Özgürlük tutkunu, hümanist, asi. Aynı zamanda aşka aşık, biraz kaderci, biraz romantik. Onu tanımlamada sözler hep eksik kalıyor. Bir mayıs sabahı Georges Moustaki’nin gidişiyle büyük bir ozanı ve müzisyeni kaybettik. Edith Piaf’ın büyük aşkı, Milord, Le Métèque şarkılarının babası ayrıldı aramızdan geçen baharda. Bu yazı onun anısına…
Mayıs ayında, bir sabah erken saatte geldi ölüm haberi. Sürpriz değildi, uzun süredir hasta olduğu biliniyordu. 2009’da Barcelona’da, sadece üç şarkı seslendirdiği kariyerinin son konserinde, solunum yolları rahatsızlığı nedeniyle artık şarkı söyleyemeyeceğini, sahneleri bırakmak zorunda olduğunu açıklamıştı izleyicilerine.
O, “Duşta şarkı
söylemeyi özlüyorum” diyordu ama hayranları için çok daha büyüktü
eksikliği. Onun şarkılarında kendini bulmuş, ayrılığın acısını paylaşmış, aşkın
büyüsüne kapılmış, özgürlüğü, hatta tembellik hakkını onunla birlikte savunmuşlardı.
Moustaki’nin şarkılarını dinlemek günlük hayatın
sıradanlığından bir kaçış yolu. Hayal alemine giriş kapısını aralıyor onun içten,
yalın sözleri. Müziği ise sanatçının taşıdığı tüm kültür mirasını yansıtıyor. Şarkılarıyla
bazen Londra’da bir bar masasına, bazen Brezilya’ya doğru bir yolculuk yapıyor,
çoğu kez de anavatanına, Akdeniz kıyılarına uzanıyoruz.
Hikaye Mısır’da başlıyor
Mustacchi, 1934 yılında Mısır’da, İskenderiye’de doğdu.
Yunanistan’ın Korfu adasından göç eden Sefarad Yahudisi bir ailenin oğluydu. Ailede
bir efsane sayılan dedesi ise İstanbulluydu. Evde İtalyanca, sokakta Arapça,
okulda ise Fransızca konuşuyordu. Adını da konuştuğu dile göre Giuseppe, Joseph
veya Yusuf olarak değiştiriyordu. Bir röportajında “Sekiz dil biliyorum ancak Fransızcaya aşık oldum” demişti. Elinde
annesinin hediye ettiği gitarla Paris’e doğru yola çıktığında ise sadece 17
yaşındaydı.
Mutluluğun reçetesi İskenderiye
Kozmopolit bir şehirdi onun yaşadığı İskenderiye. “Hayatımı şekillendiren en önemli yılları
burada yaşadım ve özlemim hiç bitmedi” diye anlatıyor doğduğu şehri. Hatta “Mutluluğun reçetesi nedir?” diye
sorulduğunda, “İskenderiye” diye
cevap vermişti TV5’teki bir söyleşide. 70. yaş gününü bu şehirde kutlamış, hastalığı
ilerledikçe yakınlarına Libre Penseurs D’Alexandrie
Mezarlığına gömülmek istediğini
söylemişti.
Ailesi, Ortadoğu’nun en önemli kitapevlerinden La Cité Du Livre’in sahibiydi. İkinci
Dünya Savaşı sırasında üstlerinden uçaklar geçip sığınaklara saklanmaları
gerektiğinde, kitapçının bodrum katına saklanırlardı. “Orada beklerken ders yapardım ama en çok da kitapları, yazarları
keşfederdim. Sartre, Camus ve Gide ile tanışmam o dönemde oldu. Kültürümün çoğunu
okuldan değil, bodrum katında geçirdiğim o saatlerde kazandım” der.
Mutlu bir çocukluk geçirdiğini anlatır. “Avrupa’daki savaşın korkunçluğunu ve
Holokost’u bir tanık olarak yaşamadım. Paris’e taşındıktan sonra yakın
arkadaşlarımın anılarından bu gerçeği öğrendim” der.
Günümüzde sayıları 200 kadar kalan Mısır Yahudi cemaati
1956 öncesi 80 bine kişilik bir topluluktu. Birçok farklı milletten kişilerin
bir arada yaşadığı İskenderiye’de dini kimliğinden dolayı hiçbir ayrımcılık
yaşamadığını anlatır Moustaki. Ve Alexandrie
şarkısında anlatır şehrine duyduğu özlemi, sevgiyi, bağlılığı. “Yirmi beş kış oldu seninle ayrı geçirdiğimiz.
Hâlâ hafızamda kokun. Herkesin bir yarası, kaybettiği bir cenneti vardır. Benim
için de oranın adı İskenderiye.”
Akdeniz ülkeleri benim evim
“Sahilde büyüdüm”
diye anlatır Moustaki. Gemilere bakıp, nereden gelip, nereye gittiklerini
tahmin etmeye çalıştığını ve bir tanesine binip dünyayı gezmeyi hayal ettiğini
söyler. “Seçtiğim meslek bu hayalimi
gerçekleştirmeme vesile oldu” der bir başka röportajında.
Akdeniz’in yeri ise bambaşka onun için. Kendini evinde
hissediyor, bu denize kıyısı olan tüm ülkelerde. Dünya vatandaşı olarak
tanımlıyor kendini ve İskenderiye’nin kozmopolit yapısına, üç kıtaya açılan
Akdeniz’in köklü tarihine bağlıyor sebebini.
Paris yolunda
Genç Moustaki, 1951 yılında iskeleye yanaşan gemilerden
birine biner sonunda ve Fransa’ya göç eder. Kapı kapı dolaşarak şiir kitabı
satar, barlarda gitar çalıp şarkı söyler. Şans eseri şarkıcı ve söz yazarı Georges Brassens ile tanışınca ona
şarkılarını dinletme fırsatı yakalar. Genç şarkıcıyı beğenen ve destek veren
Branssens onu Saint-Germain-des-Prés’deki
sanat çevresi ile tanıştırır. Soyadını Moustaki, adını ise Brassens’a olan
saygısından Georges olarak değiştirir.
“Piaf öncesi, Piaf sonrası diye ayırırım yaşamımı”
Asıl çıkışını ise efsanevi şarkıcı Edith Piaf ile tanışmasından sonra yapar. İlk karşılaşmalarında çok
heyecanlanan Moustaki, notaları karıştırır, şarkısını kötü söyler. Ama Piaf’ın
ilgisini çekmiştir bir kere. Piaf onu yemeğe davet eder ve aralarındaki büyük
yaş farkına rağmen tutku ile birbirlerine bağlanırlar.
“İlişkinin kontrolü
ondaydı” diye anlatır Moustaki. Onu terk eden ender erkeklerden biri olduğu
için Piaf’ın ona kızgın kaldığını da ekler. Buna rağmen iki defa çağırır Piaf
onu. Her ikisinde de her şeyi bırakıp yanına koşar. İlkinde, Piaf onu uzunca
bir süre dışarda bekletir sonra da “Gelip
gelmeyeceğini merak etmiştim, geldin. Artık gidebilirsin hoşçakal” der.
İkincisinde ise ölmek üzere olduğunu haber verir. Yıllar sonra öğrenir
Moustaki, Piaf’ın yanından ayırmadığı cüzdanında kendi resmini sakladığını. “Demek çok da kızmamış bana” diye
sevindiğini anlatır bunu öğrendiğinde.
Piaf’ın en önemli şarkılarından birini, Milord’u yazar onun için. Konuyu Piaf
verir. Londra’da geçsin, yağmur yağsın, iki sevgiliyi anlatsın der. Milord
kelimesi gelir akıllarına. “Şarkı bu
kelimede gizli” der Piaf ve Moustaki odasında sözler üzerinde çalışırken
kapının dışında bekler bitirmesini. “Onunla
birlikteyken her şey aynı anda hem tutkulu, hem komik, hem de acıklı idi”
diye hatırlıyor Piaf ile ilişkisini.
Kadın olmazsa müzik de olmaz
Kadınlarla olan ilişkilerinde genelde avcı değil av
olduğunu söylüyor Moustaki. Kadınlara karşı zaafı olduğunu da kabul ediyor. Şarkılarında
kadınların bütün halleri, yaşları ve duygularıyla var olduklarını söyler, hatta
kadın olmazsa dünyada müziğin de olamayacağına inanırdı.
Aşk adamıydı Moustaki. Bu uğurda özgürlüğünü bile feda
edeceğini anlattığı Ma Liberté ise
yanlış anlaşılmış ve bir özgürlük marşına dönüşmüştü. “Özgürlüğüm, seni az bulunan bir inci tanesi gibi uzun zaman
korudum. Gene de bir Aralık gecesi seni terk ettim. Aşk
hapishanesi ve onun güzel gardiyanı için sana ihanet ettim”
diyordu şarkının sözleri.
Le Métèque
Edith Piaf dışında, uğruna La Dame Brune’u yazdığı büyük aşk yaşadığı Barbara’dan Mısır doğumlu Dalida’ya, Yves Montand’dan France Gall’e
kadar dönemin birçok ünlü şarkıcısı için 300 kadar şarkı yazdı Moustaki. İlk
yıllarında pek ilgi çekmeyen birkaç albüm çıkarmış olan Moustaki, şarkı
söylemek yerine ünlü isimlere şarkı yazmaktan memnundu. En bilinen
şarkılarından Le Métèque’i de söylemesi
için ilk Serge Reggiani’ye teklif etmişti.
Reggiani, “Serseri Yahudi, Yunanlı çoban?
Bu sözler seni anlatıyor, senin bu şarkıyı söylemen gerek” demiş, onu ikna
etmek için de şarkıyı Moustaki’yi taklit ederek söylemişti. Kendi taklidi
karşısında kahkahalar atan Moustaki yeniden şarkı söylemeye de böyle ikna olmuştu.
“Avec ma gueule de
métèque, de Juif errant, de pâtre Grec, et mes cheveux aux quatre vents. Avec
mes yeux tout délavés, qui me donnent l'air de rêver, moi qui ne rêve plus
souvent…” der bu güzel şarkıda Moustaki ve son bölümde o derin sesiyle
tekrarlar “Geleceğim tatlı kölem. Ve her
günü, ölünceye kadar yaşayacağımız sonsuz bir aşka çevireceğiz.”
Türkiye’deki aranjmanlar döneminde bu şarkı Nino Varon’un
sözleri ile Tanju Okan’ı meşhur eder
bu sefer. “Bu akşam çok efkârlıyım, kalbim
neden kan ağlıyor, bunu bir bilsen sevgilim…” ile bir aşk şarkısı olarak unutulmazlar
arasında yerini alır Hasret. İki
sanatçı da, ilginç bir rastlantı olsa gerek, farklı yılların 23 Mayıs’larında
hayata gözlerini kaparlar.
Dağınık saçları, sakalı ve Akdeniz mavisi gözleri
Bir müzisyen, şarkıcı, ressam, yazar, sinemacı, gezgini
kaybettik geçen Mayıs’ta. Sadece yaşadığı zamanı anlatmakla yetinmeyen,
yıllarca farklı kuşakların kendinden bir şey bulduğu, evrensel anlamlar yüklediği
şarkılara imza attı. Yaşamın içinden bir parça taşıyordu şarkıları. Tıpkı Ma Solitude’de söylediği gibi; “Başka birine tutulsam, bıraksam, ayrılsam.
Yanımdadır bilirim, son günümde son eşim. Yok yalnız değilim asla, yalnızlığım
ve ben…”
Kalabalık bir cenaze töreniyle Paris’te Père Lachaise Mezarlığına, ölümsüz aşkı
Edith Piaf’ın birkaç metre uzağına gömüldüğünde, ardında aşklarını, anılarını
ve şarkılarını bıraktı. Şans getirdiğine inandığı beyaz gömleği, uzun
sakalları, dağınık saçları ve mavi gözleri ile hatırlanan Georges Moustaki’nin
ölümü ile ırkçılık ve savaş karşıtı bir 68 ruhunu da kaybetmiş olduk. Fransız
şarkıları ise altın çağının son temsilcilerinden birini yitirmenin yasını
tutmakta.
Evrensel bir şarkıcı, meraklı bir gezgindi Moustaki.
Birçok kez Türkiye’yi ziyaret etmiş, “Kendimi
evimde hissediyorum burada” demişti konserlerinde. Bir şarkısında Yunus
Emre’nin dizelerini kullanmış, bir albümünde ise Nazım Hikmet’ten alıntı
yapmıştı.
Seyirciyle büyülü bir bağ kurardı konserlerinde. “Şarkılarına çok borcumuz var” demişti
Atilla Demircioğlu Moustaki şarkıları ile hazırladığı albümün giriş yazısında. “Aşka aşıktı” diye anmıştı Mine
Kırıkkanat ardından. “Uzoların ozanı sen
de mi ölecektin?” diye haykırırken Derya Bengi, “Moustaki öldü, şimdi o bir yaz denizi gibidir” diyerek son noktayı
koymuştu Hilmi Yavuz ölümünün ardından.
Elveda Akdenizli…
“Şarkılarımın çok farklı kişilerin hayatında rol
oynadığını biliyorum. Kimbilir müziğim çalınırken neler yaşanıyor. Sevişenler,
kavga edenler, düşünenler, karar verenler…”
“Sahici bir vatanım yok benim. İllaki kimliğimi
sorduklarında Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen bir Akdenizliyim diyorum”
Karel Valansi Şalom Dergi Ekim 2013
Yorumlar