Ana içeriğe atla

Türkiye’nin dönüşümü ve AB desteğinin önemi

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden tam bir ay geçti. O gece tam olarak neler olduğunu, neler planlandığını henüz tam olarak bilmiyoruz. Açık kaynaklardan takip ettiğimizde ise birçok soru işareti ve birbiri ile çelişen açıklama ile karşı karşıya kalıyoruz. Başarısız bir darbe girişimi yaşayan Türkiye eski Türkiye değil artık. Daha önceleri ‘yeni’ diye anlatılan Yeni Türkiye de değil henüz. Bir dönüşümün ortasındayız. Ancak henüz yapılan bu değişikliklerin, bu büyük dönüşümün sonuçlarını kestirebilmek güç. Tüm bu olanların en iyisini getireceğini umuyoruz.
Kötü gün dostu olmak önemli denir hep. Dost bildiklerinden destek beklenir. Bu nedenle büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor ABD ve özellikle Avrupa’ya karşı. Yeterince hızlı ve kararlı bir biçimde Türkiye’nin yanında olmayan Batılı ülkeler, seçilmiş iktidarı desteklemedikleri için eleştiriliyorlar. Yakında ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Türkiye’yi ziyaret edecek. Birçoklarının aklına yerleşen, ABD’nin darbenin ardındaki güç olup olmadığı şüphesini gidermekten uzak bir görüşme olacaktır muhtemelen. Çünkü ABD’nin desteğini göstermede gecikmesinden daha önemlisi darbe girişiminin sorumlusu olarak gösterilen Gülen’in ABD’de ikamet etmeye devam ediyor olması. Bu durumun artık göz ardı edilecek bir hali yok. İlişkiler bu hassas dengede ilerlemeye çalışıyor.

Ankara hayal kırıklığını açık açık dile getirirken, ilk yurt dışı ziyareti için Erdoğan Rusya’yı ve Putin’i seçti. Bunu daha çok Batı’ya karşı, bu zor zamanında yanında olmamasına karşı bir tepki olarak okumak gerekir. Uçak krizinin ardından bu ilk yüz yüze görüşme Türkiye’nin sorun yaşadığı ülkelerle normalleşme adımlarının bir parçası aslında. Darbe girişimi öncesinde Türk dış politikası bir normalleşme programı içerisindeydi. İsrail ile normalleşme mutabakatında anlaşılmış, Rusya ile uçak krizinin ardından gelen özür ile yakınlaşma başlamıştı. Gözler bir diğer sorun yaşanan ülke Mısır’a çevrilmişti. Sırada Suriye’nin olduğu konuşuluyordu. Tüm bu ülkeler son dönemlerde Türkiye’nin ciddi anlamda sıkıntı yaşadığı ülkelerdi. Bu nedenlerle St. Petersburg ziyareti Batı’ya karşı bir tepki ile sınırlı çünkü istikrarsızlığın yaşandığı, terör örgütlerinin cirit attığı bir bölgeye komşu Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini söküp atma lüksü yok. Ayrıca NATO üyeliği Rusya’nın düşürülen uçağına karşı misilleme yapmaması dahil birçok konuda bir kalkan görevi görüyor Türkiye’ye. Bunu da unutmamak lazım.
Normalleşme çerçevesinde Rusya ile ilişkiler bir anda mükemmel olmayacak. Güven eksikliği Moskova’nın açıklamalarından açıkça anlaşılıyor. Üstelik ekonomik sıkıntı içindeki Rusya’nın Türkiye ile ilgili beklentileri daha çok bu alana yoğunlaşmış durumda. Birçok konuda işbirliğini hızlandırmak hatta seyahati seven Rusların uygun fiyatları nedeniyle yeniden Türkiye’ye yönelmesini de destekliyor. Ancak konu Suriye dahil bölgesel ve daha stratejik konulara gelince güven sorunu kendini gösterecektir. Ankara Suriye konusunda Moskova’nın çizgisine gelebilir mi? Rusya’nın bu seçeneği inandırıcı bulduğunu sanmıyorum. Ama Ankara bu konuda da bir zikzak çizer mi, o da belli olmaz.
Batı ile ilişkilerde de, tıpkı Rusya gibi, öne çıkan konu güven eksikliği. Türkiye’nin Batı’ya karşı olan hayal kırıklığını giderebilmek ve yeniden güven tesis etmek için Washington ve Brüksel’in biraz yaratıcı düşünmesi gerekiyor. Sopanın işe yaramadığı, havucun da görünmez hale geldiği bir ortamda, olmayan üyelik görüşmelerini durdururuz tehditleri veya NATO üyeliğini düşürürüz göz dağları yarardan çok zarar veriyor ilişkilere. ABD ile ilişkiler şu anki haliyle Gülen’in iadesi üzerine kilitlendi. AB’nin ise farklı ve yapıcı bir dil kullanması gerekiyor. Bu yapıcı dilin, AKP’nin ilk iktidar yıllarında ekonomik ve demokratik reform ve üyelik sürecini ateşlediğini göz önünde bulundurmak gerekir. Mülteci anlaşması ise ilişkilerde benzer bir dinamizmi kazandırmaya yetmedi.
AB aynı zamanda Brexit ile su yüzüne çıkmış iç sorunları ile boğuşuyor. Eskisi gibi bu sorunları geçiştirmek yerine yüzleşmek ve gerçek anlamda bir düzenlemeye gitmesi gerekiyor. Ekonomistler Euro’yu yeniden çekici kılacak avantajlar sağlanmalı ve ortak pazarın avantajlarını arttıracak reformlara gidilmeli diyorlar. Gözüme çarpan bir diğer sıkıntı ise daha önce Fransa örneğinde olduğu gibi üyeler arasında farklılık yaratılması. “Herkes eşit ama bazıları daha eşit” olmamalı. Bu üyelerin Birlik’e olan inancı hepten sarsabilir.
En önemli değişim ise üyelik konusunda yaşanabilir. Tam katılım yerine her ülkeye uyan yeni bir sisteme geçilebilir. Böylece ‘ya hep ya hiç’ seçeneği yerine bir orta yol bulunabilir, ülkeler “milli egemenliğimizi feda ediyoruz” gibi düşünmekten vazgeçebilir böylece. İngiltere’nin şikayeti de bu yöndeydi çünkü. İngiltere’nin çekilmesiyle ekonomik ve siyasi açıdan güç kaybeden AB’nin İngiltere için böyle bir çözüm üretmesi mümkün. Bu, Türkiye için de önemli bir avantaj olabilir. İngiltere düşünülerek hayata geçirilecek modüler bir üyelik sistemi, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatabilir. Önü tıkanan tam üyelik seçeneği yerine Türkiye, belli konularda yükümlülüğü bulunan bir üye olabilir. Bu üyeliğin ticari ve ekonomik işbirliği üzerinden kurulacağı öngörülebilir. Bu da AB-Türkiye ilişkilerine özlenen dinamizmi kazandırabilir. Bu tür bir gelişme yaşanabilirse, ilişkiler bugünkü gibi sadece mülteci konusuna indirgenmez, güvenlik, terör gibi konularda işbirliği arttırılırsa da güvenli bir temele oturur. Daha önce Türkiye’nin AB desteğiyle gerçekleştirdiği demokratik atılımlar göz önünde bulundurarak, bir dönüşüm içindeki Türkiye’den destek ve dostluk ellerini esirgememeleri, büyük bir değişimin içindeki Türkiye’nin demokratik değerlere sıkı sıkıya sarılmasını sağlayabilir.
Karel Valansi T24 17 Ağustos 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri