Terör eylemleri ve kitlesel göç hareketleri içinde
bulunduğumuz dönemin en belirleyici özellikleri. Orta Doğu’dan Avrupa’ya uzanan
ve pek de sınır tanımayacak gibi gözüken bu durum, beraberinde elinin değdiği
her yere istikrarsızlık, ümitsizlik ve endişeyi de sürüklüyor. Bu nedenlerle güvensizlik
artıyor, demografik gerçekler değişiyor, bildiğimiz anlamda ulus-devlet sistemi
yara alırken, devlet dışı aktörler güç kazanıyor, siyaseti yönlendiriyor.
Türkiye göç hareketlerinin tam merkezinde ve barındırdığı
2,5 milyon mülteci ile olası bir çözümün anahtarını da elinde bulunduruyor.
Bahar aylarında başlayan ve daha iyi bir yaşam için Avrupa’ya akın eden ümit
yolcularının ilk durağı Yunanistan oldu. Ekonomik sorunlar ile boğuşan,
Avrupa’nın günah keçisi Yunanistan’ın, tıpkı kapasitesinin çok üstünde mülteci
barındıran Türkiye gibi bunun altından kalkması mümkün değil. Ancak Avrupa
kapılarını kapattıkça bütün yük Yunanistan’a kalıyor. Türkiye ise en azından bu
konuda eli güçlü, AB ile pazarlık masasına oturuyor.
Terör saldırılarının merkezinde Türkiye bulunuyor. Başta
Suriye, Orta Doğu’nun önemli bir bölümü cihatçı cennetine dönüşüp Türkiye’nin
sınırı yabancı cihatçılar dahil bir geçiş alanı olunca bu sonuç kaçınılmaz.
ABD’nin önceliği IŞİD’i zayıflatmak, Rusya’nın önceliği Suriye’deki rejimi
korumak, Türkiye’nin önceliği ise PKK’yı yok etmek olunca bu karmaşa ve işbirliği
kopukluğu sonucunda Türkiye hem PKK hem de IŞİD terör saldırılarının hedefi
oldu. Son günlerde arka arkaya gerçekleşen Ankara ve İstanbul saldırıları bu
gidişatın üzücü örnekleri olurken, Avrupa da sırtını döndüğü bu sorunların
sonuçlarını son olarak AB’nin başkenti Brüksel’de tecrübe etmek zorunda kaldı.
Durum böyleyken, isteksiz bir ABD ve büyük güçler liginde
kendine bir yer bulmak isteyen Rusya’nın dış politikaları Suriye’nin geleceğini
nasıl belirleyecek? Yeni bir Cenevre görüşmesi ve hassas ateşkes özlenen barışı
sağlayabilecek mi?
Göreve başladığı anda Nobel barış ödülü verilen ABD’nin ilk
siyahi başkanı Obama, tarihe adını savaşları bitiren başkan olarak yazdırmak
istiyordu. Irak savaşının ve sonuçlarının yönlendirdiği dış politika karalarında
Obama’nın amacı Orta Doğu’yu geride bırakıp, yükselen güç Asya’ya odaklanmaktı.
Orta Doğu’da, ABD’nin çıkarlarını öne koyan, müttefiklerini de sorumluluk
almaya, elini taşın altına koymaya zorunlu kılan daha pasif bir dış politika
yürütürken, amacı kara harekatından, yani Irak ve Afganistan’daki gibi yeni
ulus inşası denemesinden uzak durmaktı. Bu politika ile ABD müttefiklerini bir
nevi düşman-kardeşler olmaya yöneltirken İran’a karşı İsrail ile Suudi
Arabistan işbirliği gibi önemli adımlar atıldı. Ancak ABD’nin güven telkin
edici caydırıcılığı da aynı oranda azaldı. Buna karşılık daha önceleri düşman
kategorisinden inmeyen İran ve Küba ile gerçekleşen Amerikan açılımı, özellikle
İran’ı uluslararası sisteme dahil ederek daha öngörülebilir ve kontrol altına
alabilme isteği yanında Tahran’ın daha sorumlu davranması beklentisi ile
gerçekleşti.
ABD’nin yaşamsal çıkarlarına doğrudan bir tehdit olmadıkça
takındığı pasif tutum, diplomatik çözüme verdiği şans, Obama’nın birçok
konuşmasında kendini gösteriyor. ABD’nin dünyanın jandarması olmadığı söylemi
ise tüm bu durumu özetliyor. Orta Doğu’da oluşan güç boşluğu sonucunda, IŞİD
gittikçe güçlenir, terör saldırıları tüm dünyayı etkisi altına alırken, Washington’un
eksikliğinden yararlanan ülkeler ise ABD’nin geleneksel müttefiklerini
endişelendirmeye devam ediyor.
ABD’nin Suriye
stratejisinin bir ana kırılma noktası varsa o da Ağustos 2013’te, belirlediği
kırmızı çizgi olan kimyasal silah kullanılmasına rağmen Esad’a karşı askeri bir
operasyonun iptali ile gerçekleşti. ABD’ye destek veren Fransa ve Türkiye gibi
ülkeleri gafil yakalayan bu karar aynı zamanda Rusya’nın İran desteğiyle Orta
Doğu’ya muhteşem dönüşünü başlattı. Bu beklenmedik kararının ardından Suriye
savaşının yönü kadar, ABD’nin müttefikleri ile olan ilişkileri ve Washington’nun
inandırıcılığı zedelendi. Bu durumdan asıl yararlanan ise Rusya oldu. Bir anda
Kırım’ı ilhak ederek durumu oldubittiye getiren ve ABD, AB ve NATO’yu ağzı açık
ve yeni gerçeği kabul eder durumda bırakan Rusya, Suriye’deki son manevrası ile
bir kez daha şaşkınlık yarattı.
Rusya
geçtiğimiz haftalarda Suriye’deki misyonunu tamamladığını belirterek
askerlerini kısmen çekmeye başlayacağını açıkladı. Hiç beklenmedik bu karar ile
bir kez daha herkesi hazırlıksız yakalayan Rusya, ateşkesin ardından barış
görüşmelerinin de mimarı olarak kendine pay çıkarmaya niyetli anlaşılan. Ateşkes
ardından müzakerelerin sürdüğü dönemde Putin’in bu kararı Amerikalıları
şaşkınlığa uğratırken, Rusya’nın Esad’a olan desteğinin de bir sınırı olduğunu
gösteriyor. Bu durum Esad üzerindeki diplomatik çözüm baskısını arttırabileceği
gibi, görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda Suriye savaşının
bilançosunu her yönüyle katlayabilir.
Rusya’nın
ekonomik koşulları göz önüne alındığında, bu kararı zamanında ve yerinde
denilebilir. Askeri müdahalesiyle şartları Esad lehine değiştirdikten sonra
gerisi daha fazla zarara uğramadan görüşme masasına bırakıyor. Ancak tüm bu
kararlarının gerisinde bir başka amacın yatıp yatmadığı ise herkesin merakını
cezbediyor.
Bu karar
Rusların tamamen Suriye’den çekilmesi anlamına gelmiyor, iki önemli üssü
kullanımda kalacak. Misyonu IŞİD’i zayıflatmak olan Rusya’nın bunun yerine
Esad’ı güçlendirdiği de aşikar. Rusya’yla karşı karşıya gelmeyi anlamlı
bulmayan Obama, Rusya’nın bu müdahalesinin sonuçlarından zararlı çıkacağını ve
bunu Putin’in kendisinin tecrübe etmesini gerektiğini düşünüyor olmalı.
Bu müdahalesi
ile Rusya’nın ne kazandığına baktığımızda, Suriye’de yeni bir askeri üs ve hava
savunma sistemi ile mevcudiyetini korumaya devam ediyor. Soğuk Savaş
dönemindeki gibi Rusya’nın ABD ile kıyaslanan büyük güç olarak imajını
yeniledi. Bu da oldukça önemli, özellikle ekonomik krizle boğuşan halkına milli
gurur ile teselli vermesi açısından.
Obama
Ortadoğu’da sonu bilinmeyen bir başka savaşa daha girmek, yeni bir bataklığa
sürüklenmek istemiyordu. Dış politikasını, Irak ve Afganistan tecrübesinden
yola çıkarak her sorunun askeri bir çözümü olmadığını, her çözümün ABD’den
gelemeyeceğini vurgulayarak, Amerikan çıkarlarını merkeze alan bir yaklaşımla
belirledi. Bölgesel sorunlar yerine iç ve küresel sorunlara ağırlık verdi. Sonbaharda
yeni başkan için seçimlere hazırlanan ABD’de adayların dış politika fikirlerine
bakarsak Orta Doğu konusunda büyük bir gelişme yaşanmayacağı öngörülebilir.
Ancak bu durum, sınır tanımayan terör, kontrol edilemez mülteci akınına ve
yaşanan insanlık dramına bir umut vaat etmekten oldukça uzak gözüküyor.
Karel Valansi Diplomatik Gözlem Nisan 2016
Yorumlar