Yıllardır süren Suriye savaşı neden bitemiyor biliyor musunuz? Çünkü kimse bittikten sonra ortaya çıkacak hasarla yüzleşmek, ülkeden geriye kalan parçaları yeniden ayağa kaldırmakla uğraşmak, bu konuda sorumluluk almak istemiyor. Ve daha da önemlisi, kendisi kazanamasa dahi karşı tarafın yenilmesini istiyor. Oysa savaşlarda bir taraf yenilir, mesela savaşacak asker veya silah bulamaz, daha çok dayanan diğer taraf ise kazanır ya da sonsuz bir ateşkes ile savaş hali sonlanır. Ancak konu Suriye olunca durum farklı. ABD, Rusya, İran, Çin, Suudi Arabistan, Türkiye dahil birçok ülkenin işin içinde olduğu Suriye’de taraflar çok ve çıkarlar çatışırken yenilmeye kimsenin tahammülü yok. Bu nedenle sahada savaşanların ne parası, ne silahı, ne desteği, ne de bu bitmek bilmez savaşı sonlanabiliyor.
Gelin biraz geriye giderek bu savaşın neden bitmediğini baş aktörlerine bakarak inceleyelim.
Arap Baharı’nın ateşi Tunus, Mısır, Libya liderlerini kendi istekleri veya zorla yerlerinden ederken, Suriye’de durumun farklı bir seyir alacağını ilk başlarda ne Türkiye ne de Batı ülkeleri öngörebildi. Kolayca düşeceği düşünülen Esad, ülkenin bölünmesine, sınırların kaybolmasına, radikal gruplara yuva olmasına, dehşet verici sayıdaki ölü ve göçmen sayısına rağmen koltuğunu bırakmadı. Bu sonuçta en büyük pay ise Esad’ın üç dostunda yatıyor; İran, Rusya ve Çin. Esad’sız hiçbir müzakereyi kabul etmeyen Rusya ve Çin bir yana, ilk günden itibaren İran ve Hizbullah askeri güç, Rusya ise silah desteğini esirgemedi.
Birçok hatalı politikanın ardından önemli bir dönüm noktasına 2013’te Esad’ın halkına karşı -ABD’nin kırmızı çizgisi olan- kimyasal silah kullanması ile ulaşıldı. Ne olduysa da ondan sonra oldu. Obama, planladığı Esad’ı koltuğundan etmeyecek ancak kimyasal silah kullanımını cezalandıracak sınırlı müdahaleden, destek bulamadığı için geri adım atmak zorunda kaldı. Suriye ile imzalanan Rusya ve İran destekli ‘Suriye’nin kimyasal silahlardan arındırılması anlaşması’ diplomasinin zaferi olarak görülüyordu o zamanlar. Oysa bu sayede Rusya, İran ve Çin’in isteği olmuş, Esad kurtarılmıştı. Bu tarihten sonra Avrupa, Suriye konusunu kendi topraklarına kadar taşan terör ve mültecilere indirgemesiyle, Suriye için bir çözüm arayışında etkisiz eleman halini aldı. Çin ise doğrudan dahil olmadığı çatışmaları yakından takip ediyor, Orta Doğu’nun yeniden şekilleneceği bu savaş sonrası söz sahibi ülkelerden biri olarak boy göstermek istiyor.
Obama döneminde ABD’nin ‘dünyanın jandarmalığı’ görevinden istifa ettiğini açıklaması, her zaman Batı’nın çekincelerini kendi lehine kullanmayı başaran Rusya’nın Orta Doğu’ya muhteşem dönüşünü de duyurdu. Esad’ın baştan beri iddia ettiği teröre karşı savaş söylemi, Batı tarafından da kabul edilir oldu. Suriye’deki savaş cihatçı örgütlere karşı yürütülüyor görümüne girdikçe, Esad da yerini sağlamlaştırdı. Suriye’deki güç boşluğundan beslenen terör örgütlerinden El Kaide’nin bir uzantısı olarak kurulan ve güçlendikçe bu örgüte meydan okuyan IŞİD, Musul’u ele geçirerek herhangi bir radikal terör örgütü olmadığını ortaya koydu; kontrol ettiği, ordusu ile güvenliğini sağladığı toprağı, gelir elde ettiği ekonomisi ve kendisine bağlı bir nüfusu var. Gönüllü askerleri de IŞİD’in kazandığı zaferlerden etkilenen, sisteme isyan eden, kimlik sorunu yaşayan Avrupalı gençler oldu.
Suriye’de bir diğer dönüm noktası Rusya’nın geçen sene savaşa askeri olarak müdahil olmasıyla başladı. İlk günden beri Esad’a en büyük destek İran’dan gelmişti. Esad rejimi sayesinde Lübnan’daki Hizbullah’a silah ve maddi destek verebilen Tahran, bu yolla Orta Doğu’daki etkisini sürdürmek ve baş düşmanı olarak gördüğü İsrail’e Güney Lübnan’a yerleştirdiği binlerce füze ile karşı durmak istiyordu. Suriye aynı zamanda farklı tarafları destekleyen İran-Suudi Arabistan bölgesel güç rekabetinin savaş arenası haline de geldi. Tahran bu savaşı kaybetmemek için Esad’a askeri danışman temin etmekten çok daha fazlasını yaptı. Hizbullah uzun zamandır Suriye topraklarında savaşıyor.
Öte yandan Suriye’de rejim değişikliği için yola çıkanlar bugün ‘toprak bütünlüğü’ ve ‘geçiş dönemi Esad ile olsun’ noktasında birleşti. ABD’nin Cenevre 1 ve 2’ye katılmasını engellediği İran, nükleer anlaşma ile uluslararası sisteme geri dönerek Suriye’deki diplomatik çözümün ortağı haline geldi. İran’ın Orta Doğu’daki etki alanını arttırma isteği, Şii-Sünni rekabeti, İsrail tehdidi derken Suriye savaşının kaybedeni olmamak için Tahran, Rusya’nın askeri müdahalesini, Suriye’de kendi ağırlığının azalması pahasına destekledi.
Daha ilk günden Suriye’de çözümün içinde Esad’ın da olması gerektiğini söyleyen Rusya ise, ‘Esad’ın alternatifi El Kaide ve benzeri yapılardır’ diyerek siyasi çözüm arayışında Esad’ın elini güçlendirdi. İran ve Hizbullah’ın desteğine rağmen Esad güçlerinin yeterli gelmediğine inanan Rusya -Gürcistan ve Kırım örneklerinden aldığı özgüvenle- Suriye’deki savaşa askeri güç ve kurduğu kalıcı üsler ile dahil oldu. Rusya ABD için küresel tehditlerden biri olarak adlandırılırken, NATO zirvelerinin de başlıca konusu haline geldi. Rusya ise bu sırada en büyük hayali olan Akdeniz’e inip oraya yerleşti. Esad’ın korunması ve terörizm, İran ile ortak kaygıları olsa da, işbirlikleri Moskova’nın İran hava üssünü kullanmasına kadar varsa da, Rusya’nın ajandasında küresel bir güç olmak var. Orta Doğu’da söz sahibi olabilmek için de İran’ın aksine Sünni ülkeler ve İsrail ile ilişkileri iyi ve ABD ile ortak çalışabiliyor. Rusya başta sıcak denize bağlantısını korumak için bu savaşın kazanan tarafında olmak istiyor.
Ve Türkiye. Suriye’de rejim değişikliği önceliğini kaybettikçe politikasını sırf Esad’ın devrilmesi üzerine kurgulayan, ancak bir adım sonrası ile ilgili endişeleri giderecek net bir plan ortaya koyamayan Türkiye’ye tüm bu süreç boyunca baskılar arttı. Oysa Ankara, Suriye konusunun tüm sorumluluğunun bir anda üstüne kalabileceğinin bilincinde, denklemde Esad’ın nerede görüldüğünü, Esad sonrası güç boşluğunun nasıl doldurulacağını bilmek istiyordu. Öte yandan, ABD’nin uzun zaman sonra oluşturabildiği, ancak ağırlıklı olarak IŞİD üzerinden kurguladığı Suriye stratejisinde, Türkiye’nin isteksizliği YPG’nin yıldızının parlamasıyla sonuçlandı. ABD hava desteği verirken, IŞİD’e karşı girişilen savaşta ABD’nin kara gücünü Kürtler oluşturdu. Bu durumdan hoşnut olmayan ise Orta Doğu’nun lideri olma hedefinden yalnızlığa sürüklenen, “IŞİD’in güçlenmesine göz yumdu” iddialarının hedefindeki Türkiye oldu. O dönem dışta ABD’nin gözdesi YPG, içte popülaritesi seçim sonuçlarına yansıyan HDP vardı. Çözüm süreci ise çoktan terk edilmişti. 2015 yazında İncirlik anlaşmasıyla Batı’ya dönüş yapan Türkiye, askeri müdahalesinde beklenenin aksine IŞİD’I değil ağırlıkla PKK’yı hedefledi. Ankara’nın planı, YPG’ye alternatif yaratmak, Türkiye’nin hava desteğinde Sünni muhaliflerin kara gücü olarak devreye girmesiydi. Amaçsa Kürtlerin parlayan yıldızını söndürmekti, başarılı olamadı.
Türkiye bölgedeki yeni gerçeklere göre pozisyonunu ancak son dönemde değiştirmeyi başarabildi. İsrail ile başlayan normalleşme süreci Rusya ile devam etti. Bu sayede tüm tarafların ortak düşmanı olan IŞİD’e karşı Cerablus operasyonuna başladı. Ankara’nın operasyon kararını ateşleyen ise dış politikadaki değişim veya 15 Temmuz darbe girişimi değil, Menbiç’i alan Kürtlerden önce Cerablus’a ulaşabilmek isteğiydi. ABD’nin önceliği ise bambaşka; ana güvenlik tehdidi olarak gördüğü IŞİD’i yenebilmek için merkezini, Rakka’yı alabilmek. ‘Savaşları bitiren başkan’ olamayan Obama, ‘IŞİD’in kökünü kazıyan başkan’ olarak anılmak istiyordur muhtemelen. Bunun için de YPG’ye ihtiyacı var çünkü Türkiye’nin desteklediği ÖSO’nun bu konuda yeterli tecrübesi yok ve çok farklı gruplardan oluştuğu için koordinasyonu zor. YPG Menbiç’te güç kaybetse de hala ABD’nin gözdesi. Bu nedenle ABD Cerablus sonrası iki grup arasındaki çatışmayı engellemeye çalışıyor.
Öte yandan Cerablus’u terk edip kolay teslim eden IŞİD, Türkiye’yi Suriye bataklığının daha derinlerine çekmek istiyor olabilir. Ve Türkiye’nin korktuğu gibi, kontrol edemediği bir savaşın ortasında, Suriye’deki tüm askeri yük üstüne kalabilir.
Suriye savaşı yakın bir zamanda sona ermeyecek. Bunun sebebi sürekli silahla desteklenen taraflar, Suriye’deki güç boşluğunu kim dolduracak veya sınırlar nasıl çizilecek sorunları değil. Suriye savaşına taraf olan hiç bir ülke veya devlet dışı aktör Suriye’yi kurtarmak için savaşmıyor. Hepsi kendi çıkarlarını Suriye üzerinden elde etmeye çalışıyorlar. Buna kendi iktidarını daha küçük bir bölgede devam ettirmek isteyen Esad da, kantonları birleştirmek isteyen Kürtler de, kaybederlerse linç edilecekleri korkusuyla savaşan gruplar da, hayatta başka amaçları olmayan ve savaş biterse Türkiye dahil bir çok ülkeye dağılacak cihatçılar da, küresel hedeflerini gerçekleştirmek isteyen ülkeler de dahil.
Suriye’ye değen hiç kimse gerçek anlamda kazanmayacak. Ancak kaybeden çok uzun zamandır belli; evlerinden olan, dillerini bilmediği ülkelere dağılan, zor şartlarda hayata tutunmaya çalışan, özgürlük için hayatlarını feda etmeyi göze alan ve bu savaşta çok büyük kayıp veren Suriye halkı.
Karel Valansi T24, 3 Eylül 2016
Yorumlar