Ana içeriğe atla

Nefret, özgüven ve öfke



“1960’larda Virginia’da kadınsan işin zor. Ama bir de siyahiysen, Tanrı yardımcın olsun.
Geçtiğimiz kış vizyona giren Hidden Figures (Gizli Sayılar), Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki uzaya çıkma yarışında, NASA’nın elindeki gizli cevheri fark etmesi üzerine kurulu bir film. NASA’nın üç dâhisinin hem kadın hem de siyahi olmalarından dolayı yaşadıkları zorlukları, kararlılıkları, cesaretleri ve bazı açık görüşlü üstleri sayesinde aşmalarını anlatıyor. 1960’lar Virginia’sında geçen bu gerçek hayat hikâyesinde, normalleştirilmiş, fark bile edilmeden yapılan ırkçılığı, günlük hayatın her alanına yansıyan dışlanmayı ve ayrıştırmayı izleyenlerin canını acıtacak bir sadelikle aktarıyor film. Kadınların çalışabileceği alanlar belliyken, siyah-beyaz ayırımının, etiketlenmiş farklı kahve termoslarından, ofisin metrelerce uzağındaki tuvalete yapılan uzun yürüyüşlerle altı çiziliyor. Filmde bu üç kadın evlerinde, eğitim ve çalışma hayatlarında önlerine çıkarılan engelleri teker teker aşarken, aynı zamanda NASA içindeki siyah-beyaz ayrımının da bir bir yıkılmasına tanık oluyoruz. İzleyicisine çok gerilerde kalmış ve daha önemlisi yüzleşilmiş bir sorun gibi anlatılsa da, en nihayetinde bu şahane kadınlar birer istisna, ABD toplumundaki ırkçılık ise sadece üst cilanın kalitesinden çıplak gözle görünemez hale gelecek kadar gerileyebildi.
Günümüz Virginia’sında durum ırkçılık açısından pek de farklı değil. 
ABD’nin kurucularından, Bağımsızlık Bildirgesini kaleme alan Thomas Jefferson’un kurduğu Virginia Üniversitesinin bulunduğu Charlottesville’de geçtiğimiz hafta cuma akşamı, Amerikan iç savaşında köleliğin kaldırılmasına karşı çıkan General Robert E. Lee’nin heykelinin kaldırılması tartışması üzerine başlayan, ancak Lee’den çok ırkçı ve antisemit sloganların atıldığı meşaleli yürüyüş, cumartesi günü ‘Sağı Birleştirin’ adı altında Hıristiyan beyazların üstünlüğünü savunan, Nazi bayraklarını ellerinden eksik etmeyen ırkçı grupların gövde gösterisine dönüştü. Sosyal medya sayesinde bir araya gelen bu grupta ilk dikkat çeken, kimliklerini ve yüzlerini saklama ihtiyacı duymamalarıydı. Üniforma benzeri kıyafetler giyen, yaşları oldukça genç olanlar kadar, onları koruyan asker görünümlü silahlı kişilerin varlığı da tedirginlik vericiydi. Katılımcılara göre, benzer gösterilerin aksine, polisin iki grubu kesin bir barikatla ayırmaması olayları tırmandıran hataların başında geliyordu. Diğer dikkat çekense, tıpkı bir hafta sonra Barselona’da yaşanacağı gibi, radikalleşmiş sağcı grupların IŞİD’den esinlenerek, ırkçılık karşıtı göstericilerin arasına araç ile dalması oldu. Olaylarda bir kişi öldü, 19 kişi yaralandı, eyalette olağanüstü hal ilan edildi.
Amerikalılar, kendi ülkelerini ve tarihlerini istisnai ve özel görmeye meyilliler. Özgürlükler ve ‘Amerikan Rüyası’nın ülkesi, okyanuslarla çevrili doğal koruması sayesinde eski dünyayı yerle bir eden savaşları kendi topraklarında yaşamaktan kurtulmuş olsa da, derinlerde uyumaya yüz tutmuş kölelik geçmişi ve iç savaş tecrübesi, birbirinden farklı milletlerden oluşan bu ülkenin gerçeğini oluşturuyor.
Siyahi bir başkan seçmekle övünen ABD, hemen ardından ırkçılığa prim veren, seçmen tabanını elinde tutabilmek için bu tür olaylara adeta çanak tutan bir başkana geçiş yaparak, toplumun Hıristiyan beyaz üstünlüğünü savunan aşırı sağcılarını cesaretlendirdi. İnternet her ne kadar bu kişileri bir araya getirmede ve nefret söyleminin yayılmasında rol oynadıysa da, Trump’ın olaylar sonrası çok tartışılan açıklamalarında olduğu gibi, sert tepki verilmeyen, göz yumulan durumlarda yeniden dirilmesi an meselesi. II. Dünya Savaşı’ndan 70 yıl sonra, gösterilerde göze çarpan Hitler’in sözleri yazan t-shirtler, Nazi bayrakları, ırkçı sloganlar ise, aslında bir karış yol alamadığımızın en bariz göstergeleri.
Ülkeyi adeta Twitter’dan yöneten Trump bu olayda da, tıpkı geçtiğimiz mayıs ayında Portland’da Müslüman oldukları tahmin edilen iki kadını taciz eden ırkçının, kadınları korumaya çalışan iki kişiyi öldürmesinin ardından olduğu gibi, tepkide gecikti. Tepkisini dile getirdiğinde ise olaylardaki sorumluluğu her iki gruba paylaştırmayı uygun gördü ve Lee’nin Amerikan tarihinin bir parçası olduğunu savundu. Beyaz milliyetçi hareketin içinde yetişen, daha sonra yollarını ayıran R. Derek Black, New York Times için kaleme aldığı makalesinde, tıpkı Trump’ın yaptığı gibi beyaz üstünlüğünü savunanların Amerikan tarihini kendileriyle ilişkilendirdiklerini belirtiyor; “Irkçı değilim ancak Amerikan tarihi saygınlığını yitirmemeli, Lee’nin heykeli kaldırılmamalı.” Bu söylemi kabullenecek çok beyazın olduğunu da ekliyor.
Southern Poverty Hukuk Merkezi yöneticisi Richard Cohen’e göre Charlottesville’deki gösteri, bu grubun son 40 yılda gerçekleştirdiği en geniş katılımlı buluşma. Artan cesaretleri ve görünürlüklerinin nedeni ise siyasi ortam. Trump’ın verdiği dolaylı destek, beyaz üstünlüğü hareketinde önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Hareket, ilk kez siyasi destek görüyor, üstelik Amerikan başkanının ta kendisinden. Daha önce ırkçı görüşleri olduğu bilinen bir kişinin, başkan olduğunda değişebileceğini beklemek iyimserlik olurdu. Ancak makamını aşırı sağcı hareketten uzak tutamaması, Amerikan toplumunu içeriden parçalayabilir. Cepheler gittikçe belirginleşirken, asıl tehdit okyanus ötesinden değil, toplumun içinden güçlenerek gelebilir.
Karel Valansi, Şalom Gazetesi OBJEKTİF 23 Ağustos 2017 http://www.salom.com.tr/haber-104128-nefret_ozguven_ve_ofke.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri