Herkes farkındaydı pazar günü gerçekleşen seçimlerin bir yerel seçimden çok daha fazlası olduğunu. Tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye seçimleri iktidarın bir güvenoyu yoklamasına dönüştü. CHP bundan birkaç ay öncesine kadar pek tanınmayan bir ismi İstanbul yarışına sokarken büyük bir kumar oynamıştı. AKP ise “İstanbul’u kaybedersek, Türkiye’yi kaybederiz” diyerek bahsi yükseltmişti. İktidar oyunu bildiği gibi oynamayı tercih etti, kazanmak için her yolu denedi. Muhalefet ise HDP’de de gördüğümüz tüm Türkiye’ye seslenen bir dil benimsedi. Asıl fark da burada başladı; kutuplaştırıcı – kapsayıcı söylem.
Bu seçimlerle siyasetin pozitif bir dil kullanılarak da yapılabildiğini, bir kesimi düşmanlaştırmadan da başarılı olunabileceğini hatırladık. Hatırladık diyorum çünkü uzun zamandır tanık olamıyorduk. Siyaset, kavga - gürültü - küfür - aşağılama ile eşanlamlı hale gelmişti. Sürekli kimlik, inanç, yaşam tarzı üzerinden farklı farklı gruplar ötekileştirmeye maruz kalıyordu. Önemli konular gündemde fazla yer almıyor ama sürekli anlamsız, rahatsız edici, yapay gündemler oluşturuluyordu. O tartışmalar sabun köpüğü gibi uçup gidiyordu belki ama yarattığı ağırlık ve sıkıntı bize miras kalıyordu. Ülkenin tam üstünde asılı duran bir gerginlik çemberi vardı sanki ve sürekli bizleri içine çekiyordu. Tıpkı güçlü bir hortum gibi. İstanbul’un rengi ise griydi.
Albert Camus’nün ‘Veba’ romanında bir sahne vardır. Hastalıktan kırılan ve karantina altına alınan şehirde gün ve gün ölümler artmaktadır. Pek bir kurtuluş şansı da görünmemektedir. Bir gün kahramanımız şehirden ayrılır. Kentten ve kasvetinden uzaklaşır ve maviliğe doğru yürür. Denizi görmesiyle birlikte yaşadığı öylesine yoğun bir rahatlama hissi vardır ki sanki ilerde gördüğü dalgalar sayfalardan dışarıya doğru taşar. Yazar kahramanına yaşattığı ferahlık hissini kelimeleriyle bizlere de ustalıkla aktarır. Bizler de tıpkı romanın kahramanı gibi kısa bir süreliğine romandaki Oran kentinin içinde bulunduğu veba salgınından ve ölümlerden uzaklaşmış hissederiz, rahatlarız ve derin bir nefes alırız.
Pazar günkü seçim sonuçları bu ferahlığı bir nebze olsun yaşattı. Değişimin mümkün olduğunu, yanlış giden şeylerin düzelebileceği umudunu doğurdu. İstanbul’un yeni Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bu umudun en önemli simgesi oldu. Ancak kendisinden beklenen çok fazla şey, seçim başarısına yüklenen çok fazla anlam var. Oysa İmamoğlu bir Süpermen değil. Bir şeyler iyiye gidecekse bunun için öncelikle birlik olmamız gerekir. Aksi taktirde yaşanacak hayal kırıklığı da bir o kadar büyük olur.
Takım tutar gibi siyasi parti tutmuyorum. Ucuz korkutmalara, vatan elden gidiyor tarzı yaklaşımlara beynim ve kalbim kapalı. Bir seçmen olarak dikkat ettiğim konular ülkemi ilgilendiren hayati konular. Adaletsizlik, hakların çiğnenmesi, demokrasiden, laik ve hukuk devletinden uzaklaşılması benim ana kaygılarım.
Ve itiraf edeyim özeniyorum. Güne hava durumuna bakarak başlayan, mahalle parkının salıncağını onarmaya vakti olan, bir yıl öncesinden tatil planı yapabilen, maddi-manevi önünü görebilen, geleceğinden bu denli endişe etmeyen tanıdıklarıma özeniyorum. Sokakta mutlu, güler yüzlü insanlar görmeyi, yavaşlamayı, bu kadar gerginlik altında yaşamaya bir dur demeyi istiyorum. Doğup büyüdüğüm İstanbul’um içinse artık gri bir şehir tanımlamasını kullanmak istemiyorum. Kuralsızlığın, saygısızlığın baş gösterdiği, her köşeden beton bir devin yükseldiği, nefes alacak yeşilliğin kalmadığı, plansız ve gittikçe çirkinleşen bir şehre dönüşsün istemiyorum.
Ülkede huzur ortamını sağlamalarını siyasetçilerden bekliyorum. Bunun için var olan önyargılarını yıkmalarını ve tüm Türkiye’yi kocaman bir aile olarak görmelerini istiyorum. Öyle bir Türkiye olmalı ki köken olmayacak, azınlık olmayacak, güvensizlik olmayacak, lafta değil gerçek anlamda eşit vatandaşlar olacak. Fena mı olur? Bence çok güzel olur.
Karel Valansi, Şalom Gazetesi OBJEKTİF 26 Haziran 2019 http://www.salom.com.tr/koseyazisi-111043-Istanbula_gri_degil_mavi_yakisir.html
Bu seçimlerle siyasetin pozitif bir dil kullanılarak da yapılabildiğini, bir kesimi düşmanlaştırmadan da başarılı olunabileceğini hatırladık. Hatırladık diyorum çünkü uzun zamandır tanık olamıyorduk. Siyaset, kavga - gürültü - küfür - aşağılama ile eşanlamlı hale gelmişti. Sürekli kimlik, inanç, yaşam tarzı üzerinden farklı farklı gruplar ötekileştirmeye maruz kalıyordu. Önemli konular gündemde fazla yer almıyor ama sürekli anlamsız, rahatsız edici, yapay gündemler oluşturuluyordu. O tartışmalar sabun köpüğü gibi uçup gidiyordu belki ama yarattığı ağırlık ve sıkıntı bize miras kalıyordu. Ülkenin tam üstünde asılı duran bir gerginlik çemberi vardı sanki ve sürekli bizleri içine çekiyordu. Tıpkı güçlü bir hortum gibi. İstanbul’un rengi ise griydi.
Albert Camus’nün ‘Veba’ romanında bir sahne vardır. Hastalıktan kırılan ve karantina altına alınan şehirde gün ve gün ölümler artmaktadır. Pek bir kurtuluş şansı da görünmemektedir. Bir gün kahramanımız şehirden ayrılır. Kentten ve kasvetinden uzaklaşır ve maviliğe doğru yürür. Denizi görmesiyle birlikte yaşadığı öylesine yoğun bir rahatlama hissi vardır ki sanki ilerde gördüğü dalgalar sayfalardan dışarıya doğru taşar. Yazar kahramanına yaşattığı ferahlık hissini kelimeleriyle bizlere de ustalıkla aktarır. Bizler de tıpkı romanın kahramanı gibi kısa bir süreliğine romandaki Oran kentinin içinde bulunduğu veba salgınından ve ölümlerden uzaklaşmış hissederiz, rahatlarız ve derin bir nefes alırız.
Pazar günkü seçim sonuçları bu ferahlığı bir nebze olsun yaşattı. Değişimin mümkün olduğunu, yanlış giden şeylerin düzelebileceği umudunu doğurdu. İstanbul’un yeni Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bu umudun en önemli simgesi oldu. Ancak kendisinden beklenen çok fazla şey, seçim başarısına yüklenen çok fazla anlam var. Oysa İmamoğlu bir Süpermen değil. Bir şeyler iyiye gidecekse bunun için öncelikle birlik olmamız gerekir. Aksi taktirde yaşanacak hayal kırıklığı da bir o kadar büyük olur.
Takım tutar gibi siyasi parti tutmuyorum. Ucuz korkutmalara, vatan elden gidiyor tarzı yaklaşımlara beynim ve kalbim kapalı. Bir seçmen olarak dikkat ettiğim konular ülkemi ilgilendiren hayati konular. Adaletsizlik, hakların çiğnenmesi, demokrasiden, laik ve hukuk devletinden uzaklaşılması benim ana kaygılarım.
Ve itiraf edeyim özeniyorum. Güne hava durumuna bakarak başlayan, mahalle parkının salıncağını onarmaya vakti olan, bir yıl öncesinden tatil planı yapabilen, maddi-manevi önünü görebilen, geleceğinden bu denli endişe etmeyen tanıdıklarıma özeniyorum. Sokakta mutlu, güler yüzlü insanlar görmeyi, yavaşlamayı, bu kadar gerginlik altında yaşamaya bir dur demeyi istiyorum. Doğup büyüdüğüm İstanbul’um içinse artık gri bir şehir tanımlamasını kullanmak istemiyorum. Kuralsızlığın, saygısızlığın baş gösterdiği, her köşeden beton bir devin yükseldiği, nefes alacak yeşilliğin kalmadığı, plansız ve gittikçe çirkinleşen bir şehre dönüşsün istemiyorum.
Ülkede huzur ortamını sağlamalarını siyasetçilerden bekliyorum. Bunun için var olan önyargılarını yıkmalarını ve tüm Türkiye’yi kocaman bir aile olarak görmelerini istiyorum. Öyle bir Türkiye olmalı ki köken olmayacak, azınlık olmayacak, güvensizlik olmayacak, lafta değil gerçek anlamda eşit vatandaşlar olacak. Fena mı olur? Bence çok güzel olur.
Karel Valansi, Şalom Gazetesi OBJEKTİF 26 Haziran 2019 http://www.salom.com.tr/koseyazisi-111043-Istanbula_gri_degil_mavi_yakisir.html
Yorumlar