Ana içeriğe atla

Bizden Biri! Caz'ın yükselen sesi Brigitte Beraha

Sarı saçları ve mavi gözleri sizi aldatmasın sakın. Brigitte Beraha Türk Yahudisi bir ailenin 35 yaşındaki kızı. İtalya’da doğan ve Monako’da okuyan Brigitte çok dilli ve kültürlü bir ailenin içinde babasının piyano çalışını dinleyerek büyüdü. Fransa’da hukuk okusa da bir yılın sonunda Londra’ya taşınarak gönlünde yatan müzik üzerine eğitim almaya başladı. Arkadaşlarının tavsiyesi ile Caz’a yönelen Brigitte, bugün birçok Caz otoritesinin merakla takip ettiği ve tavsiye ettiği güçlü bir ses. Bir Londra konseri sonrası internet üzerinden görüştüğüm Brigitte ile tanışmaya hazır mısınız?
Karel Valansi

Annen ve baban Türk Yahudisi ama İtalya’da doğdun, Monako’da büyüdün, şimdi de Londra’da yaşıyorsun. Ailenden bahseder misin?
Evet, bu durum her zaman etrafımdakileri şaşırtıyor ama beni ben yapan önemli bir parçam bu karışım. Annem ve babam Türk Yahudisi. Annemin babası İngiliz olduğu için çifte vatandaşlık sahibi ama o da İstanbul’da doğdu, büyüdü. Ailem ben daha doğmadan babamın işleri nedeniyle İtalya’ya taşındılar. On yıl Milano’da yaşadılar, o sırada ben doğdum. İki yaşındayken hep seyahat ettikleri Côte D’Azur’de çok beğendikleri Monako’ya taşınmaya karar verdiler.
Hangi milliyete ait olduğumu tam olarak bilmiyorum, sanırım dünya vatandaşıyım! Evde annemle babam kendi aralarında Türkçe konuşurlardı. Ben babamla Fransızca, annemle İngilizce konuşurdum. Babamsa abimle İtalyanca konuşurdu. Türk ve Yahudi köklerimin etkisi her zaman evde baskındı. Ancak büyüdükçe ne yazık ki biraz uzaklaştım. Bu eksikliği hissettiğimde de 2010 yılında birkaç aylığına İstanbul’a taşınmaya ve orada yaşamaya karar verdim. İşlerim nedeniyle sık sık Londra’ya gitmem gerekse de İstanbul’da bir ev tutup birkaç ay yaşadım. Halen İstanbul’da yaşayan akrabalarımın yardımıyla da ailemin kökenlerini tanımaya çalıştım.

Türkçe biliyor musun?
Ne yazık ki çok az! Annemle babam bize öğretmediler. Sanırım abimle benim yanımda bizden gizli daha rahat konuşabilmek için. Ancak aralarında sürekli Türkçe konuştuklarından öğretmemelerine rağmen kulak dolgunluğum var, biraz anlıyorum. İstanbul’da kaldığım sürede Türkçeyi çok daha iyi anlamaya başladım ama yine de kendimi ifade etmekte zorlanıyorum. Anneannemin öğrettiği Türkçe bir ninni ile büyüdüm. O ninniyi söylediğimde aksanım fena olmadığını söylüyorlar.

Hangi ninni?
Darıldın mı cicim bana hiç bakmıyorsun bu yana

Bu ninni değil ki, 70’lerde popüler olan eski bir şarkı!
Aaaa! Bilmiyordum!

Müziğe nasıl başladın? Ailende seni destekleyen, cesaretlendiren biri var mıydı?
Evin içinde şarkı söylemeyi her zaman çok sevdim. Babam piyanoya oturur ve varyete şarkıları çalıp söylerdi. Babamın piyano eşliğinde şarkı söylemesi beni her zaman büyüledi. Babam 17-18 yaşındayken İstanbul’da müzisyen ve piyanistti ve şimdi adını bir türlü hatırlayamadığım önemli bir Türk şarkıcıyla beraber çalışıyordu. Ben de kendime babamı örnek aldım. Onun gibi şarkı söyleyip piyano çalmayı istedim her zaman. Sonunda 12 yaşında piyano dersi almaya başladım. Piyano dersleri annemin bana bir sürpriziydi. Şan derslerine ise bayağı geç bir yaşta, 20 yaşında başladım.

Caz’ı nasıl seçtin?
Caz’ı çok geç, Londra’ya taşındıktan sonra seçtim. Üniversite öncesi bir dönem geçirmek zorunda kaldım çünkü doğrudan üniversiteye gidebilmeme yetecek teorik bilgim yoktu. İlk müzik derslerim sırasında Caz’a tutkun arkadaşlarım vardı ve beni Caz’la tanıştırdılar. Özellikle Belçikalı bir saksafon sanatçısı olan Bruno Grollet, beni bir gün bir odaya kapatıp tüm gün John Coltrane dinletti. İlk başta hiç beğenmedim ama birkaç defa üst üste dinleyince ‘anlamaya’ başladım. Biraz beyin yıkama gibi oldu Caz’ı seçme şeklim ama işe yaradı doğrusu.

Nasıl bir eğitim aldın?
Monako’da edebiyat ve felsefe üzerine Baccalaureat’mı (lise bitirme sınavı) aldım. Nice’de bir yıl hukuk okudum. Londra’da iki sene A Level olarak adlandırılan müziğe giriş diyerek tanımlanabilecek bir eğitimi aldım, piyanist olarak. Çağdaş klasik müzik konusunda önemli bir üniversite olan Goldsmiths College’de 3 yıl Bmus Music eğitimi aldım. İlk yıl piyanist ve kompozitör olarak, ikinci yıl klasik şarkıcı ve son yıl Caz şarkıcısı olarak. Guildhall School of Music and Drama’nın Caz Bölümünde lisansüstü eğitimimi tamamladım.

UK Jazz sesini soprano olarak tanımlıyor ve flüt gibi diyor tonalitesi için. Sesinin Norma Winstone’a benzediği ve sesini bir müzik enstrümanı gibi kullanabildiğin söyleniyor. Sen kendi sesini nasıl tanımlarsın?
Evet sesimi bir müzik enstrümanı gibi kullanmaya bayılıyorum. Kenny Wheeler’in 'Music for large and small ensembles' albümü benim için büyük bir keşifti. Bu albümde Norma Winstone da vardı. İlk Caz aşkımın enstrümantal Caz ile başlamış olmasının bunda etkisi büyük. Sözleri olan şarkıları söylemeyi de çok seviyorum ama sesim öncelikle seçtiğim bir müzik aleti. Sesimi diğer müzik enstrümanları ile beraber eritmek, birleştirmek benim için büyüleyici. Arkasında müzisyenler olan klasik bir şarkıcı olmak istemedim. Bu konuda şanslıyım ne istediğimi bilerek, isteyerek şarkıcı olmayı seçtiğim için.

Çok önemli isimlerle beraber çalıştın. En çok keyif aldığın müzisyenler hangileri?
Barry Green ile uzun süreli bir müzikal işbirliğim var. İlk albümümde ve son albümümüz ‘Babelfish’te piyanodaydı. Babelfish’te birlikte çalışmaktan zevk aldığım Chris Laurence ve Paul Clarvis’i de sayabilirim. Tecrübeleri ve çalışma şevkleriyle gerçek anlamda farklılaştırıyorlar müziği. Laurence ve Clarvis, Peter Gabriel, John Surman, Norma Winstone, Kenny Wheeler, Sarah Vaughan, Jack De Johnette ve daha nice önemli isimle birlikte çalıştılar. Ayrıca Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi gibi birçok filmin müziklerinde emekleri var. Onlarla birlikte çalışmak her zaman bir onur benim için. Beraber çalışmayı en çok tercih ettiğim müzisyenler ise hem müzikal hem de sosyal anlamda bir şeyler paylaştığım kişiler. Mesela Barry Green aynı zamanda benim çok iyi bir arkadaşım. Sahnede beraber çok eğleniyoruz ve bu durumu seyirci de olumlu anlamda hissediyor.

Birçok dilde şarkı söylüyorsun. Aralarında Türkçe de var mı?
İngilizce, Fransızca ve Portekizce şarkı söylüyorum. Brezilya Portekizcesi şarkı söylemek için ideal bir dil. Türkçe şarkı söylemeyi de çok isterim. Eğer biri bana birkaç Türk şair tavsiye ederse repertuarıma Türkçeyi de eklemeyi çok isterim. Bu şiirlerin çevirilerinin de elimde olması lazım ki anlamı olan bir şey yaratabileyim.

Hem kompozitör hem de şarkıcısın. Müziğinde hem klasik, hem Latin, hem modern Caz etkisi var hem de şansonlara yer veriyorsun. Nasıl tanımlıyorsun müziğini?
Müziğimi tanımlamak oldukça güç benim için. Bahsettiğin tüm akımlardan besleniyor. Ancak çok etkilenmemeye çalışıyorum. Söylemekten hoşlanacağım müziği yapmaya çalışıyorum. Nereden geldiğinin pek bir önemi yok. Kategorize etmeyi sevmiyorum. Esas olan güzel ve melodik olması. Bir de benim ve benimle birlikte diğer müzisyenlerin doğaçlama yapmakta özgür kalabileceği bir müzik olması önemli.

Kaç albümün var? İlk albümün ile son albümün arasında nasıl bir fark görüyorsun?
Dört albümüm var. Prelude to a Kiss, klasik Caz ve Latin müziği ağırlıklı, iki orijinal şarkı da var. Flying Dreams, tümü orijinal parçalardan oluşuyor. Babelfish’de biraz her şeyden var diyebilirim. çağdaş klasik etkileri ağırlıkta.  John Turville ve Bobby Wellins ile beraber oluşturduğumuz Red Skies ile klasik Caz ve Brazil müziği önemli yer tutuyor.
Son albümümde klasik Caz’a bir geri dönüş var. John ile birlikte çok iyi bir stüdyoda kendi aramızda ‘oynamaya’ karar verdik. Çok zor aranjmanlar yapmadan müziğin spontan bir şekilde gelişmesine izin verdik. İlk ve son albümün arasında repertuar anlamında büyük benzerlikler var. Ancak umarım ki geçen zamanla hem artist olarak hem de şarkıcı olarak geliştiğim belli oluyordur.

En keyif aldığın konserin hangisiydi?
Hem ben, hem müzisyenler, hem de seyirci hep birlikte sihirli bir anı yakalayabildiğimizi hissettiğim zamanlar, en keyif aldığım konserler oluyor. İlk aklıma gelen ‘Sweet Time Suite’i Kenny Wheeler’ın kendisiyle birlikte söylediğim konser ile trompette ve saksafonda Madness’ten Joe Auckland, piyanoda ise Phronesis, Kairos quartet, Cinematic Orchestra ile çalışmış olan İvo Neame ile gerçekleştirdiğim 2007 ve 2008’deki turnelerim geliyor. Hannah Vassanth (Jessie J) ve Tom Mason ile Nepal’daki Jazzmandu! Festivali, müthiş Türk müzisyenler Ferit Odman, Kağan Yıldız ve Burak Bedikyan ile İstanbul Nardis ve İzmir Saygun Sanat Merkezi’ndeki konserler,  Londra Caz Orkestrası eşliğinde Scott Stroman Project, Cleveland Watkins ve harika İsveçli müzisyenlerle beraber Londra’daki Union Chapel’de şarkı söylemek, Kasım/Aralık 2012’deki Babelfish turnem ve geçtiğimiz ay Red Skies Trio ile Wiltshire Music Centre’daki konserim. Süper akustik, süper piyano, süper seyirci, süper müzisyenler ile şarkı söylemek ve doğaçlama yapabilmek harikaydı! Sayamayacağım kadar çok ‘sihirli’ konserim oldu- ki bu iyi bir şey sanırım- bunlar ilk aklıma gelenler.

Birçok kez Türkiye’ye geldin. Yakın zamanda başka projelerin var mı? Ne zaman seni tekrar İstanbul’da görebileceğiz?
İstanbul büyüleyici bir şehir. 2010 yılında uzun bir süre İstanbul’da kaldım. Ancak yurtdışı konserleri arttıkça İstanbul ziyaretlerimin sıklığı azalmaya başladı. Yakın bir zamanda İstanbul’a gelmeyi çok istiyorum. Kim beni davet ediyor?

Yeni projelerinden bahseder misin?
Piyanist John Turville ve efsanevi saksafon sanatçısı Bobby Wellins ile Red Skies Trio olarak yeni albümümüz 18 Şubatta piyasaya çıktı. 17 Şubat’ta Pizza Express Jazz Club’da albüm lansmanını yaptık. Babelfish yeni bir albüm hazırlığı içinde. Bir başka albüm projesi daha var. Bu projede çok başarılı bir quintet ile Harry Warren’ın şarkılarına yer vermeyi planlıyoruz.
Dave Manington’un Riff Raff grubu ile birçok konser vereceğim. Yeni bir albüm çıkardık geçtiğimiz günlerde. Tüm kompozisyonların Dave’e ait olduğu bu albümde sesimi genelde bir müzik enstrümanı olarak kullandım. Sadece birkaç parçada şarkı sözü var. Çok farklı bir grup Riff Raff. ve ses, akordeon, piyano, bas, bateri, saksafon ve gitardan oluşuyor.

Şarkı söylemek kadar öğretmeyi de çok sevdiğini biliyorum. Kimlere ve nerede ders veriyorsun?
Evet öğretmeyi çok seviyorum. Guildhall School of Music & Drama, Trinity Laban Conservatoire ve Royal Welsh School of Music & Drama okullarında şan öğretmeniyim. Ayrıca bir ortaokulda ders veriyorum. Özel ders verdiğim öğrencilerim de var. Tutkumu başkalarıyla paylaşmaktan büyük keyif alıyorum, yaşı ne olursa olsun.

“Müzikte başarılı olmak için tek ihtiyaç duyulan yetenek olsaydı, Brigitte şimdiden yukarıda yıldızlarla bir arada olurdu. Keşfedilecek muazzam bir geleceği var. Biz de büyük bir beklentiyle onu izliyor olacağız.” Dame Cleo Laine ve Sir John Dankworth CBE

“Brigitte müziğin temel değerleri üzerine eğiliyor: hayal gücü, orijinallik ve doğaçlama. Sesi inkar edilemez şekilde güçlü ve gıpta edilecek şekilde net. CD’sini dinlediğinizde Beraha’nın canlı performansını izleyebilmek için isteğiniz artıyor.” Jazz Review

 

Karel Valansi
Şalom Dergi Mart 2013 Sayısı



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri