Ana içeriğe atla

Yollar ve kalpler ayrı

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşme ihtimali bu yıl içinde ikinci kez tartışmaya başlandı. Geçtiğimiz hafta Al Monitor, ismi belirtilmeyen kaynaklara dayanarak, iki ülke ilişkilerini normalleştirme çabası içinde Türk ve İsrail istihbarat şeflerinin gizli olarak görüştüklerini ifade ederken, bu hafta Mavi Vatan doktrininin mimarı emekli Tümamiral Cihat Yaycı Moshe Dayan Center’ın yayını Turkeyscope’a ve Israil Hayom gazetesine Türkiye ile İsrail arasında bir deniz yetki anlaşmasının gerekliliğini anlattı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevinden alındıktan sonra TSK’dan istifa eden Yaycı, istifasından önce de bu adımın gerekliliğini belirtmiş, ancak İsrail, Türkiye ile böyle bir  anlaşma yapacağı haberlerini zaman kaybetmeden reddetmişti. Bu konudaki son gelişme Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Pazartesi günü Doğu Akdeniz Çalıştayına bir video-mesaj gönderen cumhurbaşkanı -İsrail’in de aralarında bulunduğu- “Doğu Akdeniz'e kıyıdaş tüm bölge ülkelerinin ve Kıbrıs Türklerinin de yer alacağı bir konferans düzenlenmesi” önerisini yeniledi. 

Benzer olumlu bir hava bahar aylarında da yaşanmıştı. Koronavirüs krizinin ilk döneminde Türkiye’nin İsrail’e tıbbi yardım malzemesi satması, El-Al’ın13 yıl aradan sonra kargo uçuşlarına başlaması, İsrail Devletinin Twitter hesabından Türkiye ile ilişkilerini öven bir cevabın yayınlanması, İsrail’in Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi eleştiren bildiriye imza atmaması, İsrail eski dışişleri bakan yardımcısı ve Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine bir kitabı da bulunan Alon Liel’in Cumhuriyet gazetesindeki röportajı, İsrail'in Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Roey Gilad’ın Halimiz’e yazdığı yazı, Jerusalem Post gazetesinde Hizbullah’a karşı savaşta İsrail’in Türkiye’nin tecrübesinden yararlandığını konu alan haber sonrasında, özellikle Türk basınında İsrail ile ilişkilerin iyileşmesi olasılığı genelde olumlu ve gerekli bir adım olarak tartışılmaya başlanmıştı. Aynı dönemde, yine Al Monitor’dan, Fidan ve Cohen’in son on ay içinde en az iki kez görüştükleri haberini okumuştuk. 

Genellikle Türkiye tarafından dillendirilen normalleşme çabasının sebepleri ne olabilir diye baktığımızda ilk sırada akla gelen Ankara’nın özellikle Doğu Akdeniz’de yaşadığı yalnızlık ve sıkışma gösterilebilir. Buna ABD ve AB’den gelebilecek yaptırım kararları eklendiğinde, Türkiye’nin zamanında düşmanlaştırdığı dostlarını geri kazanmaya çalışması anlaşılır olur. 

İsrail daha önceleri Ankara’nın cepte bildiği, Türkiye ile ilişkilerini her zaman iyi tutmaya çalışan bir ülkeydi. Buna güvenen Ankara, İsrail ile sürüncemede kalan doğalgaz boru hattı anlaşmasını gerçekleştirerek hem enerji güvenliği sağlama alma hem de köprüleri attığı Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimini köşeye sıkıştırmayı planlıyor olmalı. Öte yandan Washington’un yolu İsrail’den geçer düşüncesi halen geçerliliğini koruyor gibi gözüküyor. 

Trump’ın desteğiyle CAATSA yaptırımlarından şimdilik kaçabilen Ankara, Biden ile aynı şansa sahip olamayacağının bilincinde. Obama’nın Türkiye ile İsrail’in ilişkilerini düzeltmek için ne kadar çaba harcadığı düşünüldüğünde, Biden’ın da iki ülke ilişkilerinin en azından normalleşmesini isteyeceğini de öngörebiliriz. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme çabası Biden yönetimine bir hazırlık olarak da değerlendirilebilir. 

Türkiye’nin İsrail’e yönelik en dikkat çeken davranışı ise, ülkede var olan antisemitizmi ve komplo teorilerini besleyen, yetkili ağızlardan dökülen sert ve düşmanca çıkışların son zamanlarda azalmış olması. Ekonomi ise iki ülkenin arasındaki anlaşmazlıktan en az yara alan sektör. İkili ilişkilerin felaket anı diyebileceğimiz Mavi Marmara olayından sonra dahi ticaret hacmi artarak devam etti. Bu da iki ülkenin ilişkilerinde siyaset ile ekonomiyi ayırt edebildiklerini, bunu başka alanlara da uygulayabileceklerini gösteriyor.

Biden yönetimi, ekonomi, enerji ve yalnızlık Türkiye’yi İsrail ile yeniden normalleşmeye itebilecek sebepler. Peki bu durumun karşı tarafta bir alıcısı var mı? İsrail eskisi gibi kolları açık Türkiye’yi beklemiyor. 2016’daki normalleşme doğalgaz anlaşması olasılığının tetiklediği bir gelişmeydi. O zaman bile İsrailli yetkililer maliyet olarak en uygun ve gerçekleşmesi en kolay olan Türkiye yolunun tek seçenekleri olmadığını belirtiyorlar, Kıbrıs Rum Kesimi ile ilişkileri geliştiriyorlardı. 

Öte yandan, İsrail’in yeni dostları var ve onları kaybetmek istemiyor. Doğalgaz kapasitesini siyasi bir kart olarak kullanan İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır, Filistin Yönetimi, Ürdün, İtalya ile ilişkilerini enerji üzerinden yeniden şekillendirdi. İran tehdidine karşı Körfez ülkeleriyle yapılan diplomatik açılım İsrail’in bölgesel bir aktör olarak önemini arttırdı. Bu ülkelerin çoğunluğuna bakıldığında Türkiye ile ilişkilerinin pek de iyi olmadığını söylemek mümkün. İsrail, Türkiye ile alenen yeni bir aşk-nefret ilişkisi başlatarak Yunanistan veya Birleşik Arap Emirliklerinin tepkisini çekmek istemeyecektir. 

Tüm bunlara ek olarak İsrail’in rahatsız olduğu başlıca üç konu var. Birincisi Ankara’nın Hamas’a verdiği açık destek ve Hamas liderlerinin Türkiye’de barındırılması ve ağırlanması. Normalleşme anlaşmasının maddelerinden biri de Hamas’ın Türkiye’deki aktivitelerinin sınırlandırılması, sadece siyasi faaliyetler yürütmesine izin verilmesiydi. Ancak İsrail Türkiye’nin Hamas üyelerine pasaport ve kimlik kartı verdiğini ve buradan İsrail’e yönelik terör saldırıları planladıklarını düşünüyor. 

İsrail’in rahatsız olduğu ikinci konu, Türkiye’nin Gazze’nin yanı sıra Doğu Kudüs’te etkisini arttırma çabaları. AKP’nin söyleminde Kudüs son yıllarda gittikçe önem kazanıyor. Aya Sofya’nın camiye dönüştürülmesinin ardından El Aksa’nın da kurtarılacağının söylenmesi bu duruma bir örnek. Türkiye’nin kendini Filistin davasının koruyucusu ilan etmesi, Filistinlileri İsrail’e karşı kışkırtma ve  ümmeti İsrail’e karşı birleştirme çabası olarak algılanıyor.

İsrail’in rahatsız olduğu üçüncü konu ise Türkiye’nin yeni bir İran’a dönüşme olasılığı. Türkiye’nin İran’dan sonra İsrail ve bölge istikrarı için bir tehdit olabileceği vurgulanıyor. Türkiye’nin dış politikası ideolojik, din ve mezhep temelli olarak görülüyor. Bu sene ilk defa İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Türkiye’yi “zorluk (challenge) listesine” ekledi. Rapora göre IDF, Türkiye ile doğrudan bir savaş çıkmasını beklemiyor ancak takip edilmesi gereken ülke ve lider olarak tanımlıyor. 

Türkiye’nin Orta Doğu ve Afrika’da artan varlığı, diyalog ve diplomasi yerine askeri güce öncelik veriyor oluşu, AB ve ABD ile ilişkilerini bozma uğruna adımlar atması, NATO’ya verdiği değer, Rusya ile karmaşık ilişkisi, ayrıca ülke içindeki kutuplaşma ve otoriterleşme Türkiye’yi İsrail’in gözünde öngörülebilir, güvenilebilir bir aktör olmaktan uzaklaştırıyor. 

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler geçen 12 yılda çok yara aldı. İlişkinin tamir edilmesi, güvenin yeniden tesis edilmesi, her iki halka aşılanan düşmanlığın giderilmesi gerekiyor. İki ülkenin tarihine baktığımızda bunlar istenirse aşılabilecek konular. Ancak öncelikle bu yönde siyasi bir irade gerekiyor. Her iki lider de pragmatik, fakat Netanyahu ve Erdoğan’ın birbirlerinden pek de haz etmedikleri malum. 

İki ülkenin ortak çıkarlarının bulunduğu ve işbirliği yapabileceği pek çok alan mevcut. İki ülkenin yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen diplomatik ilişkilerini hiçbir zaman kesmemiş olması, büyükelçilerin yokluğuna rağmen normal işleyişin devam etmesi, diyalog kapılarının her zaman açık olması, insani konularda ve afet durumlarında birbirlerine destek olmaları ve son yıllarda ilişkilerdeki tüm çalkantıya rağmen karşılıklı ticaret hacmini artmış olması, ikili ilişkilerin geleceğine yönelik umutları canlı tutuyor. Ancak tüm bu olumlu yönlere rağmen kısa vadede ilişkilerde gerçek anlamda bir normalleşmenin olması şu anki konjonktürde bir hayli güç.


Karel Valansi, OBJEKTİF, Şalom Gazetesi 9 Aralık 2020

 https://www.salom.com.tr/koseyazisi-116801-yollar_ve_kalpler_ayri.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri