Ana içeriğe atla

1 Temmuz'da ne olacak?

Netanyahu'nun tabanı olan sağ kanattan ilhak yönünde büyük bir baskı var ancak onun için yolsuzluk davaları ilhaktan daha öncelikli bir konu. Birçok konuda işler iyi giderken niye bu riski alsın?

Günümüzde dünyanın dikkati bir yandan Covid-19 ve George Floyd'un öldürülmesinin ardından yaşananlara, diğer yandan Suriye ve Libya'ya çevriliyken, Orta Doğu'da ilginç ve tehlikeli bazı gelişmeler yaşanıyor. Seçim vaatleri arasında sıkça Batı Şeria ve Ürdün Vadisi'nin bazı bölümlerinin İsrail'in egemenliğine ekleneceğini dile getiren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bugünlerde yaptığı açıklamalarla bu yolda ilerlediğini gösteriyor. Ve 1 Temmuz tarihi yaklaşırken bölgede endişe de giderek artıyor.

Biraz kaseti geri sararak neler olduğunu hatırlarsak, Trump her ABD Devlet Başkanı gibi göreve "İsrail - Filistin sorununu çözeceğim" diyerek başladı. Bir yandan 'Yüzyılın Anlaşması' hazırlanırken, bir yandan da tek taraflı kararlarla büyükelçiliğini Kudüs'e taşıdı, İran anlaşmasından ayrıldı, Golan Tepeleri'nde İsrail'in egemenliğini tanımak gibi tek taraflı kararlar alıp uyguladı. ABD'nin büyükelçiliğinin Tel Aviv'den Kudüs'e taşınacağının açıklaması, Filistin Yönetimi ile Washington arasındaki iplerin kopmasıyla sonuçlandı. Trump, Filistin tarafını görüşme masasına oturtabilmek için aldığı kararlarla sıkıştırmaya çalışırken, Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas planı dinlemeyi bile reddetti.

Bu sırada Yüzyılın Anlaşması uyarınca ortak bir İsrail - Amerikan komitesi kuruldu ve Batı Şeria'da haritalandırma çalışmasına başladılar. Öte yandan bir yılı aşkın bir süredir devam eden İsrail'deki siyasi kriz sona erdi ve Netanyahu - Gantz ortaklığında bir koalisyon kuruldu. Koalisyon anlaşmasına göre 1 Temmuz tarihinden itibaren ilhak konusu meclise taşınabilir yani bu konuda somut adımlar atılmaya başlanabilir. O yüzden 1 Temmuz tarihi yaklaştıkça açıklamalar, görüşmeler, uyarılar da artıyor.

Haritalandırma çalışmaları devam ettiği ve henüz açıklanmadığı için bu komisyonun nasıl bir paylaşım önerisi ile geleceğini şu an için bilmiyoruz. Elimizde somut bir veri yok ancak bu bir fırtınanın kopmasını engellemiyor.

İsrail'deki duruma bakacak olursak, bir fikir birliği yok ve bu plandan rahatsız olan bir çok farklı kesim var. Netanyahu'nun tabanı olan sağ kanattan ilhak yönünde büyük bir baskı var. Sağcılar genel olarak güvenlik tezini, solcular ise barış tezini kullanırlar. Ancak Rabin'in öldürülmesinin ardından düşüşe geçen solcular büyük ve kalabalık demokrasi ve ilhak karşıtı protestolara imza atsalar da mecliste güçlü bir sese sahip değiller. İsrail tıpkı dünyanın birçok yeri gibi daha da sağa kaymış durumda.

İlhakı destekleyenlerin ana argümanı Balfour Deklarasyonu ve San Remo Konferansı ile bu toprakların bir Yahudi yurduna bırakıldığı. Ayrıca Batı Şeria olarak bahsedilen alanların orijinal adlarının Judea ve Samarya olduğunu ve Yahudilerin bu topraklarla olan tarihsel bağlarını vurguluyorlar. Batı Şeria'da kurulacak bir Filistin Devleti'nin tıpkı Gazze gibi olacağını düşünenler de bir hayli fazla.

Bu gelişmelerden yerleşimcilerin memnun olacağı düşünülebilirdi ancak onlar kendi önerileri dinlenmediği, haritalandırmanın dışında bırakıldıkları için oldukça öfkeliler. Bir bölümü Yüzyılın Anlaşması'nın kendileri için kötü olduğunu düşünüyor ve Trump'ın aslında göründüğü gibi bir Yahudi dostu olmadığını dile getiriyorlar. Tepkilerinin asıl sebepleri ise yerleşimlerin genişlemesinin kısıtlanabileceği endişesi ve bir Filistin devletinin kurulmasını varoluşsal bir tehdit olarak görmeleri.

Koalisyon ortaklarına baktığımızda da bu konuda fikir ayrılıkları var. Netanyahu Batı Şeria'daki tüm Yahudi yerleşim birimlerinin İsrail egemenliği altına girmesini savunuyor. Savunma Bakanı Gantz, Dışişleri Bakanı Aşkenazi ise diyalogdan yana. Etzion, Maale Adumim, Ariel gibi büyük yerleşim yerleri için onay verebiliriz deseler bile bu kararların uluslararası koordinasyonla, sorumlu bir şekilde yapılması gerektiğini belirtiyorlar. Ekonomi Bakanı Amir Peretz de ilhak kararının sorumsuz bir davranış olacağını niteliyor. Bölgesel bir barış süreci olmalı derken, tek taraflı adımlardan yana olmadığı belirtiyor. Özellikle Ürdün ve normalleşme yaşanan Körfez ülkeleriyle ilişkilerin bozulmasından çekiniliyor.

Filistin Yönetimi ABD ve İsrail ile olan güvenlik ilişkisini sonlandırdığını açıkladı. Tabii açıklamakla uygulamak daha farklı. Ayrıca İsrail'in kendi adlarına vergi toplamasına izin vermeyeceklerini açıkladılar. Abbas tüm bu olanlardan ABD yönetimini suçluyor. Bu sırada İsrail ordusu 1 Temmuz sonrası olabileceklere karşı önlemlerini arttırıyor.

ABD'ye baktığımızda da farklı sesler yükseliyor. Kushner gelişmelerden pek memnun değil ve Arap tepkisinden endişe ediyor. Biden ilhak barış umutlarını söndürür diyor. Bu bir barış planı, ilhak planı değil diyerek tepki verenler bir hayli fazla. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da ABD'nin İsrail'in ilhakını tanıyacağını ama İsrail'in bir Filistin Devleti kurulacağı şartını kabul etmesi gerektiğini hatırlatıyor.

AB oldukça tepkili. Başta Fransa AB'nin ortak hareket ederek sert yaptırımlarla cevap vermesini istiyor. Online bir konferansa katılan Merkel diyalog ve iki devletli çözümden yanayız derken, Johnson böylesi bir kararın uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylüyor.

En çok çekinilen tepki Arap ülkelerininki. Washington'da Trump Yüzyılın Anlaşmasını açıklarken salonda Filistin tarafını temsilen kimse yoktu ancak Umman, Bahreyn ve BAE'nin büyükelçileri vardı. Özellikle onların verdiği açık desteğin tehlikeye atılması istenmiyor. BAE'nin ABD Büyükelçisi Yusuf Al Uteybe İsrail halkına doğrudan seslenerek - ki bu çok önemli bir ilk, önemli bir açılım - bir İsrail gazetesinde İbranice bir yazı kaleme aldı ve kısa İngilizce bir video hazırladı. İlhak durumunda tüm kazanımların, hem ilişkilerdeki normalleşmenin hem de dinler arası diyaloğun kaybedileceği konusunda uyardı. "İsrail'in bir fırsat olduğuna bir düşman olmadığına inanmak istiyoruz" diyor. Çok önemli sözler bunlar. Ürdün Kralı da tepkisini ABD kongre üyelerine yaptığı konuşmada ve Beyaz Saray'a yazdığı mektupla dile getirdi. İsrail'in böyle bir kararla bölgesel istikrarı riske soktuğunu belirtti. Durumu kontrol altına almak için Mossad Başkanı Yossi Cohen'in Mısır ve Ürdün dahil Arap liderlerle görüşme yapması bekleniyor.

Tüm bu açıklamalara rağmen İsrail'de bir kısım, Arap liderler böyle konuşuyor olabilirler ancak İran tehdidi mevcutken ABD ve İsrail ile ilişkilerini bozmazlar, diye düşünüyor. Oysa aynı durum İsrail için de geçerli. Arap ülkeleri dendiği gibi göze alamaz da İsrail göze alabilir mi?

Türkiye'ye gelirsek, son dönemlerde iki ülke arasında bir normalleşme olasılığı özellikle Türkiye tarafında bir hayli tartışılıyor. Türkiye ile İsrail'i ilgilendiren olumlu gelişmeler yaşanıyor olsa da, ilhak konusu gündemdeyken bu pek mümkün değil. İki ülke ilişkilerinde yeni bir dönem başlıyor demek için henüz erken. İlişkilerde olumlu bir gelişme doğru zaman ve siyasi idareyi bekliyor.

Tüm bu tepkiler ortadayken sorulması gereken ana soru Netanyahu bunu neden yapsın? Öncelikle var olan durumu korumak hem daha avantajlı hem daha kolay. Zaten bölgenin güvenliği İsrail'in kontrolünde. Trump başkanlığı tarihsel bir fırsat sunuyor ve Kasım'da bu fırsat penceresi kapanabilir diye düşünülüyor olabilir. Ancak diğer bir yönden bakılacak olunursa, Körfez ülkeleri ile ilişkilerini zorlaştırmak istemez, tüm dikkatlerin yeniden İsrail'in üzerinde olmasını da istemez. İran'a karşı oluşturulan bloğu veya Doğu Akdeniz'deki işbirliğini de tehlikeye atmak istemeyecektir. Hem komşuları hem ABD ve AB ile ilişkilerini germek istemeyecektir. Olası bir Trump sonrası döneme hazırlıklı girmek isteyecektir. Bir de unutmayalım ki Netanyahu için yolsuzluk davaları ilhaktan daha öncelikli bir konu.

Birçok konuda işler iyi giderken niye bu riski alsın? Bu nedenle ya ilhakı kabul edilebilir bir sınırda tutacak, ya zamana yayarak adımlar atacak, ya da unutulana veya etkisi azalana kadar erteleyecektir. 1 Temmuz'dan itibaren gelişmelerin ne yönde ilerleyeceğini hep birlikte takip edeceğiz.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri