Kilis, Suriye savaşıyla özdeşleşmiş bir kent haline dönüştü. Gaziantep ile Halep arasında kültürel olarak sıkışmış bu şehir, arada bir kaçakçılık haberleri ile adını duyururdu. Ancak Suriye savaşı ile birlikte Nobel’e aday olması istenen bir mülteci şehrine dönüştü. Şehrin sakinleri uzun süredir kendi nüfuslarını aşan mültecilere ev sahipliği yapıyor. Ancak ne hizmet, ne sağlık, ne de eğitim altyapısı bir anda iki katından fazla artan bu nüfusun ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli değil. İlk mülteci kamplarının, Öncüpınar gibi, bu bölgeye yapılması, yerli-yabancı STK’ları ve uluslararası yardımı da beraberinde getirdiyse de yükün çoğu Türkiye’nin sırtında.
Türkiye Suriye’deki savaşı kısa süreli olarak öngördüğünde, benzer düşünceler Kilis’e sığınan mülteciler için de geçerliydi. İlk başlarda, bir süre sonra geri dönebileceklerini düşünenler çoktan Suriye’yi gözden çıkarmış durumdalar. Artık evlerine bir an önce geri dönmek veya savaşa katılıp ülkeyi kurtarmaya çalışmaktan çok temel sorunlarla uğraşıyorlar; karınlarını doyurmak, iş ve ev bulmak.
Kilis’teki olağanüstü durum kendi gerçeklerini de yaratmaktan geri kalmadı. Önce konut fiyatları arttı, sonra ucuz iş gücü olarak kullanılan mülteciler güvensiz ve sağlıksız ortamlarda çalışmak zorunda kaldı. Derken ikinci, üçüncü eş haberleri ile kadın ve çocuk sömürüsü başladı. Ve hayaller değişti. Suriye’ye geri dönmek imkansızlaştıkça büyük şehirlere, iş bulmak için Gaziantep’e, Ankara’ya, İstanbul’a gitmeyi düşlemeye başladılar. Daha sonra ise istikamet ölüm yolculuğu pahasına Yunanistan ve Avrupa’ya dönüştü.
Kilis’in mülteci kentinden savaşı ta içinde hisseden bir şehre dönüşmesi ise tam yanı başındaki savaşın bir diğer acı yönüne, Suriye’den atılan roketlerin hedefine girmesi ile başladı. Ocak ayından beri şehre düşen roketler ile adeta Suriye savaşının hemen içinde yaşar oldu.
Suriye savaşı ile birlikte Kilis’te değişen sadece demografi değil. Kilis’in sınır komşuları da mütemadiyen değişiyor. Bir gün bir grup sınırın öbür tarafını ele geçirirken, bir başka gün bir başka grubun kontrolüne geçiyor. Tüm bu çatışmaların gölgesine, tam yanı başında süren bir savaş ile birlikte yaşamak, yaşamaya çalışmak da Kilis halkını derinden etkiliyor. Günümüzde Kilis’in yeni komşusu ise acımasızlığı ile bilinen terör örgütü IŞİD.
Kilis’te yaşamak, savaşı her an içinde hissetmek demekti aslında. Roketler düşmeye başlamadan çok daha önce de halk tedirginlik içindeydi. Daha ilk günlerden Kilis üzerinde devriye gezen uçak ve helikopter sesleri halkı ama özellikle köylerinin bombalanmasını hatırlayan mültecileri korkutuyordu. 2013 Ocak’ında bölgeyi ziyaret edip üç ay orada kalan bir psikolog ile görüşmemizde, halktaki ve özellikle mültecilerdeki ruh halini paranoya olarak aktarmıştı.
Bu sonu gelmez korku hali, son haftalarda kimin, hangi amaçla, nereden attığı tam belli olmayan füzelerle ete kemiğe büründü. Suriye’deki ateşkes fiilen sona ererken, yılın ilk ayından beri devam eden füzeler 20 kişinin hayatını kaybetmesi, onlarcasının yaralanmasıyla sonuçlandı. Halkın tepkisi artarken, gelen haberlere göre bölgeden göçler de başladı.
Burada dönüp dolaşıp Suriye’nin oyun kurucuları ABD ve Rusya’ya bakmak gerekiyor. Rus hava savunma sistemlerinin Suriye’de aktif olması, Türkiye’nin bu açıdan elini kolunu bağlıyor ve istediği şiddette roket atışlarına cevap veremiyor. Üstelik Kilis’e isabet eden füzelerin yakın zamanda duracağını gösteren bir işaret de yok. Diplomatik bir çözüm ufukta gözükmüyor. Cenevre’deki Suriye görüşmeleri bir sonuca ulaşamadan dağıldı, sınır ötesindeki çatışmalar ise son sürat devam ediyor.
Roket saldırıları karşısında topçu atışları veya İHA’larla denetim yeterli gelmiyor. ABD’nin İncirlik’teki Hellfire füzesi taşıyan predatörleri daha etkin kullanması isteniyor. ABD’nin Suriye konusundaki pasif tavrı bilinirken Türkiye’nin istediği kadar güçlü bir şekilde bu saldırılara cevap vermeyeceği öngörülebilir. Öte yandan, ABD’nin bu ay içinde Türkiye’ye füze sistemi yollaması bekleniyor. Bekleniyor ama hemen akla geri çekilen patriotlar geliyor. Patriotlar, ABD ve Almanya’nın NATO görevi kapsamında tehditlere karşı önlem alması amacıyla 2013’te yerleştirilmiş, ancak 2015 Ağustos’unda, görev sürelerinin dolduğu veya Esad rejiminden balistik füze saldırısı tehlikesinin kalmadığı gerekçeleriyle kaldırılmıştı. Patriotların yerleştirilmesi kadar kaldırılması da IŞİD öncelikli mücadele konusunda Türkiye’ye bir mesaj niteliği taşısa bile, günümüzde NATO’nun güneydoğu sınırının IŞİD tehlikesi yaşadığı da bir önemli gerçek.
Sınır şehrine düşen roketler, buna verilen askeri karşılık akla hemen Demir Kubbe’yi getiriyor. Demir Kubbe, İsrail’in ABD desteği ile geliştirdiği, şehre düşeceği anlaşılan kısa menzilli roketleri etkisiz hale getiren teknoloji. Şu an Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan da bu. Çünkü bugün Kilis’in yaşadıklarını, İsrail’in sınır kentleri Sderot ve Ashdod, Hamas ile İsrail’in arası her kızışmaya başladığında yaşıyor. İsrail bu ihtiyaç karşısında Demir Kubbe’yi geliştirmişti. Bunun ilerisi de düşünülerek, uzun menzilli füzelere karşı Davut’un Sapanı üzerinde çalışmalar devam ediyor.
Rusya tehdidi sabitken, ABD’nin Suriye’deki öncelikleri ve tutumu belliyken, Türkiye’nin yardımına koşabilecek ülke İsrail olabilir. Benzer çıkarlar, ortak tehditler var oldukça, Mayıs ortası tekrar masaya oturması beklenen Türkiye ve İsrail’in ilişkilerinde normalleşmeyi sağlayacak önemli bir itici gücün de terör olduğu, yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Karel Valansi T24, 4 Mayıs 2016
Yorumlar