İran’daki tartışmalı 2009 seçimlerinin ardından başlayan halk ayaklanması şiddetle bastırılırken, yeni Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad üzerinde beyaz laboratuvar önlüğü, gururla nükleer tesislerdeki gelişmeleri takip ediyor, basına bol bol fotoğraf vererek adeta İran’ın bu konudaki gücünü ilan ediyordu. Natanz Nükleer Tesisindeki santrifüj sayısı gün geçtikçe artarken, çalışmakta olanların da performansı yükseliyordu. Daha gelişmiş IR-2 santrifüjler ise denenmeye başlanmıştı. İran nükleer bir güç olma yolunda hızla ilerliyordu. Ancak bu durum uzun sürmedi.
2010 Haziran’ında ortaya çıkan bir bilgisayar solucanı o güne kadar bilinen ve siber güvenliği tehdit eden diğer virüs ve solucanlardan çok farklıydı. Girdiği bilgisayarları kullanılamaz hale getirmek veya bilgi çalmak yerine sadece hedef aldığı bilgisayara yönelen, flash drive ile yayılabilen, amacına ulaşana kadar sessizce sistemi sabote edebilen bu solucana verilen ad Stuxnet oldu.
İran’ın nükleer programına darbe vurmak için geliştirilen bu solucan Microsoft Windows’daki ilk gün açığını kullanarak ilerledi. Natanz Nükleer Tesisine ise İran’ın işbirliği yaptığı dört yüklenici firmanın bilgisayarına sızarak girdi. Yayılma şekli kadar siyasi kullanılış amacıyla da bir ilk olan Stuxnet, hedefine ulaşana kadar sessiz kaldı ve geçtiği bilgisayarlara zarar vermeden ilerledi. Santrifüjlerin motor hızını kontrol eden bilgisayar kartına ulaştığında ise görevini yerine getirmeye başladı ve santrifüjlerin çalışma hızını farklı aralıklarla değiştirdi. Stuxnet sistemi bozarken, santrifüjlerdeki sıkıntının nedeni uzun süre anlaşılamadı. Uranyum zenginleştirebilen santrifüjlerin sayısı azaldı ve beş ayda 4092’den 984’ü kullanılamaz hale geldi. İran’ın nükleer programını ciddi bir şekilde gerileten Stuxnet, adını siber güvenlik alanındaki çarpıcı gelişmelerin en başına yazdı.
Stuxnet’in karakteri, gereken teknik altyapı ve İran’ın nükleer çalışmalarını tehdit olarak gören ülkelerin motivasyonunu düşününce bu saldırının arkasında kimlerin olduğu konusunda güçlü tahminlerde bulunulabilir. Ancak siber saldırıların en önemli özelliği suçlu veya suçluları parmakla gösterebilecek kesin kanıtların bulunmasının o kadar da kolay olmaması.
Stuxnet saldırısının onuncu yılında Natanz’a yeniden bir saldırı yapıldığını duyunca akla ilk siber saldırı olasılığı geliyor. Geçtiğimiz aylarda İran ile İsrail arasındaki siber gerilim, İran’ın İsrail’in içme suyunu zehirleme denemesi ile yükselmişti. İsrail son anda önlediği saldırının ardından, İran bile bu kadar alçak olamaz, dese de sivil altyapının hedeflenmesinin kırmızı çizgisi olduğunu belirtmiş ve hemen ardından İran’ın önemli bir limanı düzenlenen siber saldırıyla bir süre işlem yapamaz hale getirmişti. Bu gelişmeler İran-İsrail çatışmasının Suriye topraklarından siber uzaya taşındığı yorumlarına sebep olmuştu.
Geçtiğimiz hafta İran’ın ana uranyum zenginleştirme tesisi Natanz’a yapılan saldırının tam detayları açıklanmamış olsa da bombalandığı düşünülüyor. Son on günde İran’da gerçekleşen yangın ve patlama gibi olaylar Tahran tarafından kaza olarak tanımlandı ancak birçok kişi arkasında İsrail ve ABD’nin olduğunu düşünüyor. Natanz saldırısı sonrasındaki çelişkili ifadeler ise Tahran’ın hazırlıksız yakalandığını ve nükleer programına önemli zarar verildiğini düşündürüyor.
Milli bir gurur kaynağı olan nükleer çalışmalarındaki bu zararı halka anlatması bir hayli zor. Ekonomik sıkıntıları ise bir hayli büyük. Nükleer çalışmalarını sakladığı gerekçesiyle artan bir uluslararası yalnızlığın içinde. Ağırlaşan yaptırımların dışında, Suriye gibi birçok ülkede girdiği askeri faaliyetlerin getirdiği yük de var. Ayrıca İran koronavirüsten ciddi etkilenen ülkelerin arasında yer alıyor.
Olağan şüphelilerin ilk sırasındaki İsrail, İran’daki her olay bizle bağlantılı değil dese de, İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engellemenin İsrail için en öncelikli konu olduğu ve bunu başarabilmek için her türlü yolu denediği biliniyor. Stuxnet bunun en önemli göstergesi.
Natanz saldırısı önemli bir istihbarat başarısı olarak tanımlanıyor. İsrail’in 2018 yılında Tahran’ın merkezindeki bir depoya girerek İran’ın nükleer programıyla ilgili belgeleri ele geçirebildiği düşününce, böylesi bir istihbarata sahip çok az ülke olduğu sonucu kolaylıkla çıkarılabilir.
Natanz’daki saldırı İran nükleer çalışmalarına doğrudan zarar verdiği için başların İsrail’e ve tabi ABD’ye dönmesi çok doğal. 2015 İran nükleer anlaşmasını eleştiren Trump sebebiyle ABD anlaşmadan 2018’de ayrılmıştı. Anlaşma ABD’siz devam ettirilmeye çalışılsa da Tahran koşulları ihlal etmeye başlamıştı.
Ekim’de süresi dolacak İran’a yönelik BM silah ambargosunun yenilenmesi isteğiyle Ortadoğu ziyaretine başlayan ABD'nin İran Özel Temsilcisi Brian Hook, aradığı desteği İsrail’de fazlasıyla buldu. Bu ziyaretinde Hook İran’ın nükleer silah elde etmesine izin verilmeyeceğini ve askeri çözümün masada olduğunu yeniden hatırlattı. Bu ziyaret ayrıca İran tehdidi konusunun Netanyahu hükümeti için süregelen ilhak tartışmalarının da önünde olduğunu gösterdi. 1 Temmuz son tarihi bir anda değiştiriliverdi.
Natanz saldırısının İran’ın nükleer çalışmalarını gerilettiği biliniyor. İran yeni bir strateji geliştirmek gerektiğini söylüyor. Bu konudaki ilk adımı önemli tesislerini yeraltına almayı hızlandırması olacaktır. Böylece nükleer çalışmaları olası saldırılardan daha korunaklı hale gelecek. İran bir cevap vermek zorunda hissediyor kendini. Bu konudaki ilk hedefi İsrail olacaktır. Sorumlu tuttuğu İsrail’e cevabını Suriye’de verebilir, nükleer çalışmalarını hedefleyebilir veya siber bir saldırı düzenleyebilir. Böylesi bir durumda yeniden sivil altyapıyı hedefleyebilir veya gözünü Dimona tesislerine çevirebilir.
Karel Valansi, OBJEKTİF, Şalom Gazetesi 8 Temmuz 2020 http://www.salom.com.tr/koseyazisi-115144-olagan_supheliler.html
Yorumlar