Ana içeriğe atla

Cenevre 2’den mucize çıkmaz

22 Ocak’ta İsviçre’nin Montrö kentinde 30’u aşkın ülkenin katılımıyla Suriye barış görüşmeleri törenlerle başlayacak. Rejim ile muhalifler arasındaki asıl görüşmeler ise 24’ünde Cenevre’de gerçekleşecek. Cenevre 1’i nasıl değerlendirirsiniz bilmem ama ikincisinin bir mucize gerçekleştireceğini düşünen olduğunu sanmıyorum.
Cenevre 2’nin ana amacı ilkinde alınan kararın uygulanması, yani tarafların kabul edeceği tam yetkili bir geçiş hükümetinin kurulması için gerekli adımların atılması. Cenevre 2 rejim ve muhalefetin bir bölümünün katılması açısından önemli. Üç yıldır süren savaşın taraflarını bir masa başına toplayabilmesi bakımından da bir ilk olacak.

Haziran 2012’deki ilk toplantıdan sonra ancak ikna edilebilen taraflar, 48 saat kala ‘büyük patronların’ kavgasına şahit oldular.
Ruhani ile birlikte yeni bir imaja bürünen İran, yaptığı diplomatik atılımlar ve nükleer anlaşma ile tecritten kurtulmuş bir devlet olarak uluslararası arenada boy göstermeye başlamıştı. Resmi bir davet almamasına rağmen Suriye konusunda çalışmalarını sürdürüyordu. Sadece geçen hafta İran Dışişleri Bakanı Zarif, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün ve Rusya’yı ziyaret etmişti. İran’ın davet edilmesi için ABD’nin tek şartı vardı; Cenevre Bildirisini kabul etmesi.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon kendisine güvence verildiğini açıklayarak İran’ı görüşmelere davet ettiğinde ise ortalık karıştı. Suriye Ulusal Koalisyonu Cenevre’ye gitmeyeceklerini açıkladı, Suudi Arabistan İran güçlerinin Suriye’de Esad’ın yanında savaştığını ileri sürerek karşı çıktı, ABD ise şaşkınlığını gizleyemedi. İran’ın ancak ABD, BM ve Rusya’nın ortak kararı ile davet edilebileceği konusunda anlaşılmıştı çünkü.
İran katılmadığı bir konferansın bildirisini kabul etmeyeceğini açıkladığında ABD ağırlığını koydu ve BM İran’a yaptığı daveti geri çekmek zorunda kaldı.
Ban Ki Moon’un bu hatasının verdiği zararı telafi etmek kolay olmayacak. İran’da sert eleştirilere maruz kalacak Ruhani ve Zarif’in bir sonraki adımlarının ne olacağı, Hamaney’in nasıl bir strateji belirleyeceği, bu diplomatik saygısızlığın kısmen öngörülebilen yeni İran’ın kararlarını nasıl etkileyeceğini kestirebilmek güç.
İran ve Esad’ın Suriye’de tam yetkiye sahip geçici bir yönetim oluşturulmasına onay vermesini beklemek zaten mümkün değil. Bu durum Esad’ın geçtiğimiz pazar günü AFP’ye verdiği mülakatta da açıkça görülüyor. Esad Haziran ayındaki seçimlerde aday olmaması için bir sebep görmediğini söylerken, kendisini devirmek isteyenlerle ortak bir geçiş yönetimi kurma fikrini açıkça geri çevirdi. Ona göre Suriye’de yaşananlar terörizme karşı bir savaş. Bu mülakatın en ilginç yönü Suriye’nin diplomatik tecridine rağmen Esad’ın birçok ülkenin istihbarat birimleri ile görüştüğünü açıklaması oldu. Bu da terörizm konusunun öneminin arttığını, Esad’ın El Kaide’nin güçlenmesinin ardından Batı’nın sunacağı olası bir çözümde rolünü koruyacağını gösteriyor. Çünkü Suriye’deki savaş -Esad’ın yararına- El Kaide’ye karşı yürütülüyor görümüne girdikçe, Esad da “ben gidersem bakın yerime kimler gelir” diyerek Mübarek’in hatta Hamas’ın kullandığı klasik taktiğe sığınıyor.
Son dakika krizine rağmen çarşamba günü başlayacak Cenevre 2’den ne sonuç çıkabilir sorusuna geri dönersek, çıkabilecek en iyi sonuç kısmi bir ateşkesin sağlanması ve insani yardıma izin verilip bu yardımın tüm bölgelere ulaştırılabilmesi olabilir.
Suriye’deki iç savaşı sadece Şii ve Sünniler arasındaki bir mezhep savaşı olarak tanımlamak yeterli değil. Suudi Arabistan ve İran arasında gerçekleşen, Lübnan, Ürdün ve Irak’ı da içine alan temsili bir savaşın sahnesi Suriye. Tüm bölgeyi etkileyen bu iktidar savaşının ve televizyonlara yansıyan Suriye’deki insanlık dramının durmasının görünürdeki tek yolu yeni görüşmelere kapı açacak Cenevre 2’nin bir yol haritası çıkarabilmesinde yatıyor. Şimdilik daha iyisi yok. 

Karel Valansi OBJEKTİF Şalom Gazetesi 22 Ocak 2014
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=89763#.Ut_tyhBajIX

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri