Edirne Valisinin hissettirdikleri...
“Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgârları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıklarının etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. (…) Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan o şekilde müze olarak tescil edilecek.”
Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in sözleri bunlar. Tekrarlamak lazım ki kayda geçsin. Kayda geçsin çünkü bu günlerde gündem bir o yana bir bu yana hızla savrulup dururken, fazla değil iki gün sonra bu konu da unutulacak, belki de birçokları tarafından hiç öğrenilmeden geçip gidecek.
Oysa bu ve bunun gibi açıklamalar ağır hasar yaratıyor zaten açık olan bir yarada. Daha geçen hafta değil miydi İstanbul’daki Neve Şalom Sinagogu’na ‘yıkılacak mekân’ yazısının asılması, bir gün sonrasında bir grup yürümek istemedi mi yine aynı dini mekâna İsrail’i protesto etmek için… Daha bu yaz değil miydi ‘Kınayın İsrail’in yaptıklarını’ diye baskı kurulması, ‘Özel bir vergi ödesin tüm Yahudiler Gazze için’ teklifinin dile getirilmesi, 6-7 Eylül hatırlatmaları…
Oysa 6-7 Eylül’ün, Varlık Vergisi’nin, 20 Kur’a askerliğin, Trakya olaylarının hatırlatılmasına gerek yok. Hepsi içimizde. Türk Yahudisi olmanın ayrılmaz bir parçası olarak tüm bu tarihi yükü sırtımızda taşıyoruz. Aşkale’ye sürülüp bu konuda konuşmayı reddeden büyükbabamdan bölük pörçük öğrenebildiklerini anlattı ancak babam bana. Çünkü, Kayadez! Susarak her şey geçer, No te karışeyez a los eçoz del hükümet (hükümetin işlerine karışma) diyerek büyüdü nesiller. Bu yüzden ‘Korkak Yahudi’ dendi hep.
Hitler övgüleri ve Yahudileri lanetleme ile dolu geçen bu yaz, bir cuma günü, Büyükada’da toplumsal bir paranoya yaşandı. Hiçbiriniz fark etmediniz ama o sıcak yaz günü çoğu çocuk evden dışarı çıkarılmadı, birçok aile valizlerini toplayıp İstanbul’a, daha güvenli hissedebilecekleri yerlere taşındı. Çünkü o cuma, vapurlarla adaya kalabalık grupların baskın yapacağı, iskelede tehlikeli kişilerin ve sivil polislerin dolaştığı haberleri yayıldı kulaktan kulağa. O gün cep telefonları susmadı, endişe katlanarak büyüdü ve her tarafa yayıldı. Ve sorular sıralanmaya başladı yine kafalarda.
Ben kimim? Sahi Türk Yahudisi nedir? Neden hep ‘onlar’ oluyorum, neden hep ötekileştiriliyorum, neden hep ‘içimizdeki yabancı’ veya hoşgörü gösterilmesi gereken ‘misafir’ addediliyorum, neden sadece bir ‘renk’ olarak kalıyorum da ana tablo olamıyorum…
Yahudi tarihinin Anadolu’da ne kadar eskiye dayandığının veya benim gibi Sefarad’ların bu topraklardaki 522 yıllık tarihlerinin önemi yok diyelim. Peki, TC vatandaşı olmanın ve gerekliliklerini yerine getirmenin de mi bir farkı yok? Ya da asıl soru; burada bir geleceğim var mı…
Vali Bey, Hahambaşını arayarak özür diledi. Gönül isterdi ki tıpkı o sözleri sarf ettiği şekilde, kameralar karşısında özrünü dile getirseydi. Öte yandan daha önce hiç özür dilendiğini de hatırlayamıyorum, o yüzden önemli. Aslına bakarsanız bir bakıma da kendisine teşekkür etmek gerek. Her işte bir hayır vardır denir ya, sayesinde o kadar da yalnız olmadığımızı, basının konuya ciddiyetle eğilmesiyle, nefret söylemi veya ibadet özgürlüğü açısından halkın Türk Yahudileri ile beraber tepki verdiğine tanık olduk.
Peki, demokratik bir ülkede, yani çoğunluğun egemen olduğu ancak azınlık haklarının korunduğu yönetimde, bir kamu görevlisinin ayrımcı ve ırkçı sözlerinin ardından yaptığı özür yeterli gelir mi?
İkinci bir soru, bu daha zor; Türk Yahudileri için eşit vatandaş olmak mümkün olacak mı?
Karel Valansi Şalom Gazetesi 25 Kasım 2014
Yorumlar