Ana içeriğe atla

İran, İsrail’in hayallerini yıkabilir

Ukrayna’daki son gelişmeler, enerji güvenliğini dış politika gündeminin en öncelikli konusu haline getirdi. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve Rusya’ya olan bağımlılığın azaltılması hem Türkiye hem de Avrupa Birliği için büyük önem teşkil ediyor. The Bosphorus Energy Club ve Global Resources Partnership Başkanı eski Diplomat Mehmet Öğütçü ile Türkiye’nin enerji dünyasındaki konumunu, enerji devi Rusya’nın rolü ve önemini, Irak’ta süregelen savaş ve Kürt petrolünün etkileri ile İran faktörünün ve İsrail’in yeni bulunan doğalgaz kaynaklarının enerji oyununu nasıl değiştirebileceğini tartıştık.


Türkiye’nin enerji alanındaki rolü nedir?
Enerji fiyatlarının düşmesi, ekonomik yavaşlamanın başlaması, Avrasya, Ortadoğu ve Doğu Asya’da jeopolitik gerginliğin artması, yatırımcıların ‘bekle ve gör’ politikası uygulaması, sıkıntılı bir döneme daha girdiğimizi ve sonuçlarının Türkiye gibi birçok enerji üreticisi, dağıtıcısı, tüketicisi ülkeyi etkileyebileceğini gösteriyor.
Türkiye, politik, askeri, ekonomik ve ‘yumuşak’ gücünün yanı sıra büyük enerji piyasası, sınır ötesi enerji akışı için bölgesel merkez olması ve güvenlik sağlayıcı konumu ile anahtar bir bölgesel güç olmaya hazır.
Türkiye dünyanın 16. büyük ekonomisi olmasına rağmen enerji konusunda halen sıkıntıları var. Bir trilyon dolar GSYH’ye sahip, önümüzdeki yıllarda dünyanın ilk on ekonomisi içine girmeyi hedefleyen, sınırlı petrol, doğalgaz ve kömüre sahip bir ülke için enerji sadece arz-talep, ithalat-ihracat, uluslararası rekabetin önemli bir kalemi değil, ulusal güvenlik konusudur. Türkiye özellikle hidrokarbon kaynakları bakımından zayıf. Günümüzde, yerli kaynaklar Türkiye’nin ihtiyacının sadece yüzde 30’unu karşılayabiliyor, kalanı ise çeşitlendirilmiş bir ithalat portföyü ile karşılanıyor.

Doğalgaz Türkiye için önemini arttıran bir enerji kaynağı. Kullanım miktarı açısından petrolü geçerek en önemli yakıt haline geldi. Hükümet ülkeyi bir doğalgaz ihracat merkezi haline getirecek çalışmalar yapsa da Türkiye, arz kesintilerine karşı oldukça savunmasız ve böyle bir durum söz konusu olduğunda, Avrupa’ya ihracatı devam ettirecek ve artan iç talebi karşılayabilecek boru hattı ve depolama kapasitesine sahip olmayabilir.

Türkiye gerçekten de bölgesel bir enerji merkezi, bir ‘hub’ mı?
Türkiye sadece enerjinin aktığı bir ‘köprü’ olmak istemiyor. Stratejik ve ticari etkileri olacak bölgesel bir ‘hub’olmak istiyor. Kaynak sıkıntısı olsa dahi Türkiye ayrıcalıklı bir coğrafi konumda, değerli bir gayrimenkulün üzerinde bulunuyor. Komşuları ise dünyanın ispatlanmış doğalgaz rezervlerinin yüzde 71,8’inin ve ispatlanmış petrol rezervlerinin yüzde 72,7’sinin bulunduğu Ortadoğu ve Hazar Havzası. Türkiye bu sayede tedarikçi ve tüketici ülkeler arasında doğal bir enerji köprüsü oluşturuyor.
Türkiye’nin sınır ötesi toplam 46,6 bcm kapasiteli dört doğalgaz boru hattı var; Rusya’dan Batı Hattı (16 bcm) ve Mavi Akım (14 bcm), İran’dan Tiflis-Erzurum boru hattı (10 bcm) ve Azerbaycan’dan Güney Kafkasya boru hattı (6,6 bcm). Ancak sadece boru hatlarının geçiyor olması bölgesel bir enerji merkezi olmak için yeterli değil. Doğru oranda arz ve talep, fiziksel altyapı, yasal ve kurumsal çerçeve, siyasi istikrar ve finansal kurumlar da gerekiyor. Türkiye’nin doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde bir enerji köprüsü olma hedefi ve sadece bir transit ülke olarak değil aynı zamanda kaynakların birleştiği nokta ve ticaret merkezi olma hedefi realist bir talep olsa dahi, henüz cevapsız kalmakta. Ancak, Türkiye enerji merkezi rolünü oynayabiliyor ve önemli bölgesel bir merkez olma potansiyelini gösteriyor. Türkiye enerji koridorunun ana birleşenleri, Boğazlar, Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı, Şah Deniz doğalgaz boru hattı (Bakü-Tiflis-Erzurum), Mavi Akım, Irak ve İran boru hatları, Trans-Hazar/ TANAP boru hattı projeleri. Öncelikle denizyolu taşımacılığında ciddi bir transit noktası konumunda ve doğalgaz ile petrol boru hatları konusunda önemi artmakta.

Enerji güvenliğini arttırmak için Türkiye ne yapmalı?
Enerji güvenliğini arttırmak için, her petrol ve doğalgaz ithalatçı ülke gibi en önce yapılması gereken, enerji arz güvenliğini sağlama almak. Türkiye, çevre, verimlilik, vergilendirme, dış politika, güvenlik, yatırım ve ticaret yönlerini de içeren kapsamlı bir enerji yönetimi yaklaşımından yoksun. Enerji piyasasının sıkıntılı durumu ve yüksek ithalat faturası Türkiye’yi öncelikle yerel kaynaklarını sonuna kadar kullanmaya itti. Tedarik güvenliğini sağlamanın tek bir yolu yok, ancak hidrolik enerji, rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklarının cevabın vazgeçilmez parçaları olduğu da bir gerçek. Nükleer enerji ise artan elektrik ihtiyacı ve ithal yakıtlara olan bağımlılığı azaltacak önemli bir araç.
Türk hükümeti, öngörülen enerji harcamalarını düşürmek ve verimliliği arttırmak için önlemler alıyor. Adım adım sektörü liberalleştirmek için de çalışmalar sürüyor. Petrol ve doğalgaz yeraltı depolama kapasitesini arttırmak için girişimlerini arttırdı. Türk enerji firmalarının petrol, gaz, kömür, hidroelektrik ve boru hatları, limanlar ve petrol tankerlerine yatırım yapmaları teşvik ediliyor. Bağımlılığı azaltmak için enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine dikkat ediliyor. Türk stratejistler, ülkenin doğu-batı, kuzey-güney enerji koridoruna dönüşmesini Ankara’nın bölgedeki jeopolitik rolünü ve değerini arttıracak daha geniş bir planın parçası olarak görüyorlar.   

Ukrayna’daki son gelişmeler, enerji güvenliğini dış politika gündeminin en öncelikli konusu haline getirdi. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve Rusya’ya olan bağımlılığın azaltılması önem teşkil ediyor. Ancak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki istikrarsızlık sürdükçe güvenilir ve uygun maliyetli alternatif bulmak oldukça güçleşti. Bu durumda Türkiye özellikle Rusya’ya karşı olan enerji politikasını nasıl şekillendirecek?
Türkiye bu konuda tecrübesiz değil; Rusya, Avrupa Birliği, ABD ve diğer büyük enerji oyuncularının bulunduğu satranç tahtasında oyunu nasıl oynaması gerektiğini biliyor. Rusya’nın enerji gücü olarak yarattığı zorluk ve fırsatların üstesinden gelebileceğine dair Ankara’nın kendisine güveni tam. Rusya’nın Türkiye için olan önemi ise yeni değil. Rusya her zaman bölgenin büyük oyuncusu oldu ve Türkiye’nin tüm enerji çözümleri ve jeopolitik hesaplamalarında yer aldı.
Rusya sadece petrol, gaz ve kömür satmak değil, Türk enerji sektöründeki rolünü de arttırmak istiyor. Gazprom, şehir içi dağıtım projeleri ve gaz yakıtlı santraller için ihalelere girerken Rosatom, nükleer enerji santralinde ilerliyor. Moskova ayrıca İtalya’ya bağlanacak Güney Akım boru hattının Karadeniz’deki Türk sularından geçebilmesi için Ankara’nın iznini almayı başardı. Bunun karşılığında Moskova, Karadeniz limanı Samsun’u Ceyhan’daki petrol terminaline bağlayacak Samsun-Ceyhan boru hattına destek ve tedarik sözü verdi. Ancak bu proje durdu.
Türkiye ise Gazprom’la olan ‘al ya da öde’ yükümlülüğünü kaldırmak veya azaltmak için çalışmalarda bulunuyor. Türkiye ‘al ya da öde’ ile diğer müşteriler gibi asgari miktarda gazı talepte oluşabilecek bir düşüşe rağmen sabit fiyatlarla ithal etmek zorunda, yoksa cezai yaptırımları var. Türkiye ayrıca Rusya’nın Ankara’ya karşı alım miktarlarında daha fazla esneklik sağlamasını ve talep fazlasını üçüncü piyasalara satmasına izin vermesini istiyor.
Ukrayna’da son yaşananlar ve özellikle Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, Türkiye’yi kuzey komşusuna karşı olan politikasında sıkıntıya düşürdü. Suriye’deki iç savaş konusunda keskin düşünce ayrılıkları olsa dahi, Türkiye ve Rusya bu dönemde ikili bağları güçlendirmeyi özellikle Başkan Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katkılarıyla başardılar.
Hem Rusya hem de Türkiye için petrol ve doğalgaz, arz-talep, ithalat-ihracat veya transit gelirlerden çok daha fazlasını ifade ediyor. Enerji akışını jeopolitik konumları açısından, özellikle de AB ile olan ilişkileri bakımından önemli bir avantaj olarak görüyorlar ve enerji dünyasındaki hızlı devrim ile bu avantajın kaybolmasına hazırlıksız yakalandılar.

Dünyanın en önemli ispatlanmış petrol rezervlerine sahip Irak’taki gelişmeleri nasıl değerlendirebiliriz?
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY), Türkiye ile hâlihazırda iyi ilişkiler içinde ve bu durum Ceyhan boru hattını kullanarak doğrudan petrol ihraç etmesine olanak sağlıyor. KBY fırsatı iyi değerlendirip Kerkük’ü ele geçirerek burayı Irak Kürtleri için önemli bir merkez haline getirdi. KBY ‘bağımsızlık referandumu’ düzenleyerek sonuçlarını tanıyacağını da duyurdu. Hiçbir şey kesin olmamakla birlikte bağımsız bir Kürdistan artık uzak bir hayal olarak görülmüyor.
Kürtler, Bağdat’ın rızasına gerek duymadan Türkiye üzerinden petrol ihraç etmenin yolları üzerinde çalışıyorlar. Başarılı olurlarsa, uzun süredir hayalini kurdukları hedefi, bağımsız bir Kürdistan için yolun açılacağını düşünüyorlar. Bu hedef Bağdat ile ilişkiler kötüleştikçe ve Irak’ın parçalanması mümkün görünürken daha da aciliyet kazandı. Kürtlerin Irak ile devam eden ilişkileri, petrol kaynaklarının kontrolünü kapsayan politik koşullara bağlı.

Türkiye ile AB arasında bir doğalgaz ortaklığı mümkün mü?
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği için, eğer olacaksa, daha uzun bir yol kat edilmesi gerekse de, AB’nin etkileri Türkiye’nin enerji politikalarında göze çarpıyor. Üstelik enerji, Türkiye’nin AB’ye üyelik görüşmelerindeki gelişmeleri beklemeyecek kadar aciliyeti olan bir konu. 
Ortadoğu, Rusya, Hazar Havzası, Orta Asya ve Kuzey Afrika gibi ana tedarikçilerden AB’ye enerjinin gelmesinin sağlanması, Avrupa için hayati önem taşıyor. Bu bakımdan enerji transit koridoru olarak Türkiye, hayati veya kritik olarak da tanımlanabilecek çok önemli bir rol oynuyor. Yeni bir ‘AB-Türkiye Doğalgaz Girişimi’ AB ve Türkiye arasında çok ihtiyaç duyulan güveni sağlayabilir. Bu, sadece enerji alanında işbirliği için değil AB-Türkiye arasındaki tüm politik, ekonomik ve sosyal ilişkiler için de bir önkoşul oluşturuyor. Bu sayede AB, Rusya’dan gelen ithalatı çeşitlendirebileceği, güvenebileceği alternatif bir tedarik yoluna sahip olabilir. Türkiye ise, bir merkez olarak, transit ve diğer enerji bağlantılı gelirlerden yararlanabilir.
Karadeniz bölgesindeki gelişmeler, Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ve Ortadoğu’da Pandora’nın Kutusu’nun yeniden açıldığı hesaba katıldığında, enerji ve jeopolitikte süregelen değişimlerin doğalgaz tedarik güvenliğini sağlama alma konusunda Ankara ve Brüksel’i ortak bir strateji oluşturmaya zorlayacağı söylenebilir.
Jean-Claude Juncker ve yeni enerji takımı (özellikle Avrupa Enerji Birliği’nden sorumlu Slovakya eski Başbakanı Alenka Bratušek), Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile en yakın sürede masaya oturmalı ve AB ile Türkiye arasında yeni bir doğalgaz girişimi başlatmalı. Avrupa’nın gaz güvenliğinin bir parçası olacak bu girişim sayesinde hem enerji giderleri azalacak hem de küresel rekabette gücü artacaktır.

Tüm bu gelişmeler ışığında İran’ı nereye yerleştirebiliriz?
İran ile ilişkiler gittikçe iyileşip, ana tedarikçi Rusya ile ilişkiler soğudukça AB, sessizce İran’dan doğalgaz ithal etmenin planları üzerinde çalışıyor. İran gazının Avrupa’ya ulaşması için en uygun yol zaten müşterisi olan Türkiye’den geçiyor. Bağımsız fizibilite çalışmaları gösteriyor ki, eğer İran’a karşı olan yaptırımlar zayıflatılır ve yatırımlar başlarsa İran, 2020 yılından itibaren Türkiye ve Avrupa’ya yılda 10-20 bcm gaz tedarik edebilir. 
İran, fiyatların daha yüksek olduğu, daha kazançlı Asya pazarını rakibi Katar’a kaptırmış olduğundan dikkatini Avrupa’ya yöneltecektir. İran’ın ekonomi ve politika konusunda önde gelen isimleri ile Batılı firmalar, yaptırımların kaldırılması durumunda oluşacak gelişmelere göre hazırlıklarını yapmaktalar. İran’ın yeni tutumu ülkeyi güvenilir bir gaz devi haline getirebilir, özellikle de fiyatlarını düşük tutmayı kabul ederse.
İran bugüne kadar mevcut anlaşmalarda Türkiye’nin doğalgaz fiyatlarını indirme taleplerine olumlu yanıt vermedi. İran, yeni bir anlaşma yapılması durumunda enerji ihtiyacı artan bu komşusuna yüksek miktarda doğalgaz satabileceğini söyledi. İki ülke fiyat konusunda anlaşabilirlerse, Türkiye İran’dan olan doğalgaz ithalat miktarını iki katına çıkarabilir.

Türkmenistan gazının nasıl bir etkisi olabilir?
Türkmenistan’ın Avrupa’ya 20-30 bcm kadar doğalgaz tedarik etmek istemesi Türkiye için çok önemli. Trans-Hazar boru hattı projesi Türkiye’ye artı bir tedarikçi sağlayacak. Türkiye’nin doğalgaz talebinin 2030’da yüzde 77 artacağı öngörüldüğünden bu gelişme oldukça önemli. Bu proje ayrıca Türkiye’nin Orta Asya ile Avrupa arasında bölgesel bir enerji merkezi olmasının da yolunu açacak. Türkmen gazının TANAP aracılığıyla taşınıyor olması da projeyi finansal açıdan daha uygun ve verimli kılmakta.
Ancak Rusya, Türkmenistan’dan çıkıp Hazar Denizi’nin altından geçecek bir boru hattına karşı çıkıyor ve Trans-Hazar projesi için Hazar’a kıyısı olan tüm ülkelerin rızası olması gerektiğini söylüyor. İran da Rusya gibi Türkmen gazının Hazar Denizi’nden geçmesinin imkânsız olduğunu belirtip Türkiye’ye ulaşmak için kendi topraklarından geçmesini teklif ediyor. Ancak Türkmenistan ve Azerbaycan yasal durumu henüz tanımlanmamış Hazar Denizi’nin altına boru hattı döşemeye hakları olduğunu ve kendi aralarında bir anlaşmaya varacaklarını açıkladılar. Türkmenistan gazının yakın gelecekte Türkiye’ye ulaşması pek olası değil. Onun yerine Çin’e, İran ve Rusya’ya akmaya devam edecek ve bir gün TAPI (Türkmenistan–Afganistan–Pakistan–Hindistan boru hattı projesi) de bu listeye eklenecek.

Türkiye ile İsrail arasında bir ‘barış boru hattı’ kurulması mümkün mü? Ekonomi politikaya üstün gelebilir, liderler daha az politik ve duygusal düşünüp stratejik getiriye odaklanırlar mı?
Doğu Akdeniz doğalgaz kaynakları ile ilgili süregelen politik, diplomatik ve iş dünyasındaki gelişmeler yeni bir dönüm noktasını işaret ediyor. Ancak Doğu Akdeniz’de yeni bir LNG merkezi kurulması olasılığı günümüz için oldukça düşük seviyede. Zengin doğalgaz kaynakları sayesinde komşularıyla kurduğu stratejik ve ekonomik bağlarla İsrail, bölgesel boru hatlarının merkezinde konumlanıyor. Dört yıl önce bu tür bir ilişki düşünülemezdi bile. Woodside’ın geçen Mayıs’ta 540 bcm’lik Leviathan doğalgaz kaynaklarını işleten Noble Enerji’ye ortak olmaktan vazgeçmesi, şimdilik İsrail’in LNG ihracatçısı olma düşüncesini rafa kaldırdı.
BG Grubu ile Mısır’ın LNG tesislerini kullanmak üzere bir anlaşma imzalamış olsa dahi Tel Aviv, Leviathan ve diğer kaynaklarını Türkiye’ye oradan da uluslararası piyasalara en ekonomik şekilde bağlayacak boru hattı olasılığını tamamen dışlamadı. Ancak bu durum, İsrail kabinesinin daha önceden Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi hükümetlerine verdiği sözler ve garantilerle çelişmekte.
Türkiye, Güney Kıbrıs’ın kendi kıta sahanlığı olduğunu ilan ederek Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmalarını kabul etmiyor. Ankara uluslararası petrol şirketlerini uyararak, Türkiye’deki faaliyetlerden dışlanma tehdidi ile tartışmalı bölgelerde arama ve çıkarma çalışmaları yapmamaları konusunda uyardı. Öte yandan Kıbrıs’taki kaynaklar, gereken büyük yatırımı karşılamaya yetecek kadar zengin değil. Sürüncemede bırakılan Kıbrıs sorunu ada etrafındaki doğalgaz kaynaklarının verimli kullanımını engeller gözükse de, tam tersine çözüm için önemli bir fırsat olarak görülmeli. Bu çözüm hem Güney hem de Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik gelişmesine önemli katkıları olacaktır.  
İran, ABD ve AB arasında süregelen pazarlıklar açığa çıktıkça Nabucco Batı projesini canlandırmak için İsrail gazı gerekli olmayabilir, çünkü İran doğalgaz rezervi birçok AB ülkesinin on yıllarca ihtiyacı olan doğalgazı sağlayabilecek potansiyele sahip. Böyle bir durum söz konusu olursa, ek doğalgaza ihtiyaç olmayacağından önerilen Doğu Akdeniz boru hattı planına da gerek kalmaz. Orta vadede oyuna girebilecek olan Lübnan’ı da unutmamak gerekir. Bu durumda oluşacak senaryolarda Hizbullah, Esad rejimi ve/ya Suudi Arabistan çeşitli bireysel ama etkili yerel oyuncular aracılığıyla eklenebilir.

Karel Valansi Şalom Gazetesi 12 Kasım 2014
http://www.salom.com.tr/haber-92956-Iran_Israilin_hayallerini_yikabilir.html


Bu röportajın orijinal ingilizcesini 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri