24 Şubat, Struma faciasının yıldönümü. 1942 yılında Nazi zulmünden kaçan 768 Yahudi, batırılan bu gemide hayatlarını kaybetti. İlk defa geçen yıl resmi törenle anılmaya başlanan Struma’nın kurbanları için bu sene de, faciadan tam 74 yıl sonra, Sarayburnu’ndan denize çelenk bırakıldı.
Yıl 1941. Doğu Avrupa kendi Nazilerini yaratmış, Almanya’nın 7-8 yıla yaydığı tüm Yahudi karşıtı kararları birkaç ay içinde yasalaştırmıştı. Bölgede kurulan kamplarda Yahudiler için ‘nihai çözüm’ hızlandırılmıştı. Yahudilerin kaçmak dışında seçenekleri yoktu. Gidecek yerleri de yoktu. Kimse mültecileri kabul etmiyordu. Tek çare İngiliz mandası Filistin’di.
Nazi zulmünden kaçan Avrupalı Yahudiler hayatları pahasına Filistin’e sığınmak istiyorlardı. Filistin’de Arapların tepkisini çekmek istemeyen İngiltere ise, Filistin vizesi almayı oldukça zorlaştırmış, hatta imkansız kılmıştı.
Kara ve deniz yoluyla mülteci akını yaşanırken, bu durumdan pay çıkarmak isteyenler de yok değildi. Bunlardan biri de Struma gemisi ile Filistin seyahati bileti satan açgözlülerdi. İstanbul’da Filistin vizesi alma garantisi, lüks kamaralar ve yeni dizel motor gibi yalan vaatlerle duyurulan Struma, gerçekte motoru bozuk bir yük gemisiydi.
12 Aralık 1941’de Köstence'den kalkan gemi 3 günlük zorlu bir yolculukla İstanbul Sarayburnu'na vardı. Ancak İstanbul’a varış onlar için özgürlük değildi. Filistin vizesi sahibi olma veya ilerleyen hamilelik gibi farklı gerekçesi olan birkaç kişi dışında kimsenin gemiden ayrılmasına, karaya ayak basmasına izin verilmedi.
Fahiş fiyatlarla satılan biletlerle ancak 100 kişinin sığabileceği gemiye 800’e yakın kişi bindirilmişti. Gemide doğru düzgün kamara olmadığı gibi tek mutfağı ve tek, evet sadece tek tuvaleti vardı. İnsanlar sıra ile uyuyor, tartışmalar güverteye çıkıp nefes almak üzerine çıkıyordu. Etraf ise insan dışkısı ile dolmuştu bile.
Karantina ilan edilen gemi tam 70 gün boyunca İstanbul açıklarında insanlık dışı koşullarda bekletildi. Türk Yahudi cemaatinin destekleri ile gıda yardımı yapılan gemiden gelen yardım çağrılarına, bizi kurtarın pankartlarına, yakarışlarına karşın kimse oralı olmadı. Struma İstanbul’un, Türkiye tarihinin kara bir lekesi gibi orada, denizin ortasında artık dikkat çekmez bir ayrıntı olarak kalakaldı.
Gemide hastalıklar baş gösterirken, delirenlerden de bahsedilir oldu. Türk basını ise acımasızca mizah konusu yapmıştı mültecileri tıpkı aynı dönemdeki Salvador, Parita, Mefkure gemilerinde olduğu gibi. Dönemin Başbakanı Refik Saydam ise “Kimsenin istemediği kişilere burası yurt olamaz” demişti.
İngiltere, Struma yolcularına Filistin vizesi vermeyi reddetti. Türkiye gemiyi geri göndereceğini, Romanya ise onları geri almayacağını söylüyordu. ABD konuya duyarsız kalmıştı. 23 Şubat akşamı Struma, Türk römorkörleri tarafından çekilerek Karadeniz’e, Türk karasularının dışına bırakıldı. Motoru çalışmayan gemi ertesi gün, 24 Şubat sabahı Sovyet denizaltısı tarafından batırıldı. Gemiden sadece bir kişi sağ kurtulabildi.
74 yıl sonra, yine bir 24 Şubat günü, 700’ü aşkın kişiye mezar olan bu suların önünde, Sarayburnu’nda düzenlendi anma töreni. İstanbul Valiliği tarafından düzenlenen resmi törende dikkat çekici oranda başkonsolos ve temsilcisi vardı. Törene ilgi oldukça yüksekti bu anlamda. İsrail’in İstanbul başkonsolosu ve yardımcısı tören alanına ilk gelenlerdendi. Gözler ister istemez önce Romanya’yı aradı. Yahudilerin hayatları pahasına bu umut yolculuğuna çıkmalarına sebep olan Romanya, kendi ülkelerinde bu konuyu pek tartışmasalar dahi, İstanbul başkonsolosu bizzat törendeydi. IHRA (Uluslararası Holokost Anma İttifakı) dönem başkanı Macaristan ve konunun ana müdahili Almanya, ABD, Rusya birçok ülke gibi hazır bulundular törende. Ancak İngiltere ve Fransa’nın eksikliği dikkat çekiyordu. Türkiye ise İstanbul Valisi Vasip Şahin, IHRA Türkiye Heyeti Başkanı Tunç Üğdül ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Levent Murat Burhan ile kalabalık bir şekilde temsil ediliyordu.
Törenden bir gün önce konu ile ilgili bir soruyu yanıtlayan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, Struma faciasından çıkartılacak derslerin gelecek nesillere aktarılarak, hafızalardaki yerinin korunması anlayışıyla bu anmanın önemine değiniyor, bu elim olayda hayatını kaybedenleri saygıyla andığını vurguluyordu.
Törende ise Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh, Struma felaketinde tarafların hepsinin kendilerine göre kutsal doğruları vardı diyerek, tüm bu ülkelerin bu faciadaki sorumluluklarını hatırlattı. “500 yıl evvel bizleri Engizisyondan kurtarmak için gemilerini İspanyalara gönderen, bugün milyonlarca mülteciye kapılarını açan Türkiyem birkaç metre ötemizde demirlemiş, ölüme terk edilmemek için sığınacak bir mekan arayan 768 Yahudi’yi kurtaracak dirayetli adımı bu sefer tarafsız kalarak savaştan korunabileceği düşüncesiyle atmadı,” derken, Türk Yahudilerini de eleştirerek, “Yıllar boyunca unuttuğumuz ve korkularımızın arkasına saklanarak hayalet gemi haline getirdiğimiz Struma’da kaybettiklerimizden, mezarları olan bu suların önünde bir ‘Kadiş’ dahi söyleyememiş olmanın yarattığı utancı geride bırakabilme duygularıyla özür diliyorum" diyordu.
İstanbul Valisi Vasip Şahin, 103’ü çocuk 768 kişinin ölümüyle sonuçlanan, yakın dönem tarihimizin en trajik olaylarından biri olarak tanımladığı Struma faciasını “hep iyi anılara dayanan Türk-Yahudi ortak tarihinin istisnalarından” olarak nitelemesi önemliydi. Vali belki de, “Bugün bizlere düşen suçlu aramak değil, tarihte yaşanan trajedilerden ders çıkararak ve hafızalarda yer etmesini sağlayarak, bu hadiselerin tekrar yaşanmasını önlemektir,” sözleriyle Türkiye’nin sığınma hakkı vermediği bu kişilerin ölümlerinde kendi payını kabul etmesinin ilk adımını atıyordu.
Hiç bir ülke bu kadarını bile yapmazken Ankara ilk adımı Struma için anma töreni düzenleyerek attı. Ancak kimse tam anlamıyla yüzleşemedi Struma’daki mesuliyetiyle henüz. İnsan eliyle yaratılan, geliyorum diyen bu facianın kurbanları için tüm tarafların sorumluluğunu kabul etmesi ve özür dilemesi ile başlar ancak geçmişle yüzleşme.
Hahambaşı İsak Haleva'nın Struma kurbanları anısına Kadiş duasını okumasının ardından tören, hayatını kaybedenler için Hahambaşı Haleva ve Vali Şahin tarafından denize çelenk atılması ile sona erdi.
Çelenk tıpkı Struma kurbanları gibi sahilden ayrılmak istemedi ve hiç uzaklaşmadan kısa bir süre sonra iskelenin altına saklandı. Hayatını kaybetmiş o 768 kişi gibi...
“Sardalye konservesinde gibiydik, yattığımız yerde dönemiyorduk dahi. Durumumuz gittikçe kötüye gitmeye başlamasına rağmen umudun yarattığı güçle yaşadığımız ortamın felaketine dayanabiliyorduk... Kimse bizi insan olarak görmüyordu. İnsan olarak görmediklerine neden yardım etsinlerdi ki? (...) Yaşamam için hiçbir sebep yoktu. Bütün ailem, nişanlım herkes yok olmuştu. Neden bir tek ben hayatta kalmıştım? Neden diğerleri ölmüştü? Kendimi suçlu hissediyordum.”
İbrahimzadeh’in konuşmasında paylaştığı, Struma'nın tek kurtulanı David Stoliar’ın hayatının son yıllarında verdiği röportajdan bir bölüm
Karel Valansi T24 27 Şubat 2015
Yorumlar