Ana içeriğe atla

Trump'tan sonra, Biden'dan önce

Siyasi bir geçmişi olmayan, bir emlak imparatorluğu kurup batırdıktan sonra yeniden yükselmiş bir iş adamı. Daha çok çapkınlıkları, evlilikleri ve sunuculuğunu üstlendiği yarışma programıyla anılan Donald Trump'ın ABD başkanı seçilmesi başlı başına bir sürprizdi. İlk günden bir öngörülememe durumu, bilinmezlik ve oyunu kuralına göre değil kendi bildiği gibi oynama hâli mevcuttu.

Kurulu düzene karşı çıkanların öfke oylarıyla seçilen Trump, siyaset dünyasında yeni bir isimdi. Seçim vaatlerinin yanı sıra bir iş adamı gibi davranacağı, elindeki tüm gücü ve cebindeki tüm numaraları kullanarak kârlı anlaşmaların peşinden koşacağı öngörülebilirdi. İsrail Dışişleri Bakanlığının o dönemki raporu Trump'ın Orta Doğu'ya bakışını şöyle özetliyordu; "Trump, Orta Doğu'yu akıllı bir yatırım olarak görmüyor. ABD'nin bölgedeki müdahale hacmini azaltacaktır".

Bu durum, ABD'nin bölge politikasında bir yenilik değildi aslında. Selefi Obama da her soruna askeri bir çözüm üretmekten kaçındı. Daha da önemlisi her sorunu mutlaka ABD'nin halletmesi gerektiğine dair algıyı yıktı. Amerikan çıkarlarını merkeze alan bir yaklaşım belirledi. Gelecek Asya'da şekilleniyordu, Çin yükselen önemli bir güçtü, ama ABD Orta Doğu'dan paçasını bir türlü kurtaramıyordu. Rusya'nın bölgeye dönüşüyle her şeye müdahale etmek zorunda kalmayan ABD, o dönemde de askerlerini bölgeden çekmek istiyor, bunun için Ankara'nın itirazlarına rağmen kara gücü olarak YPG/PYD'ye güveniyordu.

Trump, bu açılardan Obama'nın dış politika çizgisinden pek sapmadı. Ancak söylemini sertleştirdi, daha sivri açıklamalar yaptı, nezaketi ve diplomasi kurallarını altüst etti. ABD dış politikasını Trump'ın Twitter mesajlarından takip etmeye başladığımızı da eklemek gerek. Çoğu zaman Amerikan kurumlarıyla çatıştı, birçok önemli karar Trump'a rağmen alınmaya çalışıldı. Bunu ABD'nin hem Türkiye, hem Rusya ile ilişkilerde, hem de Suriye'den çekilme çabalarında görüyoruz.

Trump Obama'dan bir gül bahçesi devralmamıştı. Obama döneminde, özellikle Arap isyanları zamanında, ABD'ye karşı bölge güçlerinin güveni zedelendi ve İran nükleer anlaşmasının ardından kendi başlarının çaresine bakmanın yollarını bulmaya çalıştılar. Bölgesel ittifakların tohumları o zamandan atılmaya başlandı. İstikrarsızlık ve güç boşluğu Orta Doğu'yu tanımlarken, sınırları kaybolmuş ülkeler, devlet dışı aktörler, terör, göç, mülteci akını ile Orta Doğu'da yaşananlar çok daha geniş bir coğrafyayı etkisi altına almıştı.

Obama kendi başarı hikâyesini İran nükleer anlaşması üzerinden kurmaya çalışırken, Trump'ın ilk yaptığı bu anlaşmadan çekilerek diyalog değil baskı ile daha iyisini yapacağını söylemek oldu. Trump İran'a yönelik yaptırımları arttırarak yeni bir anlaşmaya varma hedefinde başarısız oldu. Hiçbir tarafın askeri bir çatışmayı tercih etmemesi olası bir savaşı engellemiş olsa da, başta Körfez ülkeleri ve İsrail bu gerginliği sürekli enselerinde hissettiler.

Tek farkları bu değildi. "Önce Amerika" diyen Trump, başkanlığı boyunca küreselleşme karşıtı bir duruş sergiledi, İran tehdidine odaklandı, Çin ile ticaret savaşını tercih etti. Ülke ilişkilerini diplomasiden kişisel dostluklara indirgedi. Böylece kurumsal ilişkiler zayıfladı, otokratik liderlere alan açıldı. Uluslararası kurumlar kadar ABD'nin ittifaklarını da zayıflattı. NATO'nun geleceğini sorgulattı, transatlantik ilişkiler kadar Avrupa Birliği projesini de küçümsedi. Konuların özüne baktığımızda Trump birçok konuda Obama'dan hatta bazen Bush'tan farklı değildi. NATO'nun yükünün ABD'nin omuzlarında olduğu ve ekonomik bir başarı öyküsü olan başta Almanya ve diğer AB ülkelerinin bu yükü paylaşmaya yanaşmadığı daha önceki yönetimlerin de eleştirisiydi. Ancak hiçbiri söylemleriyle ilişkileri bu raddeye sürüklememişti.

Trump döneminin en önemli özelliği ne derseniz, risk almak derim. Daha önce hiçbir başkanın yeltenmediği konularda risk aldı, farklı düşündü, ve ne olursa olsun bir anlaşmaya varmayı amaçladı. Trump özellikle Orta Doğu'da yeni bir oyun kurdu, var olan parametreleri değiştirdi. Biden bu yeni sahada oyuna girecek ve bir çok adımı geri alamayacak.

Amerikan askerlerini eve geri getireceğim dedi ve bunu büyük ölçüde başardı. Buna bir örnek Afganistan. Varılan anlaşma ülkenin hassas ve kırılgan durumunu değiştirmeye yetmedi. Trump Amerikan askerlerini çekmek için bir mazeret yaratmış oldu, ancak Afgan hükümeti Taliban'a karşı önemli bir kozunu kaybetti. Bu konuda Suriye örneği de verilebilir.

Trump, Amerikan varlığını gereksiz gördüğü yerlerden çekerken, Amerikan askerlerinin dahil olacağı yeni bir dış müdahaleden de çekindi. Ülke sınırlarını vurguladı ve onların korunmasına önem verdi. ABD'nin dünyanın kurtarıcısı olmak zorunda olmadığını çok daha yüksek bir sesle dile getirdi. Kendi çıkarlarını ve kendi savunmasını sağlamayı, bağlı bulunduğu ittifakların üzerinde gördü.

Trump Kuzey Kore konusunda da risk aldı. Obama 2017 yılında görevi devrederken Kuzey Kore ve nükleer programının sıkıntılı bir konu olduğunu özellikle belirtmişti. Trump ise kimseyi dinlemeden konunun üzerine gitti ve "Küçük roket adam" diye tanımladığı Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un ile bir açılım başlattı, Kuzey Kore'ye ayak basan görevdeki ilk ABD Başkanı olarak tarihe geçti (Jimmy Carter 1994 yılında devlet başkanlığı görevinin ardından ülkeyi ziyaret etmişti). Anlaşma konusunda ise başarıya ulaşamadı.

Orta Doğu'da ise, tüm sorunların kaynağı İsrail'dir düşüncesi kadar, İsrail ile ilişkiler Filistinliler ile yapacağı barışa bağlıdır düşüncesini de yerle bir etti. 2020'de dört Arap ülke ardı ardına İsrail ile diplomatik ilişkiler başlattı. ABD'ye yönelik var olan güvensizliğe Aramco saldırısı sonrasında Washington'un tutumu eklendiğinde, Arap ülkeleri bölgenin askeri gücü İsrail'e yakınlaştı.

Katar ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi ise Trump yönetiminin giderayak yaptığı son diplomatik adım oldu. ABD-Türkiye ilişkileri ise bu dönemde çok yara aldı. Her ne kadar iki liderin dostluğu her şeyi iyiymiş gibi gösterse de, Trump sonrası ilişkileri tamir etmek için Ankara'nın çok çaba harcaması gerekecek. S-400 konusu ise listenin en başında bulunuyor.

Trump ardında kutuplaşmış bir ülke, kurumları zarar görmüş bir demokrasi, aşırı sağ ve beyaz üstünlüğünü savunan grupların görünür olduğu, pandemiyi kötü yönetmiş ve ekonomik sorunlarını çözmesi gereken bir ABD bırakıyor. Trump önemli bir miktar oy alarak kaybetti. Bu da etkisi ve Trumpizm denen akımın gücünden pek bir şey kaybetmediğini gösteriyor. Ancak çarşamba günü Washington'dan dünyaya yayılan görüntüler Trump modelinin çürümüşlüğünü gözler önüne serdi. Trump'ın demokrasiye ve ABD modeline verdiği zarar ortada. Biden'ın her şeyden önce ülke içindeki bu ciddi sorunlara odaklanması gerekecek.

Dış politikaya sıra geldiğinde ise, Biden yönetiminin Trump fırtınasından sonra dengeleyici, durumu toparlayıcı bir rolü olacak. Son dört senede oluşan hasarı düzeltmeye çalışacak. Transatlantik ilişkileri yeniden güçlendirmeye çalışacağını, NATO ve diğer uluslararası kurum ve anlaşmalara daha yapıcı yaklaşacağını söyleyebiliriz. Konu Orta Doğu olduğunda, İran ile yeni bir diyalog kapısı açmaya çalışacak. Trump'ın Kudüs veya Golan kararlarından geri adım atmayacak olsa da, İsrail'e Trump gibi açık çek vermeyecek. Yapılan diplomatik açılımları onaylasa da Araplara İsrail ile diplomatik ilişkileri pazarlamayacak. Türkiye konusunda ise, Biden Ankara'yı tamamen kaybetmek istemeyeceği için farklı yaklaşımlar deneyebilir ve benzer bir çabayı Türkiye'den de isteyebilir.

Karel Valansi, T24, 8 Ocak 2021 https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/trump-tan-sonra-biden-dan-once,29364

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri