustos 2012’de söylediği “Esad rejiminin kimyasal silah kullanması kırmızı çizgidir” sözünün arkasında durma zorunluluğu, kontrol edemediği bir oyunun içine girmesine neden oldu. Sınırlı bir müdahale ile rejimin hedeflenmediği, yani Esad’ı koltuğunda bırakacak, sadece kimyasal silah kullanımını cezalandıracak bir operasyon planl

Sinagogdaki muhteşem sesin sahibi Simon Cohen

İlk kez bir Bar Mitsva töreni sırasında dinledim onu ve sesine hayran kaldım. Sebebi sadece sesinin güzelliği değildi. Tonlaması, vurgusu, içtenliği, sesinden tüm mekâna yayılan enerjisiydi benim kadar tüm salonu etkisi altına alan. Yaz tatili için ailesiyle Büyükada’ya geldiğini öğrenince, bir pazar sabahı buluşmak için sözleştik ve lezzetli yaz meyveleri eşliğinde bol melodili ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Kudüs’den Londra’ya, Miami’den Budapeşte’ye kadar birçok şehirde konserler veren Hazan Simon Cohen’i daha yakından tanımaya ne dersiniz?

Amerika’nın Ortadoğu çıkmazı

Mısır ordusu ile Müslüman Kardeşler arasında süregelen ve ülkeyi iç savaş uçurumuna doğru hızla sürükleyen çatışmaları takip ederken, ilk kıvılcımı yakan halkın özgürlük ve demokrasi isteği ile ekonomik sıkıntıların ne kadar arka planda kaldığını görüyorum umutsuzca. Mısır bir istisna değil. Arap Baharı olarak adlandırılan ve halkın uyanışı olarak tanımlanan hareket, benzer birçok ülkede olduğu gibi Mısır’da da arzulanan çizgiden keskince saparak bir iktidar savaşına dönüştü. Ülke, güçlerin çatışma meydanı haline gelince, en son akla gelen ise otoriter rejimlere karşı gelmeye cesaret etmiş halkın talepleri ve sıkıntıları oluyor.

İsrail-Hamas barışı hayal mi?

A rap Baharı ile birlikte radikal bir şekilde değişen bölge dinamikleri, başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere bölgesel aktörlerin dış politikaları kadar iç dengelerini de etkileyen güçte devam ediyor. Suriye’de süregelen iç savaş ve Mısır’daki son gelişmeler yakın bir zamanda bölgenin durulmayacağına işaret ediyor. İstikrarsızlaşan Ortadoğu’da, tahmin edilenin aksine, ilişkilerini bir şekilde rayına koyan iki yönetim var: İsrail ve Hamas.

'Barışa bir şans verin'

İ srail ile Filistinliler arasında doğrudan görüşmelerin liderler bazında olmasa da müzakereciler tarafından yürütülecek ilk etabı Washington’da başladı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, göreve geldiği gün bu konuyu ana önceliği yapmış ve ne olursa olsun iki tarafı masaya oturtmaya kararlı olduğunu belli etmişti. Azmi, ikna kabiliyeti ve enerjisi görüşmelerin başlamasının arkasındaki asıl neden. Kerry’nin ısrarı olmasa, iki tarafın statükodan memnun olduğu, değiştirmek için de pek bir gayret sarf etmeyecekleri söylenebilir. Görüşmelerin durduğu son üç yıla baktığımızda Abbas birçok kez görüşme masasına oturmak için talep ettiği şartları açıklamış, Netanyahu da birçok kez önkoşulsuz görüşmelere hazır olduğunu yinelemişti. Ancak bu yaklaşım tarafları hiçbir yere götürmemişti.

Görüşme masasına doğru

Şubat ayında göreve geldiğinden beri, ana hedefi İsrail ile Filistinliler arasında doğrudan müzakereleri başlatmak olan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, altıncı kez bu amaçla ziyaret ettiği Ortadoğu’da nihayet müjdesini verebildi. Her şey yolunda giderse, uzun zamandan sonra ilk kez İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Filistin Özerk Yönetimi (FÖY) Lideri Mahmud Abbas yüz yüze görüşecekler. Bu bile, hiçbir sonuç çıkmasa da, başlı başına bir ilerleme ve özellikle ABD için bir başarı sayılır.

Demokrasi yolunda…

Ülkedeki ilk özgür seçimlerle iş başına gelen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Mısır’ı yönetme serüveni birinci yılını doldurması ile sona erdi. Uzun yıllar boyunca yeraltında faaliyet gösteren Müslüman Kardeşler, sabırla doğru zamanı kollarken, uygun ortam ancak 80 yıl yasaklı kaldıktan sonra, Arap Baharı ile geldi. Ancak seçimle başa geçen Mursi’nin kaderi de aynen Mübarek gibi yoğun halk protestosu ve ardından gelen askeri bir müdahale ile devrilmek oldu. Mübarek’in devrilmesini devrim, Mursi’ninkini darbe olarak tanımlama tartışmalarının, ülkedeki krizin çözümüne bir yardımı olmuyor. Kimilerinin teröristi kimilerinin özgürlük savaşçısı olabileceği gibi, kimilerine göre darbe olan kimilerine göre devrim olarak nitelenebilir. Bu ayırıma ise en iyi o ülkenin halkı karar verebilir.

Mısır’ın demokratik çıkmazı

Geçtiğimiz sene bu günlerde Mısır’da ilk özgür seçimler düzenlendi. Katılımın oldukça düşük (%47) olduğu ikinci tur seçimlerinde, halk ayaklanması sonucu devrilen Mübarek’in son Başbakanı Ahmet Şefik ile bölgedeki tek örgütlenebilmiş güç olan Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi yarıştı. Şeriat düzeni korkusuna rağmen eski rejime tek alternatif olan Mursi, az bir oy farkla yeni cumhurbaşkanı seçildi. Eski bir devrin kalıntıları üzerine göreve gelen Mursi, çökmüş bir ekonomi, başta turizm olmak üzere azalmış gelir ve yatırımlar, yolsuzluk, yoksul ve kötü hayat koşullarına sahip bir halk ile Mısır’ı teslim aldı. Mursi’nin seçilmesi sonrasında yazdığım yazıda şöyle demiştim; Bugünkü tabloda Mursi’nin cumhurbaşkanı olarak en önemli görevi ülkede birliği sağlaması ve ilk demecinde söylediği gibi ‘Tüm Mısırlıların başkanı’ olması. Kendisine oy verenler kadar vermeyenlere de ulaşması gerekiyor. Bunu başarmak için hükümeti kurarken her kesimden, dinden ve mezhepten isme görev vererek

Twitter ve Karanfiller

Son haftalarda oldukça farklı yaşıyoruz. Sabah kalkıp ilk iş Facebook ve Twitter’dan gelişmeleri öğreniyoruz, Mizah gücümüzü sonuna kadar kullanıyoruz, Siyahlar, kırmızılar giyiniyoruz, Parklara çıkıp forumlar düzenleyerek doğrudan demokrasinin ilk adımlarını atıyoruz, Meydanlarda toplanıp, çiçekler dağıtıyoruz ya da sadece duruyoruz, Saat 9 olduğunda ışıkları yakıp söndürüyor, olabilecek en akortsuz seslerden en anlamlı, en ahenkli müziği yapıyoruz, Tepkimizi gösteriyoruz. Tüm tepkimiz, daha iyi bir gelecek için.

İran’dan umut ışığı

14 Haziran İran seçimleri öncesinde olumsuz bir tablo vardı karşımızda. 2009 seçimlerinde oy sayımı bitmeden Ahmedinecad’ın galibiyetinin açıklanması, “Oyum nerede?” diye soran halkın protestosunun şiddetle bastırılması, Yeşil Hareket’in başarısızlığıydı umutsuzluğa iten. İran’ın en büyük otoritesine karşı kazanamamıştı reform isteyen halk. Birçoğu, “nasılsa sayılmayacak” diyerek oy vermeyi bile düşünmüyordu. 2009 seçimlerinden sonra Ahmedinecad ile bir dört yıl daha geçirmiş, İran’ın gittikçe dünyadan koparıldığını, yaptırımların ağırlaştığını, ekonomik darboğazın sıkılaştığını görüyorlardı. Reformist liderler Musavi ve Karrubi ise hâlâ ev hapsinde tutuluyordu. Rejim tarafından onay alanlar ancak seçimlerde aday olabiliyor İran’da. Bu da yine dini lidere bağlı bir kurum tarafından belirleniyor. Reddedilenler arasında Ahmedinecad’ın desteklediği Meşai ve İran devrimi liderlerinden eski Cumhurbaşkanı Rafsancani de var. Yeni bir 2009 yaşanmaması için internet yavaşlatılıp, belli progra

İran seçim sonuçları Kadir Has Üniversitesi´nde değerlendirildi

İran seçimleri, sonuçları ve bölgeye olası etkileri, değerli konuşmacıların katılımıyla, Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen seçim sonrası panelinde masaya yatırıldı. 17 Haziran günü, Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Çalışmaları Merkezi (Center For International and European Studies, CIES) ve The Hollings Center tarafından düzenlenen panelde İran seçimlerinin sonuçları ve etkileri tartışıldı. Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doçent Dr. Serhat Güvenç moderatörlüğünde gerçekleşen panelde, CNN Türk Dış Haberler Editörü Enis Erdem Aydın, Ortadoğu ve İran araştırmacısı Dr. Arzu Celalifer Ekinci, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim görevlisi Doçent Dr. Ahmet K. Han ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gencer Özcan konuşmacı olarak katıldı.

Özür sonrası Türkiye-İsrail ilişkileri New York’ta tartışıldı

Mavi Marmara olayı ardından bozulan Türkiye-İsrail ilişkileri New York’ta düzenlenen bir panelde tartışıldı. Özür sonrası ilişkilerin daha iyiye gideceğini öngören konuşmacılar arasında İsrail’in Türkiye eski büyükelçisi de bulunuyor. Sivil Toplum Kuruluşu Bnai Zion Foundation tarafından 6 Haziran günü New York Manhattan’da Türkiye-İsrail ilişkilerinin tartışıldığı bir toplantı düzenlendi. ‘Özür sonrası Türkiye ve İsrail nerede? Nereye gidiyor?’ adlı toplantıya konuşmacı olarak İsrail’in Türkiye eski Büyükelçisi Uri Bar Ner ile Suny Maritime College öğretim görevlisi Dr. Mark Meirowitz katıldı. ABD Başkanı Barack Obama’nın inisiyatifi ile telefon görüşmesi yapan Başbakan Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve beraberinde gelen özrün tartışıldığı toplantıda iki ülke ilişkileri açısında olumlu bir dönemin başladığına dikkat çekildi. Umut verici bir gelişme olarak değerlendirilen özür ile birlikte, iki ülkenin ticaretle artarak devam eden işbirliğini diğer alanlarda

Bozcaada’da Keyif Zamanı

Yaz yaklaşırken “bu sene tatile nereye gitsem?”  diye düşünüyorsanız, hep Bodrum, Çeşme, Mavi Yolculuk arasında  seçim yapmak zorunda kalıyorsanız, değişik ama en önemlisi kafanızı dinleyebileceğiniz  bir tatil yeri arıyorsanız, hele kısa süreli bir kaçamak düşünüyorsanız, size kesinlikle Bozcaada’ya gitmenizi tavsiye ederim. Kumu bembeyaz, denizi buz gibi, insanları cana yakın, şarabı hele reçelleri harika! Üstelik Bozcaada’da gürültülü ‘beach club’lar yok, 50 liraya satılan lahmacunlar yok, popüler tatil yörelerinde görmeye alıştığımız ellerinde fotoğraf makineleriyle tetikte bekleyen paparazziler yok, moda dergilerinden fırlamışçasına aşırı süslenmişler yok, marka yok, moda yok, zorunlu kalıplar yok. Ne mi var?  Doğa var, rahatlık var, sadelik var, huzur var, dinginlik var, sessizlik var, keyif var… Bozcaada, yakın bir arkadaşımdan sıkça duyduğum bir tatil yöresi. Yazın Büyükada’yı kastederek “Adaya gidiyoruz” dediğimde o da hep “Biz de adaya gidiyoruz” diye cevap v

Yahudi Kitap’ın gözünden: ÖNYARGILARI YIKMAK

Üniversite bahçelerinde düzenlenen Yaşayan Kütüphane adlı etkinlik, ‘yabancı’ veya ‘öteki’ olarak tanımlanan ve ayrımcılığa uğrayanları toplumla bir araya getiriyor.   Hedefleri ise bilinmeyene karşı olan olumsuz düşünceyi yıkarak diyalogla insanlar arasında bir köprü kurabilmek. Yahudi kitap olarak görev aldığım etkinlikte, gelebileceğini tahmin ettiğim tüm sorulara hazırlıklıydım.  Tek amacımsa muhtemelen hayatlarında hiç Yahudi ile karşılaşmamış katılımcılara çok da farklı olmadığımızı gösterebilmek. “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur,” demiş Einstein. Birkaç yıldır düzenlenen ‘Yaşayan Kütüphane’ ile üniversiteler bu gerçeği değiştirmek için çaba sarf ediyor. Gönüllü öğrencilerin özverili çalışmaları ile oluşturulan bu etkinlikte, dini inancı, etnik kökeni, ideolojisi, cinsel eğilimi, mesleği, rahatsızlığı veya engeli nedeniyle haklarında önyargı oluşmuş, ayrımcılığa maruz kalmış kişiler, kendisini merak eden ‘okuyucu’ ile buluşuyor. Yaklaşık otuz dakikalık sü

İEU'dan sevgili Ralfi'nin benimle yaptığı röportaj

Özrün Perde Arkası Mavi Marmara olayının üzerinden 3 yıl geçti. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesiyle başka bir boyut kazanan olayları Şalom Gazetesi yazarı Karel Valansi’ye sorduk. Mavi Marmara gemisinde 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail askerlerinin operasyonu sonucu 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetti. İsrail Türkiye’nin istediği gibi özür diledi mi? Bundan sonra Türkiye-İsrail ilişkileri nasıl şekillenecek? 2003 yılından itibaren Şalom Gazetesi’nde dış siyaset ağırlıklı olmak üzere birçok araştırma yazısı ve haber hazırlayan Karel Valansi’yle İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi ve bu olayın perde arkasında kalanlarını konuştuk. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Özür olumlu ve doğru bir adım. İsrail’in özür dilemesi gerekiyordu. İsrail operasyon kaynaklı hatalardan dolayı özür diledi. Ama Türkiye’nin Mavi Marmara olayı olduğu zaman istediği özür, operasyondan kaynaklı hatalardan değil bütün olay içindi.

Apolitik gençlerin kırılma noktası

27 Mayıs ve 12 Eylül darbesini yaşayan ailelerin siyasetten uzak tutulmuş, kişisel çabaların sistemin içinde kaybolacağına inandırılmış, demokrasinin bu kadarı ile yetinmesi öğretilmiş çocukları, ‘birkaç ağaç’ için hayatlarında ilk defa ayağa kalktı. Tetikleyen, Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmemesi ve şehre yeni bir alışveriş merkezinin yapılmaması için oturma eylemi yapan gençlere uyudukları sırada polisin tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmesi olsa da, uzun bir dönemde biriken kızgınlıktı aslında patlak veren.

Tarihe geçen farklı bir direniş

Yıllar önce kaleme aldığım Gandhi ve pasif direnişi Satyagraha'yı anlatan bu yazı günümüzde yaşanan değişimin ışığında yeniden gündemde Taşın kalbini eriten direniş  11 Eylül 1906 yılında Gandhi, Güney Afrika’nın Johannensburg kentinin bir tiyatro salonunda toplanan üç bin Hintliye kendilerine uygulanan ırkçı ve ayrılıkçı politikayı protesto etmek için yeni bir strateji tanıttı. Satyagraha adını verdiği bu direnişin diğerlerinden en önemli farkı şiddet içermemesi. Protestolarını düşman ile işbirliği içinde bulunmama, açlık grevi, aylar süren yürüyüşler gibi önemli kişisel fedakarlıklar gerektiren bir yöntemle yapmak ise seçilebilecek yöntemlerden bazıları. Bu şekilde şiddet içermeyen bir şekilde protestolarını gerçekleştirmedeki ana amaçları ise zora ve silaha başvurmadan düşmanın fikrini değiştirmeyi başarmak. 

Yeşil hareket

O rtadoğu önemli bir seçime hazırlanıyor. 14 Haziran’daki İran cumhurbaşkanlığı seçim süreci, bölgedeki tüm aktörler tarafından dikkatle takip ediliyor. Yeni bir cumhurbaşkanının göreve gelmesi ile ülkenin nükleer çalışmaları kadar, destekçisi olduğu Suriye’deki Esad rejimi ve bu çatışmaya katılan Lübnan’daki Hizbullah konusundaki olası gelişmeler tartışılıyor. 2009 seçimlerinde, ikinci kez seçilen Ahmedinejad’ın galibiyetinin henüz oyların tamamının sayılmadan açıklanması büyük bir halk protestosuyla karşılanmıştı. Reformist aday Mir Hüseyin Musavi’nin seçimlerde kullandığı yeşil renge bürünen İranlılar sokaklara inerek “Oyum nerede?” diye sormuşlardı. Hiç kimsenin beklemediği, kendiliğinden organize olan ve toplumun büyük bir kesiminden destek alan eylemlere hükümetin yanıtı oldukça sert oldu. Felsefe öğrencisi Nida’nın öldürülmesi üzerine internet üzerinden örgütlenen gençlerin hareketi şiddetle bastırıldı. Onlarca kişi hayatını haybetti, yüz kadar muhalif üç yıl boyunca hapiste

Sana gül bahçesi vadetmedim

Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama ile görüşmesi en üst düzey protokol çerçevesinde gerçekleşti. Obama’nın misafirini en iyi şekilde ağırlaması hem Türkiye’ye hem de ikili ilişkilere verilen önemi gösterdi. İki liderin basına yansıyan sözleri sorunlara yeni bir çözüm getirmemiş olsa da, başta Suriye olmak üzere birçok konuda bir adım sonrasını görmemize yardımcı olacak ipuçları içeriyor. Mikrofonlar karşısında ortak bir görüş sergileyen iki lider, Esad’ın gitmesi gerektiği konusunda hemfikirler. Kanunsuzluğun hüküm sürdüğü Suriye’de Erdoğan’ın ilk defa bölgedeki teröristlerden bahsetmesi, Obama’nın El Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi’ne destek verilmemesi konusunda Erdoğan’ı uyardığı şeklinde okunabilir.

“Hollywood’da inançlı olmayan sorun yaşar”

Çocukluğunuz Şirinler’i seyrederek geçtiyse, hele ilk koleksiyonunuza bu oyuncakları biriktirerek başladıysanız, Şirinler filminin senaristinin İstanbul’a geleceğini öğrendiğinizde benim kadar heyecanlanmış olmalısınız. 70 Pencere’de bir konuşma yapmak üzere ülkemizi ziyaret eden Hollywood aile filmlerinin önemli senaristlerinden David Weiss ile kendini bulma yolculuğunu, Hollywood’u ve tabi ki Şirinler’i konuştuk. İlginç bir hayat hikâyeniz var. Sizi dinleme şansı olmayanlar için, Reformist Yahudi doğup Hıristiyanlığı seçmenizi daha sonra da Ortodoks Yahudiliğe geçişinizi anlatır mısınız? Büyüdüğüm kasabada herkes Hıristiyan’dı, çok az Yahudi vardı. Dini uygulamalar pek yoktu. Bar Mitzva önemliydi ama gençleri dine bağlayacak pek bir şey yoktu. Sinagoga genelde Kipur ve Roş Aşana’da gidiyorduk. Hayatımda Teşa Be Av’ı duymamıştım. Pesah’ta matsa alırdık ama ekmek de yerdik. Kaşerut kurallarına uygun bir yeme alışkanlığımız yoktu. Lise yıllarında hayatı sorgulamaya başladım. Ölm

Yaşayan Kütüphane

Genellikle üniversitelerde düzenlenen ‘Yaşayan Kütüphane’ adlı etkinlik, ayrımcılığa uğrayan insanları toplum ile bir araya getirerek kişilerin kendi ön yargılarını fark etmelerini sağlamayı ve bu konuda düşünmeye sevk etmeyi amaçlıyor. Üniversite bahçelerinde kurulan ‘Yaşayan Kütüphane’ tipik bir kütüphaneden beklenen işlevi karşılıyor. Bankoda gelenleri karşılayan kütüphane görevlisi katalogdan ellerinde bulunan kitapların listesini gösteriyor, listede kitapların özelliklerini okuyan okuyucu kitap kurdunun yardımıyla seçtiği kitapla buluşuyor. Yalnız çok önemli bir farkla: seçtiği kitap bir insan ve okuduğu listeler genelde toplumda tanınmadığı, bilinmediği için önyargılarla karşı karşıya kalan ancak Türkiye’nin bir parçası olan kişiler! Kütüphane bankosuna yaklaşan okuyucuya gösterilen katalogda dini inancı, etnik kökeni, ideolojisi, cinsel eğilimi, mesleği, rahatsızlığı veya engeli nedeniyle haklarında önyargı oluşmuş kişilerin listesi ve haklarındaki en yaygın düşünceler

Avrupa Günü Kadir Has Üniversitesi’nde kutlandı

Avrupa Birliği’nin temellerinin atıldığı 9 Mayıs 1950’nin yıldönümü, Kadir Has Üniversitesi’ne bağlı Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Çalışmaları Merkezi (Center For International and European Studies, CIES) tarafından Kadir Has Üniversitesi’nde kutlandı. ‘Avrupa Gününü Kutlamak’ başlığı altındaki etkinlik ‘Türkiye’deki Avrupa’ konulu fotoğraf yarışması sergisi ile açıldı. Etkinlik kapsamında düzenlenen panelin ilki CIES Direktörü Dimitrios Triantaphyllou moderatörlüğünde ‘Avrupa Vatandaşlığı İnşasında Ortak Zemin Arayışları’ konusunda gerçekleşti.

Eurovision Rüyası

Müzik dünyasına ABBA ve Celine Dion gibi güçlü sesler tanıştırmış, Türkiye için bir dönemin en önemli sanat etkinliği, günümüzde ise dünya listelerine güzel parçalar kazandıran Eurovision Şarkı Yarışması, 18 Mayıs’ta İsveç’te perdelerini 58. kez açmaya hazırlanıyor Bu sene 18 Mayıs’ta İsveç’in Malmö şehrinde düzenlenecek 58. Eurovision Şarkı Yarışması’na Türkiye katılmayacağını açıkladı. Ayrıcalıklı ülkelerin doğrudan finalde yarışması ve jüri puanının arttırılması TRT tarafından verilen gerekçe olsa bile, siyasetin oylamaya yansımasından duyulan rahatsızlık da dile getirildi. Oysa 1979 yılında Türkiye, ülkeyi temsil edecek şarkının seçilmesine rağmen, yarışmanın Kudüs’te yapılmasından dolayı Eurovision’a katılmamıştı. Bunu açıkça dile getirmiş ve üyesi olduğu Avrupa Yayıncılar Birliği'nden 36 bin İsviçre Frangı para cezası almıştı. Aslında 1973 ve 1979’daki petrol krizleri, Arapları daha da kızdırma endişesi, yani ekonomik kaygılar bu kararda ana rolü oynamıştı. Siyaset her za

‘Türk Pasaportu’ New York’ta

Türk diplomatlarının üstün çabaları ile aldıkları Türkiye Cumhuriyeti pasaportları sayesinde Nazi zulmünden kurtulan Yahudileri anlatan ‘Türk Pasaportu’ filmi, Türk Konsolosluğu ve Türk-Amerikan derneklerinin çabaları ile New York’ta gösterime girdi

Sular ısınıyor

Terörün acımasız yüzü kendini yeniden gelişmiş bir ülkenin sokaklarında gösterdi. Boston Maratonu sırasında patlayan, düdüklü tencereden yapılma bilye ve çivi yüklü ev yapımı bombalar, ABD’yi hazırlıksız yakaladı. 11 Eylül’ün yarattığı travmadan kurtulmaya çalışan Amerikalılar, terörün bu kadar basit bir düzenekle geri dönmesinin şaşkınlığıyla geçirdiler haftayı. Bütçe, silah satış yasası ve göçmen sorunlarından sıyrılan ABD gündemi kadar dünya basını da konuya geniş yer verirken, Çeçenistan yeniden terör ile beraber anılır oldu. Ortadoğu’da ise bu hafta İsrail-Filistin barış süreci, Suriye ve İran konusunda çok önemli gelişmeler yaşandı. FÖY Başbakanı Salam Fayyad’ın istifa etmesi ile ABD ve İsrail, Batı Şeria’da güvenilir ortağını kaybederken, son yıllarda bölgeye demokrasi ve güvenlik getiren Fayyad’ın yokluğu Filistin ekonomisinin can damarı dış yardımları etkileyebilir. Hamas’ın Abbas’ın kurduğu hükümetleri güvenoyu almadığı için kanunsuz ilan etmesi ise, uzlaşı hükümetine ne ka

Türkiye-İsrail ilişkileri kırık bir aşk hikâyesi gibi…

Louis Fishman* 1999 yılında Bilkent Üniversitesi’nde İsrail-Filistin çatışması konusunda ders vermek üzere Ankara’ya geldi ve o tarihten bu yana Türkiye’den kopamadı. İşi gereği New York ve Tel Aviv’de de yaşamını sürdüren Fishman, “Hayatta sahip olduğum tek ev burada, İstanbul’da” diyerek Türkiye sevgisini her fırsatta dile getiriyor. Türkçe de öğrenen Fishman ile İsrail seçimlerinin ertesi günü ikimizin de konuşmacı olarak katıldığı Kadir Has Üniversitesi’ndeki panelde tanıştık. İsrail’deki yeni hükümeti ve Ortadoğu’ya etkilerini konuşmak için buluştuğumuzda ise gündeme İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi haberi düşünce bizim sohbetimiz de İsrail siyasetinden Türkiye-İsrail ilişkilerine kaydı Türkiye’ye ilk geldiğin dönemle bugün arasında ne gibi farklar görüyorsun? 1999’daki Türkiye farklı bir Türkiye’ydi. Deprem yeni olmuştu. İsrail yanlısı hisler vardı. Hem İsrailliler hem de Türkler can kaybı verdi bu depremde. O günlerde ortak bir acı vardı. Güçlü bağların varlığı hissedili

Umberto Eco İstanbul’da Yahudi Müzesini de gezdi

Ziyareti sırasında 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’ni de gezen Eco, müzenin kurucusu, araştırmacı yazar Naim Güleryüz ’den Türk Yahudilerinin tarihi hakkında bilgi aldı. Holokost döneminde Avrupa’daki Yahudilere Türk pasaportu verip trenlerle Nazi Avrupası’ndan kaçmalarını sağlayan Türk diplomatları için ayrılan Onur Köşesi’ni dikkatle inceleyen Eco, Prag Mezarlığı adlı romanında XIX. yüzyılda Avrupa’da yükselişe geçen antisemitizmin hikayesini anlattığını belirtti. İstanbul'dan Umberto Eco rüzgarı geçti İtalyan yazar, eleştirmen, düşünür Umberto Eco, Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında İstanbul’a geldi Umberto Eco ile Orhan Pamuk arasındaki söyleşi, Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Patricia Violi moderatörlüğünde gerçekleşti. Violi’nin Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi ile koleksiyonculuk üzerinde ağırlıklı olarak durduğu uzun giriş konuşması alkış topladıktan sonra söyleşi başladı.

Amerika’nın kurduğu dünya

ABD’nin süper güç olarak düşüşte olduğunun dile getirildiği bir zamanda Obama ilk yurtdışı ziyaretini İsrail’e yaparak bir önceki dönemden farklı bir dış politika tercih edeceğini zaten belli etmişti. Obama’nın nasıl düşündüğünü anlayabilmek için en doğru ipucu ise seçim döneminde yanından ayırmadığı, ABD Kongresi’nde yaptığı Birliğin Durumu Konuşması’nda referans olarak kullandığı kitapta gizli. ‘The World America Made’in yazarının Obama’nın rakibi Romney’in dış politika danışmanlığını yapan tarihçi Robert Kagan olması ise kitabı daha da ilginç kılıyor

Duvarlara hayat veren ressam Diego Rivera

“O, benim gözümde bir devdi” Yirminci yüzyılın en önemli sürrealist ressamlarından Frida Kahlo böyle tanımlıyor iki kere evlendiği, duvarlara hayat veren ünlü ressam Diego Rivera’yı. Kendisini sakat bırakan, yıllar boyunca yatağa ve sıkı korselere mahkûm eden ciddi bir trafik kazası geçiren Kahlo, “hayatımın bu kazadan sonra en büyük felaketi Diego ile tanışmak” da diyor sevgilisini anlatırken. Fırtınalı bir aşktı onlarınki. Tüm hırslarına, farklı önceliklerine, sayısız aldatmalarına, şiddetli kavgalarına rağmen hiçbir zaman birbirlerinden kopamadılar. İşte bu yüzden Diego Rivera’dan bahsetmeden Frida Kahlo’yu anlamak mümkün değil. “ 13 Temmuz 1954, yaşamımın en trajik tarihi. Büyük aşkım Frida’yı sonsuza kadar kaybettiğim gün, o gün. Hayatımın en harika döneminin Frida’ya aşık olduğum dönem olduğunu, artık çok geç de olsa anladım. Bir kadını ne kadar çok seversem, ona o kadar çok acı çektiriyordum. Ve Frida bu iğrenç huyumun en bariz kurbanıydı.” Frida Kahlo’yu anlatmadan d

Hayırlara vesile olsun!

Bölge sorunlarını çözmekten çok turistik bir geziyi andıran ABD Başkanı Obama’nın İsrail ziyaretinden tek kazancı kendisine şüphe ile yaklaşan İsrail halkının kalbini kazanması olarak özetlenebilirdi. Konuşmaları ile özellikle gençleri büyüleyen Obama, bu ilk resmi ziyaretinde İsrail’in güvenliğine verdiği önemi vurguladı, ‘Lanetzach’ diyerek “ittifakımız ilelebet devam edecek” garantisini verdi. İsrail’in yerleşim politikasını eleştirmesine, iki devletli çözümü vurgulamasına rağmen bu ziyaret, hiçbir somut gelişme yaşanmadan sona eriyordu. Derken son saatlerde beklenmedik bir gelişme oldu; İsrail Başbakanı Netanyahu, Başbakan Erdoğan’dan özür diledi, Erdoğan da Türk halkı adına kabul etti. Aylardır geldi gelecek denen bu özür ile iki ülke arasındaki kriz, üç yılın sonunda Obama sayesinde aşılabildi.

Knesset'in Türk kökenli üyesi David Tsur: “Liderlerin egolarını bir kenara bırakması gerekiyor”

İsrail’deki son seçimlerin ardından göreve gelen Knesset’in yeni üyelerinden, İstanbul-Kuzguncuk doğumlu David Tsur, Şalom’a verdiği beyanatta, iki ülke ilişkilerinin gelişmesi için elinden geleni yapacağını belirtti “İsrail’in Türkiye’den çok uzun zaman önce özür dilemesi gerekirdi. İsrail Türk halkından özür diledi. Bu özür İsrail’in uluslararası kanunları ihlal ettiğine dair bir itiraf değildir. Kendimizi korumaya hakkımız vardı ve bugün de buna hakkımız var. Ancak operasyon ile almak istediğimiz sonuç bu değildi. Ortadoğu’ya baktığımızda, Suriye, Mısır, Irak’a ve tüm Arap dünyasında olanlara baktığımızda bölgenin iki demokrasisi olan Türkiye ve İsrail’in ortak çıkarlarının yanı sıra Amerika için de ikili ilişkilerimizde normalleşmenin sağlanması çok önemli. Eminim ki Türkiye’de birçok kişi İsrail’i dostu olarak görmek istiyordur. İsraillilerin de bunu istediğinden eminim. Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeniden eskisi gibi olması için hem Türk hem de İsrailli liderlerin ego ve kişi

Fishman: Netanyahu ‘anı yakaladı’

İsrailli akademisyen Louis Fishman*, hem İsrail hem Türk Başbakanlarının tavrını övdü Amerikan Başkanı Obama’nın ziyareti ile doğrudan alakalı olsa da İsrail’in özrü pozitif bir gelişme. Yeni hükümetini kurmuş olan Netanyahu da özür konusunda “anı yakaladı”. Lieberman’ın geçici olarak politika sahnesinden çekilmiş olması İsrail-Türkiye ilişkilerini yeniden rayına sokmak için önemli bir etkendi diyebiliriz. Ayrıca Türk Başbakanı Erdoğan’ın da süratli yanıtı övgüye değer. İki ülkenin de kendince duyarlı konuları olmaya devam edecek ama yine de ileriye doğru atılmış çok güzel bir adım bu. * Brooklyn College’da yardımcı profesör olan Louis Fishman, Sabancı ve Okan Üniversiteleri’nin de öğretim görevlisi. Karel Valansi Şalom Gazetesi 28 Mart 2013 http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=86369

Cymerman: "Doğru adımdı"

Ortadoğu uzmanı İsrailli gazeteci Henrique Cymerman*, bu yıl Antalya’da daha fazla İsrailli turist olacağını öngörüyor İsrail’in Türkiye’den özür dilemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi yapılması gereken doğru adımdı. İki ülke arasında her şeyin eskisi gibi olabileceğini düşünmüyorum. İsrail karşıtı sözleri Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu politikasında yararlı oldu. Ancak Ortadoğu’da özellikle Suriye ve bir bakıma Mısır’daki gelişmelere bakıldığında, Obama için iki müttefikinin arasındaki gerilimin giderilmesi çok önemliydi. İki tarafa da kabul etmeleri için baskı uyguladı. Bu gelişmenin İsrail için olumlu sonuçları olacak. Yazık ki daha önce gerçekleştirilemedi, o durumda birçok konu daha sakin olarak halledilebilirdi. Tüm gerilime rağmen İsrail ve Türkiye arasındaki ticaretin etkilenmediğini unutmamak gerek. İki ülke arasındaki ticaret siyasi sıkıntılara rağmen 3 milyar dolar civarında. Sanırım bu yaz çok daha fazla sayıda turist ağırlayabileceksini

İsrail’de yeni hükümet, yeni dış politika

İsrail’in 22 Ocak’taki seçimlerden beri beklenen koalisyon hükümeti, haftalar süren yoğun pazarlıklar sonrasında kuruldu ve yemin ederek göreve başladı. Obama’nın 20 Mart’taki ziyaretine yetiştirilen hükümet, gücünü kaybetmiş Binyamin Netanyahu liderliğinde başbakanlık provası yapan acemi siyasetçiler Yair Lapid ve Naftali Bennett ile Dışişleri eski Bakanı Tzipi Livni’nin partilerinden oluşuyor. Yisrael Beytenu Partisi’nin Lideri Avigdor Lieberman ise süren mahkemesine rağmen Dışişleri koltuğunu garantilemiş durumda. Bu durum değişim isteyenler arasında hayal kırıklığı yaratıyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın ziyaretine kısa süre kala kurulabilen koalisyon, yeni ve hırslı siyasetçileri ile dikkat çekiyor ancak kurulma aşamasının bu kadar uzun sürmesi kalıcılığını da sorgulatıyor.

İsrail'in Yeni Yıldızları

22 Ocak’ta gerçekleşen seçimlerden beri beklenen koalisyon hükümeti, sıkı pazarlıklar sonucu kurulabildi. Netanyahu, kadim ortakları Ultra-Ortodoks partilerden vazgeçerek Dışişleri eski Bakanı Tzipi Livni ile el sıkıştı ve son seçimlerin yıldızları Lapid-Bennett işbirliğine karşı savaş vermek zorunda kaldı. ABD Başkanı Barack Obama’nın ilk Ortadoğu gezisinde pas geçtiği İsrail’i ziyaret edeceği 20 Mart tarihinden hemen önce göreve başlayan hükümette kimse tam anlamıyla tatmin olmuş değil. Netanyahu, Savunma Bakanlığı’nı elinde tuttuysa da, Yesh Atid’e Eğitim, hiç hoşlanmadığı eski çalışanı Naftali Bennett’e Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı’nı bırakmak zorunda kaldı. Bennett için Lapid ile yaptığı güç birliği beklentisinin üstünde kazançlar sağlarken, Lapid için Dışişleri veya İçişleri yerine Maliye Bakanlığı’na razı olmak hayal kırıklığı yaratıyor. En büyük kazanan ise on bir sandalyesine karşılık dört bakanlık alan Yisrael Beytenu. Dışişleri Bakanlığı da halen davası süren Avigdor Lieber

Kral öldü, yaşasın kral!

Venezüella’nın sosyalist lideri Hugo Chavez’in ölümü, ülkede 7 Ekim’deki seçimler döneminde yapılan “Bir devir kapanıyor mu?” tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. On dört yıllık iktidarı süresince bir sol devrimi yapan Chavez, nüfusunun yarısı fakirlik sınırının altında yaşayan Venezüella’da, halkın sağlık, barınma ve gıda ihtiyaçlarının ücretsiz veya düşük ücretli olmasını sağlayarak yaşam şartlarını iyileştirmeye öncelik verdi. Ancak ülkede sosyal adalet gelişirken, bunu karşılayabilecek ekonomik büyümeyi sağlayamadı. Sosyal yardımlar ancak dış borç ile finanse edilebildi.

Bizden Biri! Caz'ın yükselen sesi Brigitte Beraha

Sarı saçları ve mavi gözleri sizi aldatmasın sakın. Brigitte Beraha Türk Yahudisi bir ailenin 35 yaşındaki kızı. İtalya’da doğan ve Monako’da okuyan Brigitte çok dilli ve kültürlü bir ailenin içinde babasının piyano çalışını dinleyerek büyüdü. Fransa’da hukuk okusa da bir yılın sonunda Londra’ya taşınarak gönlünde yatan müzik üzerine eğitim almaya başladı. Arkadaşlarının tavsiyesi ile Caz’a yönelen Brigitte, bugün birçok Caz otoritesinin merakla takip ettiği ve tavsiye ettiği güçlü bir ses. Bir Londra konseri sonrası internet üzerinden görüştüğüm Brigitte ile tanışmaya hazır mısınız? Karel Valansi Annen ve baban Türk Yahudisi ama İtalya’da doğdun, Monako’da büyüdün, şimdi de Londra’da yaşıyorsun. Ailenden bahseder misin? Evet, bu durum her zaman etrafımdakileri şaşırtıyor ama beni ben yapan önemli bir parçam bu karışım. Annem ve babam Türk Yahudisi. Annemin babası İngiliz olduğu için çifte vatandaşlık sahibi ama o da İstanbul’da doğdu, büyüdü. Ailem ben daha doğmadan babamın işle

İtalyan usulü

Aile büyüğünün şehir dışındaki evinin çiçeklerle bezenmiş arka bahçesinde kurulan geniş masa, envai çeşit yemeklerle donatılmış konuklarını bekliyor sabırsızlıkla. Ailenin en büyük ve en zengin oğlu masanın başında yerini alıyor. Kendinden emin, kibirli ve keyifli. Her zamanki gibi etrafındakilere laf yetiştirmekte gecikmiyor. Kendinden oldukça küçük yeni sevgilisini de getirmiş yanında bu sefer. Ailenin diğer oğlu gülümsemeye çalışıyor ama sıkıntılı olduğu her halinden belli. İşleri yolunda ama son banka krizinden oldukça kötü etkilemiş. Bir de en küçük kardeş var. Kurallara uygun yaşamayı seven, akademik kariyerinde önemli başarılar elde etmiş biri. Büyük abisi ile oldukça sorunlu bir ilişkisi var. Masaya komünist şair dayı ile aile mirasının şimdiden bölünmesini isteyen aç gözlü amca da gelince yemek başlıyor. Ama asıl eğlence ilk kadehler biterken yemeğe yetişebilen komedyen kuzenin gelmesiyle başlıyor. Bir pazar öğleden sonra buluşan bu kalabalık, hep bir ağızdan konuşan gürültülü

Londra Yahudi Kitap Haftası’nın konuğu: Mario Levi

Türkiye’nin önemli yazarlarından Mario Levi, Yahudi Kitap Haftası’nın (Jewish Book Week) konuğu olarak Londra’ya davet edildi. Bu yıl 61.’si düzenlenen ve İngiltere’nin en eski edebiyat festivallerinden biri olan Yahudi Kitap Haftası, 23 Şubat ile 3 Mart tarihleri arasında Kings Place’te gerçekleşiyor. Yahudi düşünce ve yazımını teşvik etmek amacıyla düzenlenen festivalde kitap okumaları, imza günleri, panel, film gösterimleri, müzik dinletileri ve çocuklara özel kitap festivali gibi etkinlikler yer alıyor. Etkinliğin ikinci gününde, yazar ve çevirmen Maureen Freely, Mario Levi ile İstanbul Bir Masaldı adlı kitabı üzerine seyirciler önünde bir söyleşi gerçekleştirdi.

Döngü kırılıyor

İ tiraf etmeliyim ki İsrail seçimlerini takip ederken çıkacak sonuçtan çok, kurulacak yeni hükümetin kalıcılığı ve gerginleşen İsrail-Amerikan ilişkilerine olan etkisini merak ediyordum. Obama ile Netanyahu arasındaki kişisel anlaşmazlık, iki ülke ilişkilerinin geleceği konusunda endişe yaratıyordu. Obama’nın başkanlığının ilk günlerinde Kahire konuşması ile başlayan gerginlik, Netanyahu’nun cüretkâr açıklamaları ve Romney’yi açıkça desteklemesi ile sürüp gitti. Her ne kadar Obama ilk döneminde İsrail’in güvenliğinin tartışılamaz bir öncelik olduğunu belirtip başta Demir Kubbe olmak üzere askeri ve mali yardımları arttırsa ve uluslararası arenada İsrail’i desteklese de akıllarda Netanyahu hakkında Sarkozy’ye söylediği sözler ve yalanlamadığı Goldberg’in makalesi kaldı. Mart ayında Washington’a gitmeyi planlayan Netanyahu’nun bu ziyaretinde ABD başkanı ile görüşmeyi başarıp başaramayacağı ve Obama’nın haziran ayında Kudüs’te yapılacak, Şimon Peres’in 90. doğum gününün de kutlanacağı P

Lolita

Lolita, Hayatımın ışığı, Kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, Üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-lee-ta Lolita veya tam adıyla Lolita, Beyaz Irktan Dul Bir Erkeğin İtirafları , Vladimir Nabokov’un 1955 yılında yayınladığı en bilinen romanı. Yayınlandığı dönemde büyük olay yaratan roman, günümüzde çocuklara yönelik cinsel istismar konusunda duyarlılığın artmasıyla tartışmaları da beraberinde getiriyor.

TUİÇ Dergi: Knesset'te değişen durum ne ifade ediyor ve Ortadoğu'daki meselelere etkisi nasıl olur?

İsrail başbakanı olarak ikinci dönemini tamamlayan Binyamin Netanyahu, ultra-ortodoksları askerlikten men eden Tal yasası ve bir türlü çıkarılamayan bütçe nedeniyle erken seçim kararı almıştı. Netanyahu, Hamas tarafından kaçırılıp beş yılı aşkın süre esir tutulan Gilad Şalit’in özgürlüğüne kavuşturulması, son Gazze çatışması, yerleşimler konusundaki sert tutumu, uluslararası baskılara direnmesi ile güçlü bir lider imajı çiziyordu. Netanyahu ve Lieberman’ın kurduğu ittifak, 42 sandalye ile girdiği yarışta ‘Güçlü Lider, Güçlü İsrail’ sloganıyla gittikçe sağa kaydığı görülen seçmeni kazanacağını düşünüyordu. Ancak ülke güvenliğine öncelik veren Netanyahu’nun önem vermediği sosyo-ekonomik sorunlar bu seçimin kazananını ortaya çıkardı.