Türkiye son bir hafta içinde radikal bir biçimde değişti. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da belirttiği gibi “Türkiye bir hafta önceki Türkiye değil.” Ülkeyi değiştiren bu sürecin başlangıç noktası ise Suruç katliamı.
Kobani’ye yardım götürmek isteyen bir grup gencin IŞ(İD) tarafından öldürülmesi, aynı gün Adıyaman’da PKK’nın bir onbaşıyı şehit etmesi, Türkiye için değişim fişeğini yaktı. Washington Institute’den Soner Çağaptay’ın deyimiyle, “Türkiye’nin IŞ(İD)’e karşı yürüttüğü soğuk savaş sona ererken,” sınırlarımız içinden 90’ları hatırlatan acı haberler gelmeye başladı.
Suruç, Türk hedeflerine IŞ(İD)’in ilk saldırısı değil. Daha önce örneklerini görmüştük Reyhanlı’da, Musul’da Diyarbakır’da. Ancak Ankara bunları münferit olaylar olarak değerlendirmiş, doğrudan tehdit olarak algılamamıştı. Suruç saldırısı ile IŞ(İD) Türkiye’ye önemli bir mesaj verdi; savaşa hazırım, dokunulmazlığın kalmadı.
Saldırının zamanlaması da oldukça önemli. Daha bir hafta önce ABD’den üst düzey bir heyet IŞ(İD)’e karşı savaşta fikir alışverişinde bulunmak üzere gelmişti. Hiç de gizli olmayan bu görüşme ‘soğuk savaşın’ bitmek üzere olduğunu, IŞ(İD)’e karşı safların belirginleştiğini gösteren güçlü bir işaretti. Bu görüşme Suruç katliamına giden yoldaki son kavşak oldu. Yanı başında yıllardır süren Suriye’deki savaş, bu zamana kadar göreceli bir sakinlik yaşayan Türkiye’nin üstüne tüm ağırlığıyla çökmüş oldu.
Sonrasında her şey hızlı bir şekilde gelişti. Yıllardır direnen Türkiye İncirlik üssünü ABD liderliğindeki koalisyon güçlerine açtı, ilk defa IŞ(İD)’e ve uzun zaman sonra PKK’ya yönelik hava saldırısı düzenledi, ülkenin birçok şehrinde IŞ(İD) ve PKK ile bağlantılı kişilere yönelik baskın yaptı, NATO’yu 4. madde uyarınca görüşmeye çağırdı.
NATO’ya bağlılığı bir süre öncesine kadar tartışılan Türkiye, bu önemli uluslararası kurumu da denkleme katarak hem ‘kuralına göre’ oynadı hem de konuyu yerel bir sorun olmaktan çıkarıp, müttefiklerinin de ellerini taşın altına koymalarını sağladı. Ve Türkiye adına en önemlisi ABD’ye -belki de Suriye’de uçuşa yasak bölge oluşturmanın ilk adımı olabilecek- IŞ(İD)’den arındırılmış güvenli bölge oluşturulmasını kabul ettirdi.
Amaç Türkiye’de barınan 2 milyona yakın Suriyeli mültecinin geri dönebilecekleri güvenli bir bölge oluşturmak diye tanımlanırken, bir önemli hedef de Kürtlerin güçlenmesini durdurmak. Türkiye’nin bugüne kadar koalisyonun isteksiz üyesi olması Kürtlerin bölgede önem kazanması ile sonuçlanmış, ardı ardına gelen zaferleri ile YPG’yi ABD’nin IŞ(İD)’e karşı sürdürdüğü savaşta ana müttefiki konumuna yükseltmişti. Bu durumu kendi Kürt nüfusunun ayrılıkçı taleplerini tetikleyecek bir risk olarak gören Türkiye, Batı’ya bu konuda yüklenmiş ancak istediği sonucu alamamıştı. Bağımsız bir Kürdistan kurulması olasılığı üzerine yapılan analizler, sınırının ötesindeki Kürt hareketliliği ise Türkiye’nin tehdit algısını canlı tutmuştu. ABD ise Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak kullandığı Kürt kartından işte bu hafta sonuç aldı. ‘Oyun değiştirici’ olarak tanımlanan İncirlik Üssünü kullanma iznini aldı. Bu da ABD’nin en önemli başarısı.
Bu durumda ABD’nin işlevsel bir ortak olarak gördüğü Kürtlerden vazgeçtiğini söylemek mümkün değil. Nitekim ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby hâlihazırda koalisyondan hava desteği alan YPG’nin artık İncirlik Üssünden de desteklenebileceğini açıkladı. Amerikalıların Kürt gruplara bakışları Türkiye’den oldukça farklı. Türkiye’nin Kürt hassasiyetine dikkat ediyorlar ancak PYD ile PKK’yı ayrı tutuyorlar. Kirby de bu bağlamda terör örgütü olarak altını çizdiği PKK’ya karşı ‘Türkiye’nin meşru müdafaa hakkını tanıyoruz’ dedi.
Öte yandan Türkiye’nin IŞ(İD) ile eş zamanlı olarak başlayan ve PKK kamplarını hedef alan operasyonlarının ABD’nin onayını aldığı düşüncesi hakim olmaya başladı. ABD’nin her iki tarafı da dengede tutma çabaları malum. Ancak IŞ(İD)’e oranla PKK’ya yönelik daha kapsamlı yürütülen bu operasyonlar boyut değiştirirse itiraz edeceğini de hesaba katmak gerekir. Dengenin öbür ucundaki Kürtler ise seçeneksiz değil. Haseke’de olduğu gibi Şam ile işbirliğine girebilirler. İran’ın Kürtlere yakınlaşma çabaları ise takibe değer.
Türkiye’nin birinci önceliği sorunun ana kaynağı ve ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğü Esad. İran ile varılan nükleer anlaşma, Ankara’nın taktik değiştirmesinde bir diğer önemli etken oldu. Yaptırımların kaldırılması ile uluslararası sisteme dahil olacak olan İran’ın -artacak ekonomik gücünü de hesaba katarak- eski alışkanlıklarından vazgeçmeyeceğini ve Şam’a desteğini sürdüreceğini öngörmek mümkün. Türkiye bu son anlaşmayla bölgede daha da yalnızlaşmak yerine pozisyonunu ABD yönünde aldı, PKK’ya yönelik operasyonlarına meşruiyet kazandırdı. Ortak İran tehdidi karşısında, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile İsrail Dışişleri Bakanlığından Dore Gold’un geçtiğimiz ayki gizli görüşmesini hatırlamakta fayda var.
IŞ(İD) ve PKK ile girişilen bu çok cepheli savaşın iç yansımalarını görmek, o eski, unutmak istediğimiz günlere dönüş kaygısını arttırıyor. Ülkenin her yerinden gelen kara haberlerle sarsılırken, daha kötülerinin gelebileceği kaygısını taşıyoruz. Koalisyon ile erken seçim arasında geçici hükümetle devam edilen bu yol, barış sürecinin geleceğinden, 3 Ağustos’ta toplanacak Askeri Şuraya kadar belirsizliklerini koruyor. En büyük umutsuzluğu ise toplumu ayrımcı, ötekileştirici söylemler yaşatıyor. Etnik kimliğin, vatandaşlığın önüne geçtiği bu ortamda, her kesimden genci bir araya getirebilen Suruç’ta yaşanan katliam işte bu nedenle daha da çok can acıtıyor, bir arada kardeşçe ve eşit yaşama umudunu azaltıyor.
Karel Valansi OBJEKTİF ŞAlom Gazetesi 29 Temmuz 2015
Yorumlar