hep Bodrum,
Çeşme, Mavi Yolculuk arasında seçim yapmak zorunda kalıyorsanız,
değişik ama en
önemlisi kafanızı dinleyebileceğiniz bir tatil yeri arıyorsanız,
hele kısa süreli
bir kaçamak düşünüyorsanız,
size kesinlikle Bozcaada’ya
gitmenizi tavsiye ederim.
Kumu bembeyaz,
denizi buz gibi, insanları cana yakın, şarabı hele reçelleri harika! Üstelik
Bozcaada’da gürültülü ‘beach club’lar yok, 50 liraya satılan lahmacunlar yok,
popüler tatil yörelerinde görmeye alıştığımız ellerinde fotoğraf makineleriyle
tetikte bekleyen paparazziler yok, moda dergilerinden fırlamışçasına aşırı
süslenmişler yok, marka yok, moda yok, zorunlu kalıplar yok.
Ne mi var? Doğa
var, rahatlık var, sadelik var, huzur var, dinginlik var, sessizlik var, keyif
var…
Bozcaada,
yakın bir arkadaşımdan sıkça duyduğum bir tatil yöresi. Yazın Büyükada’yı
kastederek “Adaya gidiyoruz” dediğimde o da hep “Biz de adaya gidiyoruz” diye
cevap verir. Ancak ufak bir farkla. Onun bahsettiği Prens adaları değil,
Çanakkale’nin en küçük ilçesi Bozcaada.
Uzun
süredir davet etmelerine rağmen bir türlü fırsat bulup gidemiyorduk. Bu nedenle
geçtiğimiz yaz ilk tatil programımızı, metnini çok duyduğumuz Bozcaada’ya
yaptık ve üç günlük bir kaçamak için iki aile arabalarla yola çıktık. Geçtiğimiz
sene hizmete giren ve Haliç’ten kalkan deniz uçakları ile Bozcaada’ya gitmek
bir hayli kolaylaştıysa da, biz yolun tadını çıkara çıkara Çanakkale’nin bu
güzel adasına varmayı tercih ettik.
Yolun kendisi
bir macera
İstanbul’dan
çıktıktan sonra yeşillenen ve güzelleşen doğa, yol boyunca bizi kendisine hayran
bırakıyor. Gelibolu’daki feribot iskelesindeki denizin temizliği ve
berraklığına şaşırırken ister istemez her iskelenin Büyükada’nınki gibi pis,
çöp dolu ve bulanık olduğunu düşündüğümü fark ettim. Gelibolu Anıtı ve Truva
Atı’nın önünden geçmek, bir benzincide kurulan mini hayvanat bahçesini gezmek
yolculuğu özellikle çocuklar için daha da güzel kılmaya yetiyor. Geyikli ise
‘Eyvah Eyvah’ filminden aklımda kaldığından çok daha güzel, kumsalı, denizi, sahil
lokantaları ile bir o kadar da davetkâr.
Feribotla
Bozcaada’ya yaklaştıkça şaşırıyorum. Aklımda nedense yemyeşil bir ada
beklentisi var. Oysa Bozcaada bunun tam tersini kanıtlıyorcasına tam karşımda.
Bir kalesi olan çorak, kurak, ıssız bir ada görünümünde. Ne yeşillik var adada,
ne de dikkat çekici bir özelliği. Feribot saatlerinin azlığı ve denizin
soğukluğu dışında fazla bir şey bilmeyince beklenti de fazla yüksek olmuyor.
Ancak Bozcaada beni yanıltarak tahminimden çok daha keyifli bir tatil geçirmemi
sağladı.
Şirin bir
balıkçı kasabası
Feribottan
indikten sonra şirin bir sahil kasabasına geldiğimizi fark ettim. Arnavut taşlı
küçük çarşısı, balıkçıları, çınar altı kahvesi bizi yol boyunca selamladı.
Heybetli kale ‘ben de buradayım’ dercesine kendini belli ederken, dar sokaklar,
şarap evleri, küçük dükkânlar, Rumlar zamanından kalan taş evler ve bağlarla
kaplı vadiler adadaki yaşamla ilgili ipuçları sundular.
Bu kadar soğuk
denize girilir
Ev
sahiplerimizin bizi karşılamaya gelmeleriyle, otele uğramadan doğruca adanın en
konforlu plajı olarak anlattıkları, şezlong ve şemsiyesi olan ender plajlardan
birine, Ayazma Koyu’na gittik. İlk durağımız Vahit’in Yeri. Kareli lacivert
masa örtüleri, tahta sandalyeleri ile tam da bu güzel adaya yakışan sadelikte
bir lokanta. Mezeleri nefis, balığı, köftesi menüdeki her şeyi çok lezzetli.
Çocuklar
kendilerini hemen yabani ot ve bitkilerin arasına attılar. Büyük bir merakla
ayçiçeklerini inceleyen fazla şehirli çocuklarımız, yedikleri çekirdeklerin
hangi çiçekten çıktığının ve ayçiçeklerinin hangilerinin çekirdeklerinin içinin
dolu olduğunun dersini lokantanın sahibinden bizzat öğrendiler.
Vahit’in
Yeri’nden tahta basamaklarla inilen plaj, şezlong ve şemsiyeden çok daha
fazlasını sunuyor. Kumun incecik ve bembeyaz oluşu ilk bakışta büyülüyor. Hele
denizin turkuaz maviliğini ve berraklığını görünce “Cennet burası” diye düşünüyorsunuz.
Cennet ama çok ciddi bir gerçek de var; suyu gerçekten çivi gibi! Hava çok
sıcak olabilir ama denize girmeye çalışırken “Neden buz dolu kuzey denizine
girmeye çalışıyorum?” diye sorarken bulabilirsiniz kendinizi. Girmeyi
başardıktan sonra ise bir daha çıkmak mümkün değil. Hele hava 40 dereceleri
bulmuşsa. Kıyıdan açıldıktan sonra bile denizde boy var. Bu yüzden şezlongda
güneşlenmek veya şemsiye altına gölgeye kaçmak yerine bir şapka giydikten sonra
bele kadar anca gelen suyun içinde bütün gün durmak, top oynamak, nemli
kumlarda suyun serinletmesine izin vererek uzanmak çok daha keyifli. Çocukların
da en mutlu olduğu yer burası. Bütün gün kumdan şatolar yaptılar, suda yakan
top oynadılar, kayalıklara keşif gezisi düzenlediler, kano, deniz bisikleti ve
hamburgere bindiler.
Acur ve beze
yemeden olmaz!
Her
gün, mısırcıdan taze süt-mısır yemeyi, bahçesinden topladığı acuru ve ev yapımı
şekilsiz buna karşın çok lezzetli bezeyi satan titiz amcayı sabırsızlıkla
bekler olduk. Bir çeşit salatalık olan acur deniz suyuna batırılarak tuzlu
tuzlu yenir dedi adalılar, biz de öyle yaptık.
Adanın
diğerlerine oranla biraz daha havalı plajı Habbele Koyu’ndaki Mitos. Denize
girilebilecek güzel bir koy ve patlıcanlı pilavı ile meşhur. Hemen yakınında
Corvus plajı var ancak şezlonglara rağmen bir bitmemişlik, terk edilmişlik
havası hakim. Adanın çevresinde o kadar güzel, adı bile olmayan küçük bakir koylar
var ki, bu tatilde hangi plaja gidelim diye düşünmekten çok, araba ile ada
turuna çıktığımızda karşımıza çıkan her güzel yerde durup denize girmeyi tercih
ettik. Akvaryum Koyu favorilerimin başında. Bizim arabamız olduğu için ihtiyaç
duymadık ama motosiklet ve bisiklet tercih edilen ulaşım araçları.
Muhteşem
günbatımları
Rüzgarlı
ve nemsiz havası Bozcaada’nın en büyük özelliği. Yaz ayları yüksek sıcaklığa
rağmen fazla bunaltıcı geçmiyor bu sayede. Ancak hangi plaja gideceğinize
rüzgara göre karar vermeniz lazım. Lodos esiyorsa adanın kuzey ve doğu
kıyılarını tercih edin, eğer Poyraz esiyorsa, ki genelde Poyraz esiyor, o zaman
adanın güneyindeki koylara gitmelisiniz.
Bozcaada
büyüleyici bir günbatımına sahip. Bu muhteşem manzaranın keyfini doyasıya
çıkarabilmek için akşamüstleri adanın batı kıyılarına gitmek veya en yüksek
tepesi Göztepe’ye tırmanmak bir gelenek halini almış. Kimi piknik sepeti, kimi
şarapları eşliğinde Ege denizi, rüzgar gülleri ve deniz fenerinin oluşturduğu
göz alıcı manzara ile güneşin bin bir tona bürünmesini seyretmeyi bekliyor.
Çiftlik hayatını
otelimizde öğrendik
Aral
Çiftliği konaklamak için seçtiğimiz yer. 150 yıllık bu eski aile çiftliği,
orijinal haline sadık kalınarak renove edilmiş. Odaların adlarının eski
işlevlerinden dolayı inek damı, saman damı, kümes, kahya damı, keçi damı, arılık
olarak bırakılmış. Bahçenin girişinde bulunan bir çadır gibi yarı açık
resepsiyondan keçeli anahtarlarımızı alıp odalarımıza yerleştik. Özenle dekore
edilmiş doğal, sade, klimalı bir oda karşıladı bizi. Tavuklu süsler ve
yastıklar ise bizim odanın sürpriziydi. Her odanın damı kütüphane olarak
düşünülmüş ve tenteyle gizlenmiş dinlenme alanları yaratılmış. Kapımızın önünde
kahvaltı masası, koltuk ve hamak var ancak çocukların tarlayı fark etmeleriyle
elimizde sepetler onların peşlerine takıldık. Tarlada yetişen domates,
salatalık, biber, bamya, patlıcanları görmek, meyve ağaçları ve üzüm bağları
arasında dolaşmak ve istediğini koparıp yemek çocuklar için olduğu kadar bizim
için de keyifliydi. Sabah kahvaltısında tarladan domates toplayıp kümesten taze
yumurtamızı alabilmek, etrafımızın keçi, ördek, hindi, kaz, kedi ve köpeklerle
çevrili olması ise çok hoş bir deneyimdi.
Dost ve
yardımsever ada ahalisi
Gittiğimiz
dönem Ramazan ayına denk geldiği için çok kalabalık değildi sahiller. Adayı
gezerken en çok dikkatimi çeken şey herkesin birbirini tanıması, selam vermesi
ve bir şeyler ikram etmesi oldu. Birine bir şey olduğunda herkes yardıma
koşuyor, bir çocuk ağladığında neşelendirmek için herkes seferber oluyor. Büyükada’da
bile bu komşuluk, ahbaplık kalmamışken bu sıcaklığı Bozcaada’da bulmak
sevindirdi beni.
Tek
katlı evler, ahşap panjurlar, gizli avlular, çiçekler ile özenli bir sahne
dekoru kadar güzel bir yerleşim var Bozcaada’da. Sokakta gezerken durup hayran
hayran evleri, girişlerini ama en çok da kapılarını inceliyor bulabilirsiniz
kendinizi. Tamamı doğal ve tarihi sit alanı olan Bozcaada’da imar kuralları
sıkı uygulanıyor. Çok kata izin olmadığı gibi 80 metrekareden büyük ev de yok.
Bozcaada’nın
olmazsa olmazları
Şarapçılığı
ile ünlü Bozcaada’nın tadım dükkânlarında geçirdiğiniz zamanla hem en sevdiğiniz
şarabı keşfedebilir hem de şarap kursları ile bir uzman olabilirsiniz. Benim
favori şarabım Vasilaki. Adadan ayrılmadan Çiçek Fırın’dan sakızlı un
kurabiyesi yemeyi, Çınar Altı Kahve’de sakızlı Türk kahvesi içmeyi, Ada Cafe’nin
gelincik şerbetini denemeyi, hediyelik olarak da şarap ile bölgeye özel domates
reçeli almayı unutmayın. Biz gidemedik ama çarşamba pazarları çok meşhur. Gece
hayatı pek olmayan adada geceleri çarşıdaki cafelerde oturabilir, gece
pazarından ve küçük dükkânlardan taze otlar, zeytinyağı ve hediyelik eşya
alabilirsiniz.
En lezzetli
mezeler burada
Koreli
Restoran, adını Kore Savaşı’na gönüllü gitmiş sahibinden alıyor. Bizimle
ilgilenen garson ada konusunda oldukça bilgili. Daha sonradan öğreniyorum ki
Bozcaada tarihi hakkında yazılmış kitapları var. Balık ama özellikle meze
Bozcaada’nın en büyük keyfi. Balığın yanında rakı gider diyorsanız da yine de
bir şarap ısmarlayın ne de olsa burada Homeros’un İlyada’sında bahsettiği,
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde övdüğü, o dönemde basılan paraların üzerinde
bile üzümün kullanıldığı bir şarap diyarındasınız.
Benzin
istasyonunun yanındaki Tayyare Pizza, lezzetli pizzaları dışında eski THY koltukları
ile de dikkat çekiyor. Karadut Pansiyon’un lokantası ise tandırı ve ev
sahiplerinin zeytinyağlı yemekleri ile ünlü. Patates kızartmasının ne özelliği
olur demeyin, o bile ev yapımı ve çok lezzetli.
Mitolojide
Bozcaada
Antik
çağda Leukophrys adı ile bilinen Bozcaada, Homeros'un İlyada destanında Tenedos
adıyla anılır. Yunan mitolojisine göre Tenedos’un hikayesi ise hayli ilginç. Denizlerin
Tanrısı Poseidon’un Kyknos adında, Kolonai kentinin kralı olan bir oğlu varmış.
Kral Kyknos’un Tenes adında bir oğlu olmuş. Tenes’in annesi ölünce Kral yeniden
evlenmiş. Fakat evlendiği Philomene, üvey oğlu Tenes’e iftira etmiş ve yalancı
tanık olarak da bir kavalcıyı kullanmış. İftiraya inanan Kral Kyknos oğlunu bir
sandığa koyup denize atmış. Tenes’in içinde bulunduğu sandık büyükbabası
Poseidon’un da yardımıyla bugünkü Bozcaada’ya ulaşmış. Ada halkı Tenes’i
kralları yapmışlar ve adanın adı ‘Tenes’in adası’ anlamına gelen Tenedos olarak
değiştirilmiş. Yaptığı hatayı fark eden Kral Kyknos oğlundan özür dilemek üzere
Tenedos’a gelmiş ama babasının limana yanaştığını gören Tenes, balta ile
gemilerin halatlarını kesmiş ve onu reddetmiş. Tenedos’a kavalcıların girmesini
de yasaklamış.
Ada ve Rumlar
Adada
özellikle yaz aylarında birçok etkinlik düzenleniyor. Mayıs ayında Bozcaada
Maratonu sporcuları kendine çekiyor. Haziran ayında Şarap Tadım Festivali,
Temmuz ayında yelken yarışları düzenleniyor. 26 Temmuz’da Aya Paraskivi günü
nedeniyle birçok Rum adayı ziyaret ediyor. Rumlar o gün mutsuz biten büyük bir
aşk hikayesini anıyorlar. Rüzgara karşı iç geçirerek sevgilisi Ayyalus’a mesaj
göndermeye çalışan güzel Paraskivi, sevgilisiyle bir türlü kavuşamayınca aşk
acısı içinde ölmüş. Onun anısına diğer sevgililerin dileklerinin gerçekleşmesi
için dua edebilecekleri dilek pınarları yaptırılmış. Bir diğer anlatıya göre
sevgilisinin özlemine dayanamayan Ayyudimitrios, Ayazma plajına yakın,
dalgaların çarpışından bugün bile fark edilen deniz duvarının üzerinden
yürüyerek Paraskivi’yi gizlice görmeye gelirmiş. Bu büyük aşk Paraskivi’yi
azize mertebesine yükseltmiş.
Bu
günde ayine katılabilir, manastırı gezebilir, adanın en önemli etkinliklerinden
Ayazma Panayırı’na katılabilirsiniz. Adada nüfusun çoğunluğuna sahip Rumlar 6-7
Eylül olaylarının ardından adadan göç etmiş. 3 bin kişilik Rum nüfusundan
günümüzde geriye 30 kişi kalmış. Halen faaliyet gösteren bir kilise mevcut.
Sonbaharda ada
Ben
yine de yazın kalabalığına girmek istemiyorum derseniz Bağbozumuyla, azalan
ziyaretçi sayısıyla, ısınan deniziyle, eylül ayında da bir başka güzel oluyormuş
bu otantik ada. Bağbozumu turları düzenlenen bu tarihlerde gerçekleşen festival
tüm şarap evlerini bir araya topluyor. Ada, rüzgar sörfü, yelken, dalış,
yürüyüş ve bisiklet sporları için de çok uygun.
Türkiye’nin
üçüncü en büyük adası Bozcaada, sıcakkanlı ve yardımsever insanları, buz gibi
denizi, bembeyaz kumları, dinmeyen rüzgarı, eşsiz koyları, muhteşem günbatımı,
lezzetli yemekleri, özel şarapları ile doğallığın, sadeliğin eşliğinde zamanın
yavaş aktığı, şehir telaşının var olmadığı, huzur vadeden bir tatil sunuyor.
Biz bu sene yeniden ‘adalı’ olmayı planlıyoruz, sizi de bekleriz.
“Tanrı;
insanlar uzun ömürlü olsunlar diye Tenedos’u yaratmış...”
Herodot,
M.Ö. V. yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi
“Keyif
yapmak için Bozcaada biçilmiş kaftan”
Stern
Dergisi, 2009Misafirperverlikleri için Akriş ailesine, sayfaları güzelleştiren fotoğraflardan birçoğunun sahibi İzak Baron’a çok teşekkür ederim.
Karel Valansi
Şalom Dergi Haziran 2013
Yorumlar