Ana içeriğe atla

Batı’yı nasıl kandırdık

Ruhani Açıklıyor: Batı’yı Nasıl Kandırdık, 

P5+1: Pişmanız…

Denetlemelere Rağmen İran, Arak Plütonyum Reaktörünü Tamamlamak Üzere…



Bu çarpıcı başlıklar New York Times’ın ana sayfasını süslüyor. 23 Mart 2025 tarihli gazete aslında İsrail’in ABD büyükelçiliğinin İran ile yapılacak nükleer anlaşmanın sakıncalarına dikkat çekmek için bulduğu ilginç bir yöntem. Twitter’daki bu paylaşımıyla, anlaşmadan on yıl sonra neler olacağını etkili bir şekilde göstermeyi amaçlıyor. Oysa hiçbir kampanya Netanyahu’nun Obama ile ilişkilerini çöpe atmak pahasına kabul ettiği konuşma kadar dikkat çekici olamaz. Netanyahu’nun kariyerinin konuşması olarak nitelenen kongre karşısındaki konuşmasının İran anlaşmasına yapacağı etki tartışılır ama Kerry’nin deyimiyle ‘politik bir futbol maçına’ dönüştüğü kesin.

Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner’ın daveti üzerine Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Kongre’ye hitap etmeyi kabul eden Netanyahu, ilk günden itibaren Beyaz Saray’ın şimşeklerini üzerine çekti. İsrail seçimlerine bu kadar kısa bir süre kala Netanyahu ile görüşmeyeceğini açıklayan Obama’nın ardından Güvenlik Danışmanı Susan Rice da bu girişimi iki ülke ilişkileri açısından yıkıcı olarak niteledi. Ne var ki verdikleri bu sert tepkiyle konuşmanın reklamını yapmış oldular sadece. 
Raporlara göre 31 Mart’ta varılacak ön anlaşmayla İran 4500-6500 santrifüj bulundurabilecek ve zamanla yaptırımlar azalacak. Nükleer programı sıkı bir denetime tabi olacak ancak 10-15 yıl içinde bu denetimler de kalkacak. Yani bu anlaşma ile BM Güvenlik Konseyi’nin çeşitli kararlarıyla yasaklanan İran’ın uranyum zenginleştirmesinin önü açılacak, Tahran’ın ‘barışçıl’ olarak nitelediği nükleer çalışmaları meşrulaştırılacak ve 10-15 yıl sonra denetimler de kalkınca istediği yapabilecek.
Bu durum diyalogdan, diplomatik çözümden yana olan en iyimser düşüneni bile rahatsız edecek bir tablo olarak karşımızda duruyor. Teknik detayların tartışılıyor olması da İran’ın nükleer bir güç olarak kabul edildiğinin, gereken yeşil ışığın verildiğinin göstergesi. Peki, Netanyahu konuşmalı mıydı? Evet, çünkü bu durum sadece İsrail için bir tehdit oluşturmuyor ve evet, çünkü ABD’nin İran ile ilişkisi sadece bu anlaşma ile kısıtlı kalmayacak.
ABD’nin Terörü Destekleyen Ülkeler listesinde bulunan İran’ın Hamas ve Hizbullah’ın yanı sıra Esad’ı desteklediği, İslami devrimi yaymayı ve etki alanını genişletmek istediği biliniyor. ABD ve İsrail karşıtı olduğu da. Buna rağmen Obama aralık ayında NPR News’e verdiği röportajda İran’ın bu anlaşma ile başarılı bir bölgesel güç olabileceğini söyledi. Neden?
Tahran’ın yavaş ama emin adımlarla uluslararası sisteme entegre olmasını izliyoruz. ABD’nin Suudi Arabistan ve İsrail dahil birçok müttefikini kızdırmak pahasına İran ile ilişkilerini geliştirmesini sadece IŞİD ile olan mücadeleye bağlamak yanlış olur. ABD bu anlaşma ile İran’ın değişeceğini, ideolojik devlet yapısının ekonomik çıkarlarını ön planda tutan ve Washington ile aynı dili konuşan bir ülkeye dönüşmesini arzuluyor. Obama yönetimi açıkça söylemese de bir rejim değişikliği bekliyor. Denetimin kalkacağı süre içinde halkın ayaklanacağı, daha ılımlıların iktidara geleceği bir İran hayal ediyor olmalı. Bu mümkün mü? Pek değil.
Bu anlaşma ile İran’ı görüşme masasına oturtmaya zorlayan yaptırımlar kalkıp, ekonomisi düzeldiğinde, uluslararası sisteme dâhil bir İran ile rejim kendi yerini daha da sağlamlaştıracak. Buna bir de nükleer gücünü de eklersek, kullanmasına gerek bile kalmadan caydırıcı olacak. Bu durumun, günümüzün istikrarsız Ortadoğu’sunda, bir nükleer silahlanma yarışını beraberinde getireceğini, ilk sırada da Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’nin olacağını öngörmek gerek.
En önemlisi ise İran imzaladığı NPT anlaşmasına aykırı olarak nükleer çalışmalara başlamıştı. Ağustos 2002’de İran’ın 18 yıl boyunca gizli bir nükleer program yürüttüğü gün yüzüne çıktığında dünya tek kelimeyle şaşkındı. Daha önce hile yaptı, bir daha yapmayacağının da bir garantisi yok. Üstelik UAEK’nun denetleme mekanizmalarının bu denli detaylı bir programı ne kadar kontrol altında tutabileceği de meçhul.
İran bir milli dava olarak gördüğü nükleer teknolojisinden vazgeçmeyecek. ABD de bu gerçeği kabul etmiş ve ‘süreci yavaşlatıp kontrol edelim’ mantığı ile hareket ediyor bir süredir. Bu tür bir anlaşma ile İran’ın tekrar yer altına inip denetimsiz nükleer silah çalışmalarına başlamasını engellenmeye çalışıyor.
Netanyahu’nun ‘altın vuruş’ olarak nitelenebilecek kongre konuşması öncesinde İran’ın nükleer programının tehlikeleri, Demokratlar-Cumhuriyetçiler arasındaki çekişme ve ABD-İsrail ilişkileri tartışmalarının gölgesinde kaldı. Şu an tüm dikkatler Netanyahu’da. Ancak kongre konuşması tamamlandığında bütün gözler pür dikkat İran ile masaya oturan ve Haziran sonuna kadar tarihi bir anlaşmaya varmayı uman Obama’ya çevrilecek. İşte o zaman kahramanlıklar ya da hatalar ortaya çıkacak.

Karel Valansi OBJEKTİF 4 Mart 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri