“Bu 30 saatte son 30 yılda konuştuğumuzdan daha fazla konuştuk,” diye özetliyor ABD Dışişleri Bakanı John Kerry geçtiğimiz hafta gerçekleşen Cenevre Görüşmelerini. P5+1 (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya) ve İran henüz bir anlaşmaya varamamış olsa da Tahran’ın nükleer programını sınırlaması karşılığında uluslararası yaptırımların kademeli olarak azaltılmasında fikir birliğine vardılar. Görüşmelere sonradan katılan Fransa’nın özellikle plütonyum üretecek Arak Ağır Su Reaktörü ile ilgili endişeleri, İsrail’in “Asrın anlaşması ama Tahran için” diye nitelediği bu geçici anlaşmayı durdurdu. Taraflar 20 Kasım’da yeniden görüşecekler.
ABD bu anlaşma ile altı ay süresince İran’ın nükleer çalışmalarını durdurup Tahran’ın iddia ettiği gibi barışçıl düzeyde kalmasını garantiye alacak kalıcı bir anlaşma hazırlamak niyetinde. Ancak Tahran’ın bu konudaki sicili temiz değil. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na (UAEK) verdiği sözleri yerine getirmemiş ve bizzat İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’nin nükleer başmüzakereci olduğu dönemde görüşmeler sürerken nükleer çalışmalar gizli olarak devam etmişti. ABD, uluslararası bankacılık ve petrol ticaretini sınırlayan ana yaptırımların kalması şartıyla bazı yaptırımları rahatlatarak İran’ı oyunda kalmaya ikna etmeye çalışıyor. Bu durumdan, İran’ı varlığına bir tehdit olarak gören İsrail’in, mezhep çatışmalarının Ortadoğu’da yoğunlaştığı bir dönemde istikrarlı ve güçlü bir İran istemeyen Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin hoşnut olmadığını söylemek zor değil. ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin yanı sıra Fransa da askeri ticareti olan Körfez ülkelerinin yanında yer aldı. Bu ilginç ortaklığa Amerikan Kongresi de eklenince ABD Başkanı Obama bu konuda her taraftan ‘dostlarıyla’ sarılmış durumda kaldı.
İran ise rejimin geleceğini tehlikeye atabilecek ekonomik sorunları kaynağından çözmeye, yani yaptırımlardan kurtulmaya kararlı. Haziran seçimleri ile başa geçen Ruhani de bu projenin imaj yüzü. UAEK’nin yeni açıkladığı Kasım ayı raporu İran’ın uzun süredir bu görüşmelere hazırlandığını gösteriyor. Ağustos ayındaki raporla kıyaslandığında İran kendi isteğiyle nükleer çalışmalarını ciddi anlamda azaltmış durumda. 11 Kasım’da imzaladığı ek protokolle de UAEK’nin nükleer faaliyetlerinde daha fazla şeffaflık ve denetim talebini üç ay süreyle karşılayacağını beyan ediyor. Bu bardağın dolu tarafı. Diğer tarafı ise endişe verici. Nükleer çalışmalarında hayli ilerlemiş olan İran’ın elindeki yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum miktarı, nükleer silah oranına ulaşması için gereken miktarın biraz altında. Santrifüj sayısı ve gelişmiş model testlerinin devam etmesinin yanı sıra 2014 ortası tamamlanması planlanan ağır su reaktörü inşası Tahran’ın nükleer programının ne kadar gelişmiş olduğunun önemli göstergeleri.
Ekonomisi can çekişse de görüşme masasına oturduğunda, askeri ve ekonomik alanda dünyanın en büyük ülkelerinin karşısında güçlü bir İran var. Bunun nedeni ise Tahran’ın karşısındakilerin zayıflıklarını biliyor olması: Batı bir anlaşma istiyor. Suriye örneğinden sonra ABD’nin saldırı tehdidi inandırıcılığını ve caydırıcılığını yitirmiş durumda. Müttefiklerinin desteğini alamamış, Irak başarısızlığının gölgesinden kurtulamamış ABD, askeri bir operasyondan kaçabilmek için İran ile bir anlaşmaya mutlaka varmak istiyor. Bu durum karşısında İran çıtayı yükselterek nükleer teknolojiye sahip olma hakkının kabul edilmesini talep ediyor.
Nükleer bir İran gerçeğini kabul etmek ise bölgedeki tüm dengeleri değiştirir. İran’ın desteklediği Suriye, Hizbullah, Hamas bir yana, bu silahların yanlış ellere geçme ihtimali ile küresel terörizmin gelebileceği boyut endişe verici. Nükleer bir İran, mezhep savaşlarının iki kutba ayırdığı istikrarsız Ortadoğu’da ülkeler arası nükleer silah yarışını da başlatabilir. İşte o zaman tüm dünya Soğuk Savaş döneminden çok daha tehlikeli bir bombanın üstüne yerleşir ve demokratik olmayan ülkelerin insafına kalırız.
Karel Valansi OBJEKTİF 20 Kasım 2013
Yorumlar