2010 yılında Mavi Marmara ile başlayan kriz sonucunda Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler büyükelçiden ikinci kâtip seviyesine düşürülmüştü. 2014 yazındaki Gazze’de Hamas’a yönelik Koruyucu Hat Operasyonu ile ise ilişkiler yeni bir sıkıntılı döneme daha girmişti. Bu hassas zamanda göreve başlayan ve döneminin sonuna gelen İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen ile Türkiye-İsrail ilişkilerinin bugünü ve yarınını konuştuk
Türkiye’ye gelirken beklentileriniz ne yöndeydi ve nasıl sonuçlandı?
Kasım 2013’te görevim açıklandığında, iki ülke arasında normalleşme süreci başlamıştı. Ancak Gazze savaşının başlamasıyla her şey alt üst oldu. Birçokları büyük beklenti içine girmememi, ilk birkaç ayın zor geçebileceğini söyledi. Ancak İstanbul’a geldiğimde uyarılarının geçersiz olduğunu anladım. Birkaç görüşme talebim dışında, devlet veya kamu, hepsi hemen kabul edildi. Kabul edilmekle kalmadı, çoğunluğunda çok sıcak karşılandım. Böylece mevcut düşüncenin politik anlaşmazlıklar ile yumuşak güç olarak adlandırdığımız ekonomi, ticaret, kültür, akademi gibi ikili ilişkilerin geliştirilmesini ayırmak olduğunu fark ettim. En zor şartlarda bile konuşabilmemiz, haberleşme kanallarının açık olması bunu gösteriyordu. Bu durum beni cesaretlendirdi. Artan ticaret hacmi bu konuya iyi bir örnek.
Gerçekten de ticaret, tüm sıkıntılara rağmen büyümeye devam etti…
2010 ile 2014 yılları arasında ticaret hacmi 2,8 milyardan 5,6 milyar dolara yükseldi. Bu konuda çok düşündüm o dönem. Bu durum ikili ilişkilerin mevcut durumuna aykırıydı. Bence bunun iki nedeni var. Birincisi, iş adamlarının ve kamu sektörünün çıkarı. İkicisi ise, her iki tarafta da bir anlayış var; politik sorunlar çözülmesi gereken konular ama ilişkilerin sürdürülmesi gerekiyor.
Siz ve Sayın Eitan Na’eh son dönemde TV ve gazetelere birçok röportaj verdiniz, Türkçe makale de yayınlandı. Ancak genelde, İsrail’i şeytanlaştıran veya antisemit söylemler karşısında sessiz kaldığınızı gözlemledim. Bu bilinçli bir tercih miydi yoksa İsrail’de olup biteni anlatmak istediğinizde Türk basını kapıyı yüzünüze mi kapadı?
Öncelikle Türk basınının bizlere kapıyı kapatmadığını belirtmek isterim. Basın kuruluşlarının büyük çoğunluğu ile iyi ilişkilerimiz var. Her zaman röportaj vermek veya tepkide bulunmak gerekli, akıllıca veya kullanışlı değildir. Diplomaside özellikle Türkiye’de, arka planda çalışmak daha yararlı ve akıllıca. Biz bunu her gün yapıyoruz ve bu şekilde daha iyi sonuçlar aldığımıza inanıyorum. Amacımız iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirebilmek için sağlam bir temel oluşturmak. El Aksa veya Gazze konusu gibi iki ülke arasında sıkıntı yaratan bir konuyu ele alarak sadece bu tür konularla ilgilenebilirsiniz. Bu bir seçenek. Biz bunun yerine olumlu konuları öne çıkarmaya çalışıyoruz. Mesela kültürel etkinlikler organize ediyoruz. Üç yıldır süregelen ‘Sound Ports Tel Aviv-İstanbul’ gibi. İsrail’den konuşmacılar getiriyoruz, teknoloji ve inovasyon konularında seminerler düzenliyoruz. Ülkenin birçok şehrini geziyoruz. İki ülke ilişkilerinin potansiyelini göstermeye çalışıyoruz. Dönem dönem medyada çıkan olumsuz konulara odaklanmak yerine gerçekte İsrail’in nasıl olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bu tutumumuz Türk tarafından da takdir görüyor ve birçok konuda işbirliği yapmamızı sağlıyor. Medya aracılığı ile kavga etmekten çok daha iyi sonuçlar alıyoruz böylece. Bazen evet, tepki vermen gerekir ama genelde medyanın sorun çözmede her zaman iyi bir mecra olmadığını düşünüyorum. Na’eh ve benim verdiğim röportajlarda anlaşmazlıklardan bahsetmiyoruz, misilleme yapmaya çalışmıyoruz. Olumlu ajandayı geliştirmeye çalışıyoruz, her diplomatın yapması gerektiği gibi.
Bu soruyu sormamın sebebi, Türk halkının İsrail algısının pek iyi olmadığını düşünmem. Basının bu konuda önemli bir rolü var ve her gün İsrail veya Yahudilerle ilgili yeni bir komplo teorisiyle karşılaşıyoruz…
Bu konuda çok üzgün olduğumuzu, benim de şahsen çok üzgün olduğumu söyleyebilirim. Bir algı olduğu doğru. Algının bir şey, nüfusun çoğunluğunun gerçek duygularının ise başka bir şey olduğuna inanmak istiyorum. Bu konuda ancak kendi deneyimlerime dayanarak İsrail’e karşı tutumun olumlu olduğunu söyleyebilirim. İsrail’i tanıdıklarında, İsrail’i ziyaret ettiklerinde, İsraillilerle iş yaptıklarında, kültürel veya akademik işbirliği yaptıklarında İsrail’in gerçekte nasıl olduğunu tanıyorlar ve algı değişiyor. Bu benim inancım. Bu nedenle aklınıza gelebilecek her alanda İsrail’i tanıtmaya çalışıyoruz. Medyanın halk algısını oluşturmada büyük bir rolü var. İnanıyoruz ki bu gücü İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkileri geliştirmede, olumlu anlamda kullanabilir.
İki ülke ilişkileri açısından oldukça hassas bir dönemde göreve geldiniz. Normalleşme anlaşmasından bir yıl sonra ikili ilişkileri nasıl tanımlarsınız?
Yumuşak güç olarak tanımladığımız ekonomi, ticaret, yatırım, inovasyon, kültür, akademi, sivil toplum gibi konularda işbirliğimiz her gün büyüyor. Her iki taraf da bu konuda yapıcı. İki ülke halkının gelenek, tarih, coğrafi yakınlık ve kültürel benzerlikleri başarılı işbirlikleri kurulmasını kolaylaştırıyor. Yükselme trendinde olan ticaret hacmimiz var. Geçen sene sayılar biraz azaldı petrol fiyatlarından dolayı ancak miktar artmaya devam etti. Bu yıl ve önümüzdeki yıl önceliği inovasyona verdik. İnovasyon; high-tech, start-up, kuluçka merkezleri, tekno parklar, ve AR&GE’yi kapsıyor. Küresel dünyada başarılı olmak için gerekenler bunlar. Artık sadece almak ve satmak yeterli değil, bu konulara yatırım yapmak gerekiyor. Pırlanta sektöründe ciddi bir hareket var. Finansal servisler, kur değişimi, turizm gelişiyor. Uçuşlara bakın. Tel Aviv ile İstanbul arasında günde 14 uçuş var. Buna yaz aylarında Antalya, Marmaris ve Bodrum da ekleniyor.
İstihbarat ve askeri işbirlikleri ne durumda?
Adım adım gidiyoruz. Güveni yeniden sağlamak lazım, bunun için de zaman lazım. Birkaç ay önce Ankara’daki görüşmede her iki hükümetin aldığı ortak bir karar bu. Askeri ve stratejik konular zaman alır. Ancak yumuşak güçlerde çok hızlı ilerliyoruz. Mesela bütçemizin yüzde 30 ile 50’sini kültürel faaliyetlere ayırıyoruz. Bu alanda çok başarılıyız.
Yakın bir gelecekte doğal gaz anlaşması imzalanır mı?
İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinz temmuz ayında buradaydı ve Enerji Bakanı Berat Albayrak ile görüştüler. Türkiye’ye doğalgaz ihraç etme ve Leviathan’dan Türkiye’ye boru hattı kurma projesini görüştüler. Devlet Başkanı Şimon Peres’in Tevrat’tan aldığı bir söz vardır; “Kâhinlik ahmaklara verilir” diye. Bu nedenle kâhin olmaya çalışmayacağım, görüşmeler sürüyor.
El Aksa veya Gazze Türkiye ile İsrail arasındaki hassas konular. İki ülke ilişkilerinin geleceğini bu bağlamda nasıl görüyorsunuz?
Gazze konusunda Türk tarafını anlıyor ve Gazze’ye yardım yapma taleplerinde işbirliğinde bulunuyoruz. Türkiye Gazze’ye insani, tıbbi yardımda bulunuyor, inşaat malzemesi yolluyor. Türkiye’den yollanan yardımlarla ilgili işbirliği içindeyiz. Aşdod Limanına gelen malzemeler indirilerek kara yolu ile Kerem Şalom sınır kapısından Gazze’ye ulaştırılıyor. Gazze’ye yapılan yardımların çok yüksek bir oranı Türkiye’den geliyor. İsrail de bunun gerçekleşmesi için işbirliğinde bulunuyor. Bu durumun Hamas’a yapılan destekten ayırılması gerekir. Hamas’ın bir terör örgütü olduğunu uzun zamandır dile getiriyoruz. ABD, AB, Mısır ve son olarak Suudi Arabistan ve birçok farklı Ortadoğu ülkesi de aynı şeyi söylüyor. Hamas’ın İsrail’e bakışı değişmedi. Hâlâ 1987 tüzüğündeki ‘İsrail devletini yok etme’ maddesi duruyor. İsrail, Hamas ile olası bir çatışmanın Türkiye ile olan ilişkilerini etkilemesini istemiyor. İsrail’in Gazze halkı ile bir sorunu yok. Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi nerede olurlarsa olsunlar Filistin halkının temsilcisi. Bu bizim ve uluslararası toplumun pozisyonu. Hamas ile değil Filistin Yönetimi ile görüşülmelidir.
Esad ve Tahran’ın, İran’ın Suriye’deki askeri varlığını arttıracak uzun vadeli bir anlaşmaya varacakları söyleniyor. Öte yandan İsrail de son 20 yılın en büyük askeri tatbikatına başladı. Hizbullah ve İran ile savaş kapıda mı?
Umarız ki hayır. Her zaman hazırlıklı olmalıyız. Bundan vazgeçme lüksümüz yok. Askeri açıdan güçlenme, teknoloji, tatbikatlar ve diplomasi, çabalarımızın çoğunu oluşturuyor. İran ve Hizbullah’ın Suriye’de güçlenmesini istemiyoruz. Zaten Lübnan’ın kontrolünü ele geçirdi. Lübnan’ın İsrail ile sınırı var ve geçmişte Hizbullah ile savaştık. Bunun tekrarının olmasını istemiyoruz. Hele ki Suriye’nin İsrail ile sınırı olan bazı bölgelerde varlığı mevcutken. İran ve Ortadoğu’daki uzun kolu Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı ve etkisi gittikçe artıyor. Bunun İsrail’e oluşturduğu tehdit yüksek. Bu, Suriye konusundaki kırmızı çizgilerimizden bir tanesi. Bu durumun devam etmemesi için diplomatik anlamda büyük çaba harcıyoruz. Hizbullah İsrail’e yönelik en büyük askeri tehdit. 700 km mevziisi ile tüm İsrail’e ulaşabilen 100 bin füze ve roketi mevcut. Bunlarda aşağı yukarı yarısı kullanıma hazır. Oradaki birinin bunları İsrail’e yönelik kullanmaya karar vermesi ihtimaline karşı hazırlıklı olmalıyız. Uluslararası toplumdaki müttefiklerimizle İran’ın çevrelenmesi, kontrol edilmesi ve amaçlarına ulaşmasının engellenmesi konusunda çalışıyoruz. İran’ın bölgede hegemonyasını arttırmak istediği bir gerçek. Bölgedeki istikrarı bozan İran’ın bu amacına ulaşması Ortadoğu için büyük bir sorun oluşturur. İran konusunun uluslararası diplomatik masada kalması için çaba sarf ediyoruz ve bu konuda kendimizi lider görüyoruz.
Suriye, IŞİD veya Ortadoğu’daki farklı bir sorunla ilgili Türkiye ile İsrail’in bir işbirliği mevcut mu?
Bu konuda yorum yapmamayı tercih ederim. Bu konular çok hassas. Var olan veya olabilecek bir işbirliğini tehlikeye sokacak bir açıklama yapmamak daha doğru olur. Ancak şunu söyleyebilirim ki, İsrail’i coğrafi olarak Türkiye’den ayıran Suriye’dir. Suriye’deki duruma çözüm bulmak için herkes çabalıyor. Hem, İsrail ve Türkiye gibi ülkelerin güvenliği, hem de, bölgenin istikrarı için. Başka detaya girmeden konuya bu prensip çerçevesinde yaklaşılmalı.
İsrail’in İstanbul’da yaşayan Suriyeli çocuklar için bir teknoloji sınıfı açacağınızdan bahsetmiştiniz. Bu proje nasıl gidiyor?
Devam ediyor. Bazı bürokratik ve teknik konular var ama yakında açılacak, çalışmalar sürüyor.
Görevinizi teslim ederken, profesyonel anlamda geride ne bıraktığınızı söyleyebilirsiniz?
İlişkilerin çok kritik bir döneminde geldim. Normalleşme anlaşmasının imzalanmasını görecek kadar şanslıydım. Bu benim hayalimdi ve benim dönemimde gerçekleşeceğine inanıyordum. Son yıllarda yapmaya çalıştığım, normalleşme sonrası için güçlü bir altyapı kurmaktı. Hâlihazırda bunun meyvelerini görebiliyoruz ve bu sayede ilişkiler daha da gelişebilecek. Bu konuyla alakalı akla gelebilecek her sektörden kişiyle görüştüm, yerel yönetim başlamak üzere. Birçok şehrin valileri, belediyeleri, siyasi kişiler, basın mensupları, büyük şirket yöneticileri ile bir araya geldik. Ülkedeki en önemli kültürel enstitüler ile bağlantı halindeyiz. İstanbul içi ve dışı birçok üniversite ile görüştük. Tıp sektörü ile ilişkilerimizi geliştirdik. Bu yıl mayıs ayında gelmiş geçmiş en kalabalık ticari delegasyon İsrail’i ziyaret etti. TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi) ile ortaklaşa düzenledik. Türkiye’nin en önemli şirketlerini temsil eden 120 üst düzey iş adamı katıldı. Daha önceden bu güçlü altyapı kurulamamış olsaydı bu mümkün olamazdı. Buradaki görevim ile ilgili memnuniyetim bundan ileri geliyor. Umarım ki bu projeler yakın gelecekte de problem çıkmadan devam eder.
Türkiye ile ilgili en çok neyi özleyeceksiniz?
Birçok şey var ama en önemlisi burada edindiğim gerçek dostluklar. Birçok yerde bulundum, birçok ülkede görev aldım. Burada, Türk halkından benzersiz bir sıcaklık gördüm. Beraberimde bu iyi ve kişisel dostlukları da götürüyorum. Bu dostlukların oluşmuş olmasından mutluluk duyuyorum ve bu nedenle geri döndüğüm için üzgünüm. Misafirperverlik burada bir değer. İsrail’e dönerken dostlarımı arkada bırakıyorum, ancak biliyorum ki sonsuza kadar değil çünkü gelecekte de ilişkilerimiz devam edecek.
Karel Valansi, Şalom Gazetesi 20 Eylül 2017 http://www.salom.com.tr/haber-104343-amacimiz_iki_ulke__arasinda_saglam_bir__temel_olusturmak.html
Yorumlar