Ana içeriğe atla

Türkiye demokrasi ve hukuk devleti olarak sınav verirken, AB dayanışmada sınıfta kaldı

15 Temmuz gecesi, cumhuriyet tarihinin önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Türkiye’nin hali hazırda birçok sorunu vardı ancak askeri bir darbe, çoğunluğun beklemediği, günümüzde bir çözüm seçeneği olarak var olmadığını düşündüğümüz, yeterince yaşanmış ve gerekli derslerin alındığı sanılan bir şeydi. Meğer bazıları için öyle değilmiş.
Türkiye uzun zamandır terör ile mücadele ediyor. Kürtlerle barış süreci rafa kalkmış PKK ile çatışmalar artmışken, Türkiye IŞİD’in de hedef tahtasına yerleşmişti. Tam yanı başındaki Suriye’de yaşanan savaşı artık her hücresinde hissediyordu. Toplumsal sıkıntılar da yaşanıyordu Türkiye’de. Kutuplaşma artmış, toplum bireyleri birbirine karşı daha katı, daha tahammülsüz olmuştu. Siz-biz ayrımı birçok konuda kendini gösterirken, gazeteler sudan sebeplerle birbirini öldüren, yaralayanlarla doluydu. Artan kadın cinayetleri ve çocuk tacizleri ise bu sosyal erozyonun diğer göstergeleriydi. Tüm bu karamsar tablonun üstüne geldi 15 Temmuz.
Darbe girişimi başladığı gibi kısa bir sürede püskürtüldü. Halk tarihi geriye sarmak istemiyordu. Bunu o gece sokaklara çıkarak, darbecilere karşı direnerek gösterdi. Tüm önde gelen siyasi partiler ve gruplar darbe girişimini sertçe kınadı. Birlik ruhu bu korkunç olayın ardından yeniden hayata geçmişti. Ancak bu sadece Türkiye’den görünen manzaraydı.

Askeri darbe, Avrupa’da pek rastlanmayan bir durum. Ancak bu darbe girişimini herkes kadar şaşkınlıkla karşılayan AB’nin ilk tepkileri, Türkiye’yi nasıl konumlandırdıklarını da gözler önüne serdi. Türkiye, sorunlarına rağmen demokratik geleneğe sahip, seküler, ekonomik ve askeri anlamda güçlü, NATO üyesi ve AB adayı bir ülkeydi. Tıpkı Fransa ve Almanya gibi terör saldırılarından muzdaripti. Ayrıca, Avrupa ile Orta Doğu arasında kalkan görev görüyor ve mülteci sorunu nedeniyle AB’nin gözünde önemi artıyordu.
15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi ile Türkiye Avrupalıların zihninde tüm bu özelliklerini kaybedip bir anda ‘Orta Doğu’nun karanlığına saplanmış herhangi bir ülkeye’ dönüşmüş olmalı ki, içlerinde saklı duran oryantalist dürtüler hemen harekete geçti. Türkiye’nin üstesinden geldiği olayın büyüklüğünü kavramaktan oldukça uzak, darbenin başarılı olması halinde Türkiye’de bir iç savaşın çıkabileceği ihtimalini ve sonuçlarının kendilerini de etkileyecek vahametini dahi düşünmeyerek, empatiden uzak bir söylem geliştirdiler. Korkunç bir felaketten sağ çıkan ülkenin içinden geçtiği durumu anlayamayarak seçilmiş hükümeti destekte geciktiler, onun yerine öneri ve eleştirilerini bir bir sıralamaya başladılar. Basında çıkan ama birkaç günde gündemden düşen idam tartışmalarına, hiç zaman kaybetmeden ellerindeki en güçlü tehdit olan “üyelik görüşmelerini durdururuz” ile karşılık verdiler.
Oysa önce bir geçmiş olsun deyip, dostluklarını ve desteklerini göstermeleri lazımdı. Düzenlenen ortak mitingler, toplantılar ve her gece Türk bayrağı altında birleşen kalabalıklara bakıp, her kötülükte bir şer vardır misali, uzun zamandan sonra ülkede hafifçe aralanan birlik penceresinin önemini fark edebilmeliydiler. Ülke bu büyük sıkıntıyı atlatmaya çalışırken verilen ‘destek’, kredi notunu düşürerek olmamalıydı. Elbette ki bu süreçte hataları olacak. AB istikrarsızlığa ve hukuksuzluğa geçit vermemek için, demokrasi ve insan haklarını korumak için elbette ki önerilerde bulunabilir, gerekli de. Ama her şeyin bir sırası var.
AB’nin bu tavrından akıllardaki önceliğin mülteci anlaşması olduğu anlaşılıyor. Son bir yılda yaşanan terör saldırıları ve ardından gelen darbe girişimi Türkiye’nin Suriyeli mülteci sorunu için bir çözüm olup olmayacağı konusundaki endişelerini arttırmış olmalı ki, bugünkü tepkilerini belirliyor. Bu hafta Türkiye’ye destek ziyaretleri başladı. Ancak meclisi bombalanan bir ülkeye dayanışmada bu kadar geç kalışları da not edildi. Türkiye demokrasi ve hukuk devleti olarak varlığını sürdürebilmek için sınavdayken, AB müttefikiyle dayanışmada sınıfta kaldı.
Öte yandan, Türkiye’nin otoriterleştiği, liberal demokrasiden uzaklaştığı iddiaları, doğru ya da değil, küresel bir eğilime de işaret ediyor. Öyle olmasa, Avrupa’da ardı ardına seçimlerde sağ partilerin oy oranlarını arttırması, ırkçı ve yabancı düşmanı söylemlerin çoğalması başka türlü nasıl açıklanabilir? Marine Le Pen’in Fransa’daki yükselişi, Trump’ın ABD’nin bir sonraki başkanı olma ihtimali, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararının ardındaki düşünce, Putin’in etki alanını arttırırken Avrupa’da önemli bir kesimin hayranlığını kazanması başka türlü nasıl izah edilebilir? AB Türkiye’ye mülteci gözlüğü ardından bakarken, AB üyesi ülkelerin Türkiye ile karşılaştırıldığında komik denilebilecek sayıda Suriyeli kabul etmesi nasıl anlatılabilir?
Bundan sonra ne olacak? AB’nin Türkiye’ye, Türkiye’nin de AB’ye ihtiyacı var. İlişkiler sıkıntılı bir şekilde devam edecektir. AB’nin yakın bir gelecekte Türkiye’yi üye olarak kabul etmeyeceği biliniyor. Sınırlarına dayanan mülteci krizi ile ne yapacağını bilemez halde iken ancak, Türkiye ile görüşmeleri hızlandırdığı da malum. Türkiye ise Suriye’nin yarattığı girdabın içine düşmemek için ekonomik ve güvenlik anlamında AB’ye tutunuyor. Ortak çıkarlar ilişkilerin devamını sağlarken, karşılıklı güvenin oldukça zedelendiği ortada. Batı’da Türkiye algısı olumsuzlaştıkça, Türkiye’de de başta ABD olmak üzere Batı karşıtlığının arttığını, darbe girişiminin ardında Batı’nın parmağını arayanların çoğaldığını not etmek gerekir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri