Üniversite bahçelerinde düzenlenen Yaşayan Kütüphane adlı etkinlik, ‘yabancı’ veya ‘öteki’ olarak tanımlanan ve ayrımcılığa uğrayanları toplumla bir araya getiriyor. Hedefleri ise bilinmeyene karşı olan olumsuz düşünceyi yıkarak diyalogla insanlar arasında bir köprü kurabilmek. Yahudi kitap olarak görev aldığım etkinlikte, gelebileceğini tahmin ettiğim tüm sorulara hazırlıklıydım. Tek amacımsa muhtemelen hayatlarında hiç Yahudi ile karşılaşmamış katılımcılara çok da farklı olmadığımızı gösterebilmek.
“Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur,” demiş Einstein. Birkaç yıldır düzenlenen ‘Yaşayan Kütüphane’ ile üniversiteler bu gerçeği değiştirmek için çaba sarf ediyor. Gönüllü öğrencilerin özverili çalışmaları ile oluşturulan bu etkinlikte, dini inancı, etnik kökeni, ideolojisi, cinsel eğilimi, mesleği, rahatsızlığı veya engeli nedeniyle haklarında önyargı oluşmuş, ayrımcılığa maruz kalmış kişiler, kendisini merak eden ‘okuyucu’ ile buluşuyor. Yaklaşık otuz dakikalık sürede, okuyucu merak ettiği her türlü soruyu sorarak ‘ötekini’ daha yakından tanıma fırsatı elde ediyor. Kütüphane kitapları arasında Türkiye’nin neredeyse her rengi mevcut: Yahudi, Protestan, Ermeni, Alevi, Kürt, Roman, Başı Örtülü, Ateist, Kemalist, Feminist, Siyahi, Sakat, Görme Engelli, Lezbiyen, Gey, Transseksüel, Listag (LGBT ailesi), eski Seks İşçisi, Şizofren, eski Uyuşturucu Bağımlısı, Pozitif HIV’li, Mülteci…
İTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Yaşayan Kütüphane etkinliklerinde Yahudi Kitap olarak görev aldığımda, elimde Bahçeşehir Üniversitesi’nin hazırladığı ‘Türkiye Değerler Atlası 2012’ verileri ve Eylül 2009’da Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ‘Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması’ sonuçları vardı. 2009’daki araştırmaya göre katılanların yüzde 90’ının yakın veya uzak çevresinde Yahudi bir tanıdığı olmamasına rağmen yüzde 42’si Yahudi komşu istemiyor. 2012’deki araştırmada ise bu oran yükselerek yüzde 56 oldu.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, etkinlik öncesinde bir araştırma yaptılar. 250 kişinin katıldığı anketle Yaşayan Kütüphane’ye katılacak kitaplar hakkındaki önyargılar belirlendi. Bu araştırmaya göre Yahudiler hakkında ortaya çıkan önyargılar sırasıyla şu şekilde: zengin, Amerika yandaşı, düşman, bölücü, sinsi, cimri, misyoner, İsrailli, tüccar.
Bu iki etkinlikte yaklaşık 40 kişiyle görüştüm. Dört tanesi lise son sınıf, kalanlar üniversite öğrencisiydi. Birçoğu dinini belirtme ihtiyacı hissetti. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi Müslüman’dı. Beşi kadın, diğerleri erkekti. Kadınlardan sadece birinin başı örtülüydü, erkeklerde herhangi dini bir simge yoktu. Okuyucuların ikisinin Yahudi tanıdıkları vardı ve izlenimlerini olumlu olarak belirttiler. Diğerlerinin ilk tanıdığı Yahudi ben oldum. Okuyucuların biri İsrail’de bir süre yaşamış, bir diğeri ziyaret etmek istiyor, diğerleri merak ediyor ama gitmeyi hiç düşünmemiş.
Soruların tarzı değişse de büyük çoğunluğun ilk sorduğu soru “Yahudiliği neden seçtiniz?” veya “Yahudi mi doğdunuz?” oldu. Anne ve babamın da mı Yahudi olduğu, çocuklarımı Yahudi olarak mı yetiştirdiğim de soruldu. Yahudiliği doğuştan değil de sonradan kişisel irademle seçtiğimin düşünülmesi ilginçti. Görüştüklerimin tamamına yakını bu soruyu sorma ihtiyacını duyduğuna göre altında yatan nedeni merak ettim. Çoğunluğun cevabı, Müslümanların büyük çoğunlukta olduğu bir ülkede neden farklı bir dini devam ettirdiğimi, çoğunluğa neden uymadığımı merak ettikleri yönünde oldu.
Yahudiliğin İslamiyet ile olan farkları ve benzerlikleri bolca tartışıldı. Benzerlikler üstün gelince İslamiyet’i seçmeyi düşünüp düşünmediğim sıkça soruldu. Birçok kişi Türkiye’de Müslüman olmak yerine Yahudi olarak yaşamımı sürdürmem konusu üzerinde durdu.
Okuyucuların hemen hepsi Türkiye’de ibadet özgürlüğüm var mı? diye sordu. Sinagoga sıkı güvenlik kontrolü ve çelik kapılardan geçiyor olmamızdan dolayı içtenlikle üzüldüler ve birçoğu bunu “haksızlık” olarak niteledi. Bunun sebeplerini anlattığımda birçoğunun terör saldırılarını duymamış olduklarını gördüm. 1986 terör saldırısını kimse bilmiyor. 2003’tekini birçoğu bilse bile akıllarında daha çok HSBC saldırısı olarak kalmış. 6-7 Eylül olaylarını ve Varlık Vergisi’ni pek kimse bilmiyor. Hatta Şükrü Saraçoğlu ismi Fenerbahçe stadıyla bütünleştiğinden olsa gerek, bir dönem başbakan olduğu da bilinmiyor.
Ne zamandan beri Türkiye’de yaşadığım ve Türkçeyi nerede öğrendiğim en çok sorulan ikinci soruydu. Türkiye’de ne zamandan beri Yahudilerin yaşadığı bir başka benzer soruydu. Tarihimizi anlattığımda şaşırarak bu kadar eski zamanlardan beri bu topraklarda Yahudilerin olduğunu bilmediklerini söylediler.
Yahudi yaşayışı en çok merak edilen konuydu. Ne tür bayramlarımız olduğu ve bu bayramları nasıl kutladığımız soruldu. Yahudi gelenekleri, sinagoga ne sıklıkla gidildiği, sinagogların içinin neye benzediği, Türkiye’de ve İstanbul’da nerelerde sinagoglar olduğu sıkça soruldu. Görüştüğüm iki kişi sinagogların “girilemez yasak kaleler” olarak göründüğünü söyledi.
Türk Yahudileri nasıl yaşar, gelenekleriniz nelerdir, eşinizi nasıl seçersiniz, çocuklarınıza nasıl isim koyarsınız, gibi genel soruların yanı sıra beni tanımak amaçlı daha özel sorular da soruldu. Hangi okullara gittiğim, kaç dil bildiğim, arkadaşlarımdan kaçının Müslüman olduğu, Müslüman biriyle evlenebilir miydim, evlensem nasıl tepki alırdım, çocuğum din değiştirirse nasıl karşılardım, gibi sorular soruldu.
Yahudi ve Musevi kelimeleri arasında ne fark olduğu, Yahudiliğin bir ırkı mı dini mi temsil ettiği merak edildi. Katılımcıların bir bölümü Yahudi yerine Musevi kelimesini kullanmayı tercih ettiklerini çünkü Yahudi kelimesinin kaba, Musevi kelimesininse daha olumlu bir ifade olduğunu belirttiler.
“Her Yahudi İsrailli midir?” sorusu sıkça sorulan sorulardan biriydi. Türk Yahudileri ile İsrail arasında bağ ve Türkiye’deki Yahudilerinin hangi devlete bağlı oldukları soruldu. İsrail vatandaşı olup olmadığım merak edildi. İstersem olabilir miyim, İsrail’e hiç gittim mi, orada yaşayış nasıl, diye soruldu. Bir Yahudi olarak neden İsrail’de yaşamadığım çok merak edildi. Kendimi nasıl tanımladığım da sıkça sorulan soruydu.
Türk Yahudileri ile İsrail’dekiler arasındaki farklar soruldu. Dindarlar neye dikkat eder, kadının dindeki yeri nedir gibi konular merak edildi. Sorular üzerine Naturei Karta’dan Ağlama Duvarı’ndaki reformist kadın hahama kadar birçok konu konuştuk.
Bir diğer ortak kanı ise İsrail’de herkesin aynı şekilde düşünüp, aynı şekilde hareket ettiklerinin sanılması. Homojen bir yapı mı var orada, aşiret reisi gibi birinden mi emir alınıyor, diye soruldu. Herkesin aşırı dindar olduğu düşünülüyor. Farklı görüşlü kişiler ve partilerin var olup olmadığı soruldu. Siyonizm’in anlamı, İsrail ve Kudüs’ün Yahudiler için önemi konusunda sorular soruldu. Birçoğu İsrail vatandaşı Arapların bulunduğunu duyunca şaşırdı.
Tevrat ile İncil’in tahrip edilip edilmediği sorulduğu kadar, seçilmiş millet kavramı ve vadedilmiş topraklar soruldu. Bir diğer önemli soru ise Yahudilerin Müslümanlara karşı bakış açısı konusunda oldu. Müslümanlara karşı önyargınız var mı? diye birçok kez soruldu.
Yahudilere karşı önyargı listesinin en başında olmasına rağmen, hepiniz zengin misiniz ve dünyayı Yahudiler mi yönetiyor sorusu çok az soruldu. Mossad ile ilgili hiç soru gelmedi buna karşın Sabetaycılar ama özellikle Masonluk oldukça merak ediliyor.
İsrail-Filistinliler meselesiyle ilgili de soru geldi ancak birçoğu bu konuda fazla bilgili değildi. Türk Yahudilerinin İsrail seçimlerinde oy vermediğini hatırlatma gereği duydum konuşma sırasında. İlginç olan, birkaç kişinin Türk medyasında bu konunun yansıtılış biçiminden rahatsızlık duyduklarını söylemeleri ve haberlerde analiz eksikliği olduğu kadar, tek taraflı olarak niteledikleri bilgilerin yanlı olduğunu okurken hissettiklerini söylemeleri oldu.
Beni en çok şaşırtan soru ise şu oldu: “Almanlar çok Yahudi öldürdü. Neden Yahudiler Almanlara kin beslemiyor da Filistinlilerle uğraşıyor?” Tek soruda iki farklı konu olduğunu belirtip Holokost’u anlatmaya başladığımda soruyu soranın ölüm kamplarını bilmediğini fark ettim. Yahudiler ve Almanların savaştığını, Almanlar kazandığı için çok Yahudinin öldüğünü sandığını öğrendim.
Yahudi kitaba ilgi oldukça fazlaydı. Yaşayan Kütüphane etkinliğine katılanların yaklaşık üçte biri Yahudi kitabı tercih ettiğini, merak ettiğini gördük.
Bu güzel etkinlikte en ilginç anlar ise ‘kulis’te gerçekleşti. Siz hiç aynı masa etrafında bir arada sohbet edip gülen Yahudi, Protestan, Ermeni, Ateist, Kemalist, Alevi, Kürt, Roman, başı örtülü, feminist, eşcinsel, transseksüel, eski seks işçisini gördünüz mü? Bu başarılı etkinlik Türkiye’nin tüm renklerini bir araya getirmeyi başardı. Biz dahil tüm katılımcılar da önyargıları yıkarak ötekini anlamaya çalıştı.
Karel Valansi
Şalom Gazetesi 12 Haziran 2013
Yorumlar