Proje yönetimi kongresi Dinamikler’in bu seneki ana konuşmacısı İsrailli orkestra şefi ve liderlik danışmanı İtay Talgam idi. İş dünyasında yönetici olmakla, orkestra şefliği arasındaki benzerlikten yararlanarak liderlik ve iletişime dair önemli ipuçları veren Talgam’ın önce ilham verici konuşmasını dinledim daha sonra keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
İstanbul Proje Yönetimi Derneği tarafından her yıl düzenlenen proje yönetimi kongresi Dinamikler’in bu seneki ana konuşmacısı İsrailli orkestra şefi ve liderlik danışmanı İtay Talgam idi. TED konuşmacılarından biri olan ve düzenlediği Maestro Programı ile liderlik eğitimi veren Talgam, orkestra yönetmekle iş dünyasında lider olmak arasında mecazi bir bağ kurarak katılımcılara başarılı olmanın yolunu gösterdi.
Konuşmasına sahneden izleyicilerin arasına inerek başlayan İtay Talgam, bir konser salonu hayal etmemizi istedi. Yerlerine oturmaya başlayan dinleyiciler, sahnede prova yapan müzisyenler… Daha sonra hepimizden bir ses çıkarmamızı istedi ve bizi tek parmağının hareketiyle susturdu.
“Kolay gibi görünse de orkestra şefinin işi gerçekten zor. Çünkü tek söz söylemeden, sadece bir hareketiyle bu gürültüden kusursuz bir harmoni yaratmak zorunda. Bu da iş yerlerinde karşılaşılan liderlik problemi ile örtüşüyor. Şirkette çalışanlar müzisyenler, müşteri ise dinleyiciler.”
“Orkestra yönetmenin hazzı, diğer kişilerin hikâyelerin duyulmasına izin vermektir,” diyor Talgam. Orkestranın hikâyesi, izleyicilerin hikâyesi, müzisyenlerin hikâyesi, hatta konser salonunun hikâyesini de barındırmalı yapılan müzik. Ve tüm bu hikâyelerin tek bir kerede anlatılması lazım.
Talgam konuşması sırasında başarılı birçok orkestra şefinin performanslarından görüntüler izlettirdi. Yönetmek ile kontrol etmek arasındaki farkı, ayrıca uyum, işbirliği, güven, takım çalışması, yaratıcılık hakkında her liderin kendine pay çıkarabileceği örnekler sundu.
İlk örnek Riccardo Muti idi. Agresif ve otoriter bir şekilde orkestrayı yöneten Muti’nin tek bir hataya bile müsamahası yok ve olmaması için de kontrolü elinden bırakmıyor. Talgam’a göre bunun sebebi eserin sahibi Mozart’a karşı kendisini sorumlu hissetmesi. İş bitirici ve verilen görevi mükemmel yapacağı kesin olsa da, kongreye katılanlar onun liderliğinde çalışmak istemeyeceklerini söylediler. Gerçekte de çalıştığı orkestranın 700 müzisyeni bir mektup yazarak “Çok iyi bir şefsin ama istifa et,” demişler kendisine birkaç sene önce.
İkinci örnek Richard Strauss idi. Neredeyse hareket etmeyen ve sıkılmış görünen bir şef. Sürekli notaları gösteren Strauss için müzisyenlerin düşüncesi değil, sadece kendi doğrusu önemli. Üçüncü örnek ise Carlos Kleiber. Burada yaptığı işten keyif alan, kendini müziğin ritmine kaptıran bir şef görüyoruz. Bir müzisyen hata yaptığında onu uyardığını, yani otoriteyi elden bırakmadığını da. Müzik bir ortaklığa dönüşmüş durumda Kleiber ile. Birlikte en çok çalışılmak istenen orkestra şefi olması hatta Muti’nin bile onu en iyi orkestra şefi olarak göstermesi bir tesadüf değil.
Ve son olarak Talgam’ın hocası Leonard Bernstein’ı seyrediyoruz. Kollarını kavuşturmuş, vücudu hiç hareket etmiyor. Tüm komutları yüz mimikleri ile ifade ediyor. Müzisyenler rahat, yorum serbest ama otorite de mevcut. Müziğin akışını şefin yüzünden okuyabiliyoruz. Talgam, “Bu ise ulaşılması en zor nokta,” diyor.
Klasik müzikle dolu, çok etkileyici ve kesinlikle ilham verici bir konuşmanın ardından İtay Talgam ile kendimize rahat koltuklar bulup söyleşimize başlıyoruz. Baba tarafı Halepli, anne tarafı Varşovalı olan Talgam, Tel Aviv’de doğdu. Anne ve babası ortak dil olarak İbraniceyi seçtiklerinden ne Arapça ne de Lehçe bilmediğine üzülüyor. İstanbul’a birçok kez turist olarak gelmiş. “Harika bir şehir. Bu altıncı gelişim,” diyor ve sonra “Zaten muhteşem olduğunu biliyorsun. Burada yaşadığın için çok şanslısın,” diye ekliyor.
Başarılı bir orkestra şefiyken nasıl liderlik koçu oldunuz? Eğitmen veya danışman olarak mı tanımlıyorsunuz kendinizi?
Burada çok güzel bir şekilde tanıttılar ‘insan şefi’ diye, öyle de tanımlanabilir. Nasıl olduğuna gelince, hayattaki her şey gibi sadece bir nedenden dolayı değil. Bazı güçler sizi bir şeye yönlendirirken bazıları da sizi bir şeylerden alıyor. Bu işe yönelmemi şanslı bir teselli olarak adlandırıyorum. Orkestra şefi olarak işimde hayal kırıklığına uğramıştım ve şans eseri üst düzey yöneticilere bir konuşma yapmam istendi. Orada müzik ile iş hayatını birleştirme fikri doğdu. Hayal kırıklığı hissetmemin sebebi klasik müzik kültürünün bir hastalığı. Genelde çok müsamahasız ve sert bir ortam. Orkestrada çalan müzisyenlerin çoğu aslında müzikten nefret ediyor.
Nefret? Gerçekten mi?
Gerçekten müzikten nefret ediyorlar. Neredeyse her gün yaptığı işten bıkmış insanlarla karşılaşıyorsun. Artık ilgi duymuyorlar. Bir şef olarak ilgi duymalarının yolunu bulman lazım. Bu durum diğer mesleklere nazaran müzikte daha yoğun. Düşünürsen, müzisyen olmayı üniversitede öğrenmiyorsun. Çocukluktan itibaren, beş yaşında başlıyorsun. Tüm hayatın boyunca yatırımını müziğe yapıyorsun. “Yeter artık müzik” deyip başka bir şeye de geçemiyorsun. Böylece insanlar orkestra gibi organizasyonlarda sıkışıp kalıyorlar. Bir de, üstün yetenekli bir çocukken bu orkestrada 16 numaralı keman oluyorsun sadece.
Müzik anlamında bu endüstride çalışmaktan mutsuzdum. Bazıları gayet iyi yapabiliyorlar, ben yapamadım. Ancak öğrendiğim her şey, özellikle Leonard Bernstein’dan öğrendiklerim hayatın müzik dışındaki bölümleriyle de ilgiliydi. Bernstein’a göre her şey birbiriyle bağlantılı. Arkadaş olmak, aşık olmak, müzik yapmak her şey aslında tek bir şey. Müzik yapmanın hayattaki diğer şeylerle doğal bağlantısını görebiliyordum. Bu da profesyonel müzik dünyasında olmadan aynı insani etkiyi verebilecek meslek arayışımda kolay karar vermemi sağladı.
Felsefe dalında üniversite eğitiminiz de var. Bunun da faydası olmuştur…
Evet, o da doğru. Hiçbir zaman sırf müzisyen olmadım. Müziğin yanında felsefe okudum. Dört senemi orduda geçirdim. Bu da bir piyanist için iyi bir şey değil. Hâlâ aynıyım, farklı konularla ilgileniyorum. Hiperaktif diyebilirsin. Benim için sırf müzik veya sırf felsefeye yoğunlaşmak zordu. Bir konuya derinlemesine girmek yerine birçok konuyu birbirine bağlamayı tercih ediyorum. Bu konuda iyi olduğumu fark ettim.
Müzik ile liderlik arasındaki bağlantıyı nasıl anlatırsınız? Orkestra şefi, müzisyenler ve dinleyiciler arasındaki ilişkiden günlük hayatımız için neler öğrenebiliriz?
Dünyadaki her şey başka bir şeyin yansımasıdır. Anne babalığı ele alıp bunu yönetici olmakla karşılaştırabilirsin veya vahşi hayata bakıp hayvanların nasıl bir düzen içinde yaşadıklarına bakabilirsin. Burada yapılması gereken şey, birçok konuyu kapsayacak zengin bir mecaz bulmak ve buna birçok ilginç ayrıntı eklemek. Bence klasik müzik çok iyi bir metafor çünkü bir çok profesyonel beceriyi içinde barındırıyor. Gelenekleri var. Çok zengin ve derin bir mecra. Caz da bu anlamda çok zengin, ancak caz genelde küçük topluluklar tarafından icra ediliyor. Senfoni orkestra ise insanlık tarihinin en kalabalık müzik topluluğu bildiğimiz kadarıyla. Birçok bakımdan bu organizasyonda bilim, sanat, hepsi bir araya geliyor. Birçok farklı ve insani öğe barındırıyor içinde.
Sunumunuzda anlattığınız Muti gibi kendi elemanları tarafından kovulmamak için nasıl bir lider olmak lazım? Şok olmuştur kararı öğrendiğinde…
Evet, şok olmuştu. Ama unutmamak gerekir ki hâlâ çok başarılı ve dünyanın en iyi orkestralarından birini yönetiyor. Muti’nin videoda gördüğümüz gibi otoriter, korkutucu ve dediğim dedik olmak istemediğinden eminim. O da ‘Muti’ olmak istemiyordu. Ama kendi içindeki çatışmaya takılmış olmalı; ya her şeyi kontrol edersin ya da bir hiçsin. Ortasını göremiyor sanırım. Ancak günlük hayatında çok hoş ve mütevazı biri olduğunu söylemeliyim, inanılmaz değil mi? Bazen insanlar bazı stiller alırlar. Kişiliklerinden dolayı değil ama belli bir kültürün içinde çalıştıkları için. Kendi kültüründen çıkmak, kuralları yıkmak oldukça zordur.
Örnek almak, değişmek mümkün değil mi?
Birinin başka bir kişinin tarzını kopya edebileceğini sanmıyorum. Yardımcı olur ama çok ileriye götürmez. Bernstein’i taklit eden çok kişi gördüm ama bir yerden sonra bunun sahte olduğu anlaşılıyor. Başka birinin kişiliğinin içine giremezsin, başarılı olmak için özgün olman lazım. Beğenilir veya beğenilmez ama kendi tarzında yapman lazım. Soruna geri dönersem, başkalarının fikirlerini alıp kendi sınırlarını öğrenmen yararlı olur. Herkesin bazı sınırları vardır, bunlardan haberdar olman lazım. Birçok konuda çok başarılı olabilirsin, soru; başarını kendi değerlerinle birleştirme isteğinde yatıyor. Bazen bunun için bir bedel ödersin ama bazen de kendi yolunu seçersin. Şarkıda söylediği gibi; My Way…
Haaretz Gazetesine bir makale yazmıştınız ‘Sadece Barenboim bunu yapabilir’ diye. Klasik müzik sanatçılarının ve akademisyenlerin İsrail-Filistin konusuna sessiz kaldıklarını eleştirmiş bunun bir nedeni olarak ekonomik zorlukları dile getirmiştiniz. O yazıdan bu yana bir şey değişti mi? 2007’de de ilk defa klasik müzik sanatçıları bir bildiri yayınlayarak barış ve iki devletli çözüm çağrısında bulunmuştu. Bu büyük bir adımdı. Şu anki durum nedir? Yoksa yeni jenerasyon İsrail-Arap çatışması gerçeğine doğdukları için bugünkü durumu kabullendiler mi?
Bu çok güzel bir soru. Öncelikle bana bu konuda soru sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Birçok soru sorulur ama bu konuda bana hiç soru sorulmaz nedense. Bu konuda soru bile sorulmamasından insanların ‘sen müzisyensin, işini yapıyorsun’ diye düşündüğünü sanıyorum. Hiç kimse etraflarında ne olup bittiğiyle ilgilenmeden sadece işini yapmamalı. Oysa gerçekte birçok kişi sadece kendi işini yapıyor, başka bir şeye de karışmıyorlar. Klasik müzisyenlerin çoğu düşük maaşlarla, düşüncelerine önem vermeyen bir kültürde yer almaya çalışıyor. Bu da ilk başta konuştuğumuz mutsuzluğu oluşturuyor.
Yazınızda belirttiğiniz gibi gerçekten bir müzisyen operaya gidecek parayı bulamıyor mu?
Tel Aviv’de opera bileti 100 Euro civarında. Tabi ki operaya gidebilir ama her hafta ailesini de yanına alıp sinemaya gittiği gibi gidemez. O yazıda duruma dikkat çekmek için biraz abarttım. Amacım sanatçıların sosyal ve politik bakımdan önemli konularda seslerini yükseltmesi ve daha fazlasını yapmalarını sağlamaktı. Ama müziğin içindeki finansal ve kültürel baskının onları sessizleştirdiğini, aktif olmalarını engellediğini fark ettim. Bu durum gerçekten utanç verici ama aynı zamanda içinde bulunduğumuz sistemin bir parçası. Politik sistem insanların gerçekleri olduğu gibi kabullenmesine yol açıyor. Bu durum sadece İsrail için geçerli değil, tüm dünyada böyle. Ekonomi iyi oldukça sorun yok gibi algılanıyor. Denen şu; yeni bir araba al ve sus.
Başarıyı nasıl tanımlarsınız?
Başarı içsel gelişmenle dünyaya yaptığın katkının bir birleşimi. Eğer dünyaya katkı sağlıyor ama o sırada acı çekiyorsan başarılı sayılmazsın. Katkı sağlarken acı çekiyorsan ya yanlış ortamda çalışıyorsun ya da yanlış sebeplerle işini yapıyorsundur. Bu durumun tam tersi de olabilir. Başarılı sayılabilmek için ikisinin arasında bir denge olması, birbirini desteklemesi lazım.
Karel Valansi Şalom Gazetesi 30 Nisan 2014
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=90874
Yorumlar