Ana içeriğe atla

Mario Levi ile çok özel: “Ben ülkesini yüreğinde taşıyanlardanım”

Bu ayki Şalom Dergi konuğum Türk edebiyatının önemli kalemlerinden, eski bir Şalomcu olan sevgili dostum ve öğretmenim Mario Levi. Yeditepe Üniversitesi’nde ve çeşitli kurumlarda yaratıcı yazarlık dersi veren, Gazete Kadıköy’de köşe yazarı olan ve TV programı bulunan Mario ile eş zamanlı yazdığı son roman ve hikaye kitabını konuştuk. Sosyal medyadaki nefret söylemi, ifade özgürlüğü, İstanbul sevgisi ve yazarlık tüyolarını da bulabileceğiniz çok keyifli bir sohbete hazırlanın!

Daha önceki kitaplarınla kıyaslayınca ‘Bu oyunda gitmek vardı’ daha kısa cümleli, daha yalın. Dilde bir sadeleşmeye mi gidiyorsun? Üstelik ‘Pandispanya’nın tadı hala damağımızdayken yeni bir kitap daha! Bu nasıl bir hız?
Dilimin sadeleşip sadeleşmediğinin farkında değilim. Öyle söyleniyor. Özel bir çabam olmadı. Belki de hikâye bunu gerektirdi. Ama yıllar geçtikçe sadeleşiyor insan, biliyorum. Her anlamda sadeleşiyor… Çünkü kaybetmeyi öğreniyor. Kaybettiklerinin de aslında kayıp olmadığını… Hayatı geldiği gibi yaşıyorsun. Böylesi çok daha iyi…  Kendimi birçok ağırlığımdan kurtulmuş gibi hissediyorum. Onca işin arasında bu kadar çok kitap yazabilmeminse tek bir açıklaması var; ben kendimi yazmaya adadım. Yazarlık benim için bir meslek bile değil, hayatın ta kendisi. Üstelik verimli bir döneme girdiğimi de hissediyorum. Bakalım artık.

Bu kitabın farklı bir kurgusu da var. Okuyucunun aktif katılımı bekleniyor ve sürpriz çifte son. Bir de benim aklımda üçüncü bir son var. Nasıl tanımlıyorsun bu romanını?
Okurun aktif katılımını istediğim kesin! Farklı bir kurguyu denediğim de doğru. Yeni ya da yeni olduğuna inandığım, adını henüz koyamadığım bir şeyi denemek istiyorum. Biraz kendimi de aşmak gibi bir çabanın içindeyim. Daha ne yapabilirim sorusu aklımdan çıkmıyor. Bu iyi, çünkü çok heyecan veriyor. Kendimi öğrendiklerime ve bildiklerime hapsetmek istemiyorum. Çünkü hep daha iyisi var, biliyorum. En azından başka ihtimaller var. Arıyorum işte. Ne bulacaksam bulacağım. Bulamazsam da en azından aradım diyeceğim. Farklı sonlar kendiliğinden geldi. Böyle denemeler yapılıyor, ben de yapayım dedim. Zaten eğer varsa,  kurgudaki farklılık bu sonlarda değil. Ama senin de bir son önerin varsa harika! Amacıma bir şekilde ulaştım demektir…


‘Bu oyunda gitmek vardı’ ülkeyi terk edip gitmek isteyen, genellikle de kalan ötekileştirilmişleri çağrıştırdı bana. Amacın bu muydu?
Böyle görülmesinin mahsuru yok. Ama tam bu muydu anlatmak istediğim, emin değilim. Ben galiba bu hikâyede gitmelerin her türlüsünü anlatmak istiyorum. Tabii gidememelerin de… Gizli referanslarım var mı? Bunu söylemek bana düşmez. Her okur okuduğu metinde istediğini görür. Ben en azından metnin birkaç okuması olabileceğini söyleyeyim.

Milan Kundera ve striptiz kulübü sahibi Mario, muziplik olsun diye seçilen isimler sanırım, sen de belli ki çok eğlendin romanı yazarken...
Bak bu da doğru! Zaman zaman çok eğlendim! Şikâyetim yok. Ama bu söylediklerinin hiçbiri tasarlanmış değildi. Hepsi kendiliğinden ortaya çıktı.. Mesela Milan Kundera’nın yazdığı önsöz romanın düzeltmelerini yaparken aklıma geldi. Zaten hayatta da en çok eğlendiğimiz anlar hiç beklemediğimiz bir zamanda yaşadıklarımız değil mi?

Her roman otobiyografiktir dersin hep, sana en yakın karakter hangisi? Saffet mi? Ya kadınlardan en sevdiğin hangisi?
Saffet bana çok uzak bir karakter değil. Ortak zevklerimiz var, gizleyemem! Onun bu hikâyede yaşadıklarını yaşamadım ama. Yaşasaydım, Neval gibi bir kadın çıksaydı karşıma neler yapardım, bilmiyorum. Ayrıldığımız yerler var tabii. Bu yüzden de onu eleştirmekten çekinmedim. Hatta bazen ona kızdım. Kızgınlığımı gösterebildim mi, bilmiyorum. Birçok yerde sevdim de… Bu sevgimi gösterebildim mi, onu da bilmiyorum. Tek söyleyebileceğim şu: yaşadıklarım olmasaydı, onu böyle yazamazdım. Her yazılan otobiyografiktir, evet. Bu uzun uzun konuşulması gereken bir mesele… Otobiyografik derken, sadece başımızdan geçenleri anlatırız demek istemiyorum ama. Bu kadarını söylemekle yetineyim. Kahramanlarınızla tıpkı hayattaki gibi yakın duygusal bağlar kurabilirsiniz. Onlarla umutlanabilir, sevinebilir, üzülebilir, ağlayabilirsiniz. Yazmanın şizofrenisidir bu ve güzeldir. Ben bu romanda da kahramanlarımla böyle bir bağ kurdum. Aksi halde sahici olduklarına kendimi inandırmazdım. Bu hikâyedeki kadınım Firdevs’tir. Şaşırdın mı?

Şaşırttın beni! NTV’de yeni bir sohbet programına başladın Ahmet Ümit ve İskender Pala ile. Onca siyaset programının arasında böyle derin bir sohbet programını özlemiştik. Nasıl gidiyor program, tepkiler nasıl? Yeni sezonda devam edecek mi? O haftanın konusunu beraber mi seçiyorsunuz? Nasıl bir hazırlık süreci var?
Program çok ilgi gördü. Bu kadarını, itiraf edeyim, beklemiyordum. Hiç beklemediğim insanlar bile seyrediyormuş. Geçenlerde Kanada’daydım. Oradaki Türkler arasında da seyredenler varmış. Bir boşluğu yeteneklerimiz ve bilgimiz ölçüsünde doldurmaya çalıştık. Bu kadar çok seyredilmemizin sebebi bir ihtiyaca cevap verebilmemizdi belki. Yeni sezonda devam eder mi? Devam ederse nasıl devam eder? Hiç bilmiyorum. Bu televizyon yönetiminin kararına bağlı… Tabii öteki program arkadaşlarıma da…  Ben her programa çok sıkı hazırlandım. Her program için ortalama hazırlanış sürem beş saatti. Dediğim gibi, yeteneklerim ölçüsünde yapabileceğimi yapmaya çalıştım. Program canlı değildi ama çekimler canlı yayın mantığında yapıldı, hiç kesilmeden. Önceden temaları belirliyorduk ve hepsi buydu. Çekim öncesinde sen bunları söyle, ben şunları söyleyeyim gibisinden konuşmaları hiç yapmadık. Hiçbirimiz arkadaşının ne diyeceğini bilmiyordu. Bazı fikirler de sohbetin akışında ortaya çıktı. Mesela ben önümdeki hazırlık notlarımda bulunmayan birçok fikri ve duyguyu paylaştım, İskender ile Ahmet için de öyle oldu. Çok güzeldi. Ama en güzeli birbirimize verdiğimiz değerdi. Neticede farklı duruşları, tercihleri ve geçmişleri olan yazarlardık. Birbirimizi hiç kırmadık. Öyle sanıyorum ki bu duygu seyirciye de geçti.

Geçen sene bu konuda konuşmak istememiştin. Şimdi sana tekrar sormak istiyorum. 2014 yazındaki Gazze savaşı sırasında artan İsrail karşıtlığı Yahudi karşıtlığına dönüşmüş ve senin kitapların da ‘boykot edilecekler’ arasında gösterilmişti. O dönem çok üzüldüğünü biliyorum. Neler hissettin? Şimdi nasıl hissediyorsun? "Bu oyundan gitmek var mı?" Bir İstanbul sevdalısı olarak gün gelir ben de gidebilirim der misin?
O günkü olaylar hakkında yine konuşmak istemiyorum. O günleri geçmişimin çok derinlerine gömmek istiyorum. Hissettiklerim bana ait olsun. Kendim için tek temennim var. Allah’ın takdiri ne zaman olacaksa artık, son nefesimi Kadıköy’de vermek… Sonrasını bilemem. Dedim ya, bundan sonra hayat nasıl geliyorsa, öyle yaşanacak. Ben ülkesini yüreğinde taşıyanlardanım.

Türkiye’de kendini rahat ifade edebiliyor musun? Şu konuda yazmayayım diye düşündüğün oluyor mu?
Yazdıklarıma zaman zaman şüpheyle baktığım olmuştur. Yazdıklarımdan endişe duyduğum da olmuştur. Buna bağlı olarak bazı söylemek istediklerimden vazgeçtiğim de… Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bugüne kadar birçok söylemek istediğimi söyledim. Birçok insanın söylemek isteyip söyleyemediğini de söyledim. Çünkü söylemenin farklı yolları vardır. Çünkü incitmeden söylenen sözler her zaman daha etkili ve kalıcıdır. Ben Mevlana’yı boşuna okumadım. Rabi Akiva’yı boşuna okumadım. Talmud’un sayfalarına yok yere dalmadım.

Twitter'da oldukça aktifsin. Daha çok ne amaçla kullanıyorsun? Neler paylaşıyorsun? Ne tür tepkiler alıyorsun? Aralarında nefret söylemi diyebileceğin örnekler oluyor mu?
Twitter’da etkinim, bu doğru. Zaman zaman kısa vurucu cümlelerle duygularımı ifade etmek hoşuma gidiyor. Hayata, o gün yaşananlara dair ne varsa onları paylaşıyorum. Anlık duygularımı ifade etmeye çalışıyorum.  Bazen de bu işten sıkılıyorum. Seviyesi çok düşük tepkilerle karşılaşıyorum çünkü. Twitter için demokratik bir ortam deniyor. Bu bir anlamda doğru…  Ama öyle insanlarla karşı karşıya gelebiliyorsunuz ki. Öyle bir cehaletle, öyle bir kendini bilmezlik, öyle bir küstahlıkla kendinizi aynı yerde buluyorsunuz ki, benim burada işim ne diyorsunuz. Çünkü herkes istediğine istediğini söyleme hakkı buluyor kendisinde. Ucuzluğun, bayağılığın ve sıradanlığın bir başka şekli bu... Nefret söylemiyle karşılaşıyor muyum? Şaka mı yapıyorsun? Siyasi bir görüşümü ifade ettiğimde en çok karşılaştığım bu oluyor. Ne tepki gösteriyorum? Cevap bile vermiyorum. Çünkü bunu yapanın en çok istediği bu… Böylelikle önemsenmiş olacak. Vaktimi harcamıyorum. Anında engelliyorum, bitiyor. Kibirden değil. Kendimi korumak için. Daha çok önemseyeceğim işleri yapabilmek için…

Henüz son romanının rüzgarı dinmeden, yeni bir kitap ile karşımızdasın. Üstelik uzun bir aradan sonra ilk defa hikaye ile geri döndün. Neden hikaye? Günümüzde kısa mesajlar ve 140 karakterli tweet’lerle yaşayanlara daha bir uygun sanki bu tür, ne dersin? Ne anlatmak istedin ‘Tek Cümlelik Aşklar’ ile? Yüz cümle ile yüz aşka tanık olmamız mıydı amacın?
Bu hikâye kitabı romanla eşzamanlı yazıldı. Yazı atölyelerimin birinde bir öğrencimin sorduğu soru üzerine… Burada tıpkı romandaki gibi yeni bir şey denedim. Kısa hikâyeler vardır. Dünya edebiyatında olduğu gibi, Türk edebiyatında da örnekleri vardır. Ama benim bildiğim, bak altını çizerek söylüyorum, böyle bir örnek yok. Bir hikâye, bir cümle… Bu işi de çok severek yaptım. Ama bir daha yapmayacağım. Bazı şeyler sadece bir kere yapılır. Bu kitapta farklı tarihlerden gelen, farklı toplum katmanlarından insanlar var. Her biri roman kahramanı olabilirdi. Bu bir cümle çabam üzerinde şimdiye kadar çok az duruldu ne yazık ki… Belki ileride durulur. Ümidi kesmemek gerek… Yazarlık dediğiniz içine birkaç satır yazdıktan sonra bir şişeyi ağzını kapatarak denize atmaktır zaten.

Üç kızın, bir de eşin, annen, kayınvalideni de sayarsak bu kadar yoğun sayıda hanımla çevrili olmak sana ne katıyor? Kadın karakterlerini yaratmada kolaylık sağlıyor mu?
Evet, etrafımda çok kadın var, bu doğru! Onlardan öğrenebileceğimi öğrendim. Başka kadınlarla ilişkilerimde işime yaradı mı? Yaramadı tabii! Ama karakterlerimi bulmada ve inşa etmede çok yaradı, emin olabilirsin. Yaşanmayanın anlatılamayacağını durduk yerde mi söyledim?

Sırada ne gibi yeni projeler var?
Yeni başladığım bir roman var. Yavaş yavaş yazmaya başladığım bir hikâye kitabı da var. Portreler kitabı zamanını bekliyor. Başka projeler de var ama onlar henüz olgunlaşmadı. Önümüzdeki öğretim yılında üniversite devam edecek, yazı atölyeleri devam edecek. Gazete Kadıköy’de de yazmaya devam ederim herhalde. Televizyon, belli değil. Sürprizler? Onlara hiçbir zaman kapalı olmadım ki…

Karel Valansi
Şalom Dergi Temmuz-Ağustos 2016 Yaz özel sayısı


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri