Ana içeriğe atla

Sinagogdaki muhteşem sesin sahibi Simon Cohen

İlk kez bir Bar Mitsva töreni sırasında dinledim onu ve sesine hayran kaldım. Sebebi sadece sesinin güzelliği değildi. Tonlaması, vurgusu, içtenliği, sesinden tüm mekâna yayılan enerjisiydi benim kadar tüm salonu etkisi altına alan. Yaz tatili için ailesiyle Büyükada’ya geldiğini öğrenince, bir pazar sabahı buluşmak için sözleştik ve lezzetli yaz meyveleri eşliğinde bol melodili ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Kudüs’den Londra’ya, Miami’den Budapeşte’ye kadar birçok şehirde konserler veren Hazan Simon Cohen’i daha yakından tanımaya ne dersiniz?
Türkiye’de birçok kişi sizi muhteşem sesinizden tanıyor, ancak kim olduğunuzu pek bilmiyor. Biraz kendinizi anlatır mısınız?
1971’de doğdum. Londra’nın güzel bir semtinde Ortodoks Yahudi bir ailede büyüdüm. Manchester Üniversitesi’nde okurken, tekstil işinde çalışmaya başladım. 23 yaşındayken eşim Nechamah ile Londra’da tanıştık. O da Londra doğumlu Ortodoks bir Yahudi, ama İsrail’de yaşıyordu. Birbirimize aşık olduk. Benden tek bir isteği vardı; “Eğer benimle evlenmek istiyorsan, İsrail’e taşınmalısın.” Ben de kabul ettim. Bir ay içinde işimi kapattım, evimi kiraya verdim, her şeyi bırakıp İsrail’e taşındım. 
 Kolay oldu mu yeni bir ülkeye alışmak?
Annem, abim ve kız kardeşim zaten İsrail’e taşınmışlardı o yüzden çok zor olmadı. Ancak iki ülke arasında önemli kültür farklılıkları var. Taşındıktan bir yıl sonra evlendik. Ra’anana’da yaşıyoruz, üç çocuğumuz var.
 Üniversitede müzikle ilgili bir konuda mı eğitim gördünüz?
Müzikle ilgili değildi. Çocukken Şabat’ta yemek sonrasında tüm aile beraber şarkı söylerdik. Babam bir bas, ağabeylerim tenor, annem bir soprano. Beraber, uyum içinde şarkı söylerdik. Sırf dinleyebilmek için birçok aile bizi Şabat yemeğine davet ederdi.
 Müzik bir aile geleneği, sizin dışınızda ailede hazan var mı?
Abim New York’ta hazan, büyükbabam Londra’da çok sevilen bir haham ve hazandı, Rabi Eliezer Spector. Büyükbabam laik cemaat tarafından da çok saygı duyulan biriydi. Tekstil işine ilk girdiğimde tedarikçilerimden öğrendim ne kadar sevildiğini. Birinin oğlunun Bar Mitsva törenini yönetmiş, birinin kızını evlendirmiş. Herkesle kolaylıkla diyalog kurabilen, sıcak kalpli biriydi.
 Profesyonel anlamda müzikle uğraşmaya nasıl başladınız?
Müzik her zaman hayatımın önemli bir parçasıydı. Ancak hiçbir zaman bunu profesyonel anlamda kullanmayı düşünmemiştim. Emlak işinde çalışıyordum. İsrail’e taşındıktan birkaç sene sonra önemli bir hazan sesimi çok beğendiğini ve bu işi profesyonel anlamda yapmam gerektiğini söyledi. Tel Aviv Kantor Enstitüsü’nde ders almam için beni ikna etti.
Okulun dekanı babamın Londra’da katıldığı koronun başındaydı, beni oradan tanıdı. Sesimi dinledi ve “senin sahneye çıkman lazım,” dedi. Hiç tecrübem olmadığını söyleyince “tecrübeye ihtiyacın yok kalbinden söyle başarılı olursun,” dedi. İki hafta sonra David’in Kulesi’nde sahnedeydim. Oradaki açıkhava tiyatrosunda ilk solo konserimi gerçekleştirdim. Çok korkutucuydu ama bu konser sayesinde birçok yere davet edilmeye başladım. Daha sonra okula gittim, solfej ve farklı makamları öğrendim.
Bugün, benimle beraber şarkı söyleyen kalabalık bir koro var. İsrail Filarmoni Orkestrası, Kudüs Senfoni Orkestrası ile şarkı söyleme ayrıcalığına eriştim. Dünyanın birçok yerinden düğün törenlerine davet ediliyorum Kapri, Londra, Venedik, İstanbul…
  Türkiye’ye ilk nasıl davet edildiniz?
Bir sabah uyandığımda bir e-mail buluyorum, nereden geldiğine bakıyorum ve şaşırıyorum: Türkiye! Rabi Mendy Chitrik bir gece kızı Sarah’ı bir türlü uyutamamış ve internetten onu sakinleştirebilecek müzik aramaya başlamış. Youtube’da hazanları araştırırken benim Boca Raton, Miami’de verdiğim bir konseri bulmuş. Sesimi çok beğenince “Sinagoguma davet etmeliyim,” demiş.
O zamanlarda Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler çok iyiydi. Türkiye’de çok büyük bir deprem olmuştu ve İsrail yardım göndermişti. E-mail’den üç hafta sonra Galata’daki Aşkenaz Sinagogu’ndaydık. Birkaç gün sonra da İstanbul’un ilk büyük Purim partisini düzenledik, 700 kişi katıldı. Damdaki Kemancı temasını seçtik, ben de şarkı söyledim. Çok başarılı bir partiydi. Daha sonra Holokost Anma Töreni’nde yer aldım. Yazın da Büyükada’ya davet edildim. Beş ay içinde üç defa İstanbul’a gelince kendimi Türk gibi hissetmeye başlamıştım bile! Bu sene yaz tatilimizi geçirmek için Türkiye’yi seçtim, ailemle geldim bu sefer İstanbul’a. Dünyanın birçok yerinde bulundum ama Türkiye’deki konukseverlik gibisini görmedim. İnsanlar çok sıcak, birçok arkadaş edindim burada.

Din ile müziğin ilişkisini nasıl tanımlarsınız?
Müzik uluslararası bir dil. Benim stilim Aşkenaz ama Sefarad çoğunluktaki Türkiye’ye bu on ikinci gelişim. Müzik konu olunca bunlar önemini yitiriyor. Güzel bir sesin varsa ve kalbinden söylüyorsan, insanlar bunu kalplerinde hissediyorlar. Şarkı söyleme, ruhun bir yansımasıdır. Çok kötü sesi olan ancak oldukça başarılı şarkıcılar var. Sebebi kendi ruhlarıyla kuvvetli bir bağ kurabilmeleri. Dinleyici sadece seslerini değil ruhlarını da duyar böylece. Önyargıya maruz kalmadan ruhani bir yolla birinin kalbine ulaşabilmek ise çok özel bir ayrıcalık. Şarkı söylediğimde Tanrı ile dinleyiciler arasında bir bağ kurulması sorumluluğum var, çünkü cemaatin bir mesajcısıyım aynı zamanda. Ama bir de ne söylediğimi anlamam ve hissetmem lazım. Eğer hissetmezsem sadece nota söylemiş olurum. Bir hazanın görevi, kutsal metne müziği ekleyip, Tanrı’dan cemaate ulaşmasını sağlamak.
Les Miserables veya İngilizce şarkılar söylerken de aynı şey geçerli. Ne söylendiğini anlamana bile gerek yok, sadece hissetmen yeter.


Mazal kısmet, şans demek. Mazal’ın açılımını bilir misin? Mem, zayin, lamed. Mem makom yani mekân, zayin zman yani zaman, lamed laasot yani eylem. Mazal’ım yok diyemezsin. Doğru zamanda doğru yerde olmalısın ve bu konuda bir şey yapmalısın. Bu önemli bilgiyi büyükbabam Rabi Spector’dan öğrendim.

 Tatiliniz güzel geçti mi?
Çok güzel geçti. İlk defa gerçek Türk hamamına gittim ve varlığından haberdar bile olmadığım derilerimden kurtuldum. Daha sonra Şişli’de bir mahalle berberine gittim. En büyük şaşkınlığımı orada yaşadım. Saç kesiminden sonra yapılan kafa masajı burada standart ama ben ilk defa böyle bir tecrübe yaşadım ve çok hoşuma gitti. Bir daha ki gelişimde ilk durağım berber olacak!
 Gelecekteki projeleriniz nedir?
Bir ay içinde ikinci albümüm çıkacak Prag Senfoni Orkestrası ile birlikte söyledim. Bu ay Roma ve Londra’ya gidiyorum. Kudüs Filarmoni Orkestrası ile İsrail’de bir konserim olacak. Venedik’te bir düğüne gideceğim. Hanuka Bayramı zamanı İstanbul’da olmayı planlıyorum.
 Başarıyı nasıl tanımlarsınız?
Herkesin bir yeteneği var. Yeteneğini ortaya çıkarıp, elinden gelenin en iyisini yapmalısın. Ne yazık ki toplumun bize ne yapmamız gerektiğini söyleme gibi kötü bir alışkanlığı var. Bazen yeteneğini keşfetmek tüm hayatın boyunca sürebilir. Ben şanslıyım otuzumda buldum.
 İlk ziyaretinizden bugüne Türkiye’de ne gibi farklar gördünüz?
Asimilasyon oranının çok yüksek olduğunu duydum burada. Son yedi yılda insanların nasıl Türk kimliklerini korumaya devam edip Yahudi kimliklerine yakınlaştığını gözlemledim.  
Günümüzün materyalist yaşam tarzı, geleneksel Yahudi yaşam tarzı ile beraber sürdürülebilir ama zorlukları var. 30’lu yaşlarındakiler bazı değerlerin önemini anlayabiliyorlar. Ama on beş yaşındaki bir genci cumartesi günü plaj yerine sinagoga gitmeye nasıl ikna edebilirsin? Gençler "Neden Tanrı’ya ihtiyacım var?" diye sorguluyor. Çünkü aile istediği her şeyi veriyor. Ne için dua edecekler? Her şeye sahipler. Aynı sorun İsrail ve İngiltere’de de var. Bir şey istiyorsan bunu elde etmek için çalışman lazım, değerini bilmen lazım. Bugünün çocukları dünyaya sahip olduklarını düşünüyor, her şeyi istiyorlar.
Yahudi aidatına sahip çıkmak lazım diye düşünüyorum. Mütevazı olmak lazım. Mütevazılık sadece kıyafetlerle olmaz. Konuşma tarzı, eğitimle olur. Her şeyin en büyük, en yeni, en pahalı olmasına gerek yok. Elimizdekinin değerini bilip, takdir etmeliyiz. Şabat’ta bir gün için uzaklaşıyorsun. Iphone yok, iPad yok ruhani bir gün o gün. Dinle, düşün diye…

Karel Valansi  28 Ağustos 2013


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri