Ana içeriğe atla

Biden'ın Filistin başlığı II

Bir önceki yazıda ABD'nin yeni Başkanı Joe Biden'ın ana önceliğinin Orta Doğu olmadığını, ancak gelişmelerin onu daha önceki başkanlar gibi bölgeye döndürebileceğinden söz etmiş ve İran tehdidinin İsrail ile ilişkilerini belirlemede önemli rol oynayacağından bahsetmiştim. Biden'ın ayrıca, Donald Trump'ın tercih ettiği baskı ve cezalandırma politikasından vazgeçip Filistinlilerle yakınlaşacağı ve iki devletli çözüme odaklanacağını belirtmiştim. İki devletli çözüme ulaşmak pek de mümkün olmasa da, bu konuda İsrail ile Filistinliler arasındaki ilişkilerde bir normalleşme, en azından bir diyalogun başlatılmasını isteyeceğini, fakat buna Obama/Kerry kadar siyasi sermaye, enerji ve zaman harcamayacağını söylemiştim.

İran ve Filistin meselesine farklı yaklaşmak istese de, Biden'ın Trump'ın bölgede kurduğu yeni düzenden, oluşturduğu yeni parametrelerden ilerleyeceğini ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın İsrail'in başkenti olarak Kudüs'ü tanıdığını ve tanımaya devam edeceğini açıklaması, Golan'da İsrail'in hakimiyetini tanımaya devam edeceğini ve İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sağlayan İbrahim Anlaşmalarının devamını desteklediğini açıklamasından da anlıyoruz. Blinken ayrıca CNN'de katıldığı bir programda, "Doğu Kudüs'ün kurulacak Filistin devletinin başkenti olması fikrine destek veriyor musunuz?" sorusuna ise açık bir cevap vermekten çekinmiş ve iki tarafın karşılıklı görüşerek bu konularda karara varması gerektiğini belirtmişti.

Filistin Yönetimi her ne kadar Trump ile fırtınalı bir dört yıldan sonra Biden yönetimine daha olumlu yaklaşsa da, ABD'nin bu konuda tek arabulucu olması fikrine karşı çıktığını daha çok dile getiriyor. Filistin Yönetimi Başbakanı Muhammed Iştiyye bir çok farklı ortamda bu düşüncesini belirtiyor. En son France24'te yayınlanan röportajında ABD'nin yanı sıra Ürdün, Mısır, Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin'in de konuya müdahil olmasını istedi. Bu sayede uzun zamandır gündemden düşmüş olan Filistin sorununu yeniden uluslararası gündemin ön sıralarına taşımak isterken, aynı zamanda özellikle Çin'e bu konuda göz kırpıyor.

ABD'nin rakibi Çin son yıllarda ekonomik ve diplomatik olarak Orta Doğu'da daha çok sözü geçen önemli bir büyük olarak karşımıza çıkıyor. Çin'in BMGK daimi üyesi olması, aralarındaki yapıcı diyalog ve ABD'nin aksine konuya daha tarafsız yaklaşması Filistinlilerin dikkatlerini bu yöne çevirdi. Çin'in iki devletli çözüme yönelik önerdiği 2017 barış planı önerisi de Pekin'in konuya ilgisiz olmadığını gösteriyor.

Filistin Yönetimi aynı zamanda ABD ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açmayı amaçlıyor. Bu hedefle, Trump dönemindeki Amerikan politikalarına tepki olarak dondurduğu İsrail ile insani ve güvenlik işbirliğine geri döndü, İsrail'in adına topladığı vergi gelirlerini kabul etmeye başladı. Filistin Yönetimi ayrıca İsrail ile normalleşme anlaşmasına tepki olarak Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'den çektiği elçilerini görevlerine iade etti. En önemlisi ise İsrail'e yönelik terör eylemi gerçekleştiren Filistinlilerin ailelerine ödeme yapan sistemin revize edileceğini Filistinli Hükümlüler Heyeti Başkanı Kadri Ebu Bekr, New York Times'a açıkladı.

Trump'ın "Pay for slay" (öldürmek için ödeme) olarak adlandırdığı sistem 2004 yılından beri yürürlükte. 2004'te Filistin Yönetimi, İsrail'e yönelik terör suçu nedeniyle hüküm giymiş terörist ve ailelerine maaş bağlanmasını kanunlaştırmış ve 2010 yılından itibaren e İsrail hapishanelerinde terör nedeniyle tutulan her Filistinliye eylemin şiddetine göre tazminat miktarı belirlemeye başlamıştı. Buna göre hapishanede kalma süreleri yani suçun şiddeti, ödeme miktarını da arttırıyor.

Bazıları bu durumu sosyal yardım ve İsrail'in terör suçu işleyen Filistinlilerin evini yıkmasına karşılık yapıldığını savunuyor. Karşı düşüncedekiler ise, bu ödemelerin İsrail'e yönelik terör eylemlerini teşvik ettiğini ve Filistin Yönetiminin bu politikasının taraf olduğu Oslo Anlaşmalarının terör ve şiddeti engelleme maddesi ile çeliştiğini söylüyor.

Filistin Yönetimi ABD ile yeni bir başlangıç yapmak için bu konunun bir çözüme kavuşturması gerektiğinin bilincinde. Öte yandan onlarca yıldır yapılan bu ödemenin kesilmesi Filistin halkını öfkelendirebilir. Ödemeler Filistin davası adına yapılan bir "fedakarlığın" karşılığı olarak sunulmuştu. Bu algının yerleşmiş olması doğacak öfkenin birinci nedeni. Ekonomik sorunlar yaşayan Filistin halkının belli bir kesiminin bu gelirden mahrum olmasının yaratacağı rahatsızlık ise ikinci nedeni.

Bu uygulamanın devam etmesi ABD'nin Filistinlilere mali yardım yapmasının veya Washington'da Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ofisinin yeniden açılmasının önündeki en büyük engel. 1987 yılında Amerikan Kongresi, FKÖ'nün terör örgütü olarak kabul edilmiş olmasından dolayı, ülkede ofis açmasını engelleyen bir karar almıştı. Ancak o tarihten itibaren her başkan bu yasayı altı aylık periyodlarla ertelemişti. Trump ise bu yasaları geçirdi. 2018 yılındaki Taylor's Act ise, Filistin Yönetimine bu uygulamadan vazgeçmediği sürece Amerikan yardımı verilmeyeceğini belirtiyor. 2019'da İsrail benzer bir karar ile teröristlere ödenen miktar kadarını Filistinliler adına topladığı vergi gelirlerinden kesmeye başlamıştı. Filistin Yönetimi Başbakanı Muhammed Iştiyye, bu konuda Biden ile görüşmeleri takip edecek özel bir heyet kurdu. Bu konunun İsrail ile değil ABD ile aralarında çözüme kavuşturulmasını ve halkın olası öfkesini bu sayede kontrol edebilmeyi amaçlıyor.

Bu sırada Filistin Yönetimi 15 yıl aradan sonra ilk kez seçim kararı aldı. Buna göre 22 Mayıs'ta milletvekili, 31 Temmuz'da ise devlet başkanlığı seçimi yapılacak. Halen görevde olan Mahmud Abbas 2005 yılında 4 yıllığına devlet başkanlığına seçilmişti. Seçimlerin siyasi bölünmüşlüğü sona erdirmesi umut ediliyor. Öte yandan seçimler hem Abbas'ın lideri olduğu El Fetih hem de Hamas için risk taşımakta. Batı Şeria'da ve Gazze'de yönetimi ellinde tutan bu iki gruba yönelik halkın rahatsızlığı artmış, özellikle ekonomik sorunlar bir çok protesto gösterisine sebep olmuştu. Gazze'de Hamas'tan sonra ikinci önemli güç olan İslami Cihat ise Oslo Anlaşmalarını tanımadığını belirterek seçimlere katılmayacağını açıkladı.

Bu sırada Mısır, İsrail ile Filistinliler arasındaki görüşmelerde veya Filistinliler arasındaki uzlaşı meselesinde bölgesel arabulucu rolünü sürdürdüğünü düzenlediği toplantılarla gösteriyor. Ocak ayında İsrail ile Filistinliler arasındaki barış sürecinin yeniden başlaması konusunun ele alındığı Kahire görüşmelerinde Ürdün, Almanya ve Fransa dışişleri bakanları Mısır'ın ev sahipliğinde bir araya geldi. Şubat ayında ise, Arap ülkeleri dışişleri bakanları bu konuyu yine Kahire'de görüştü. Mısır'ın Filistin konusundaki bu görüşme trafiğini Eylül ayında İstanbul'da gerçekleşen El Fetih-Hamas toplantısının tetiklediği düşünülüyor. Mısır ile Türkiye arasındaki soğuk rüzgarlar devam ederken, Mısır Ankara'yı bu görüşmelere dahil etmiyor. Körfez ülkeleri ve Mısır ile ilişkilerini normalleştirme yolunda adım atan Katar'ın da bu konularda Kahire'ye destek vermesi bekleniyor. Türkiye'nin rolü ise İsrail ile ilişkilerinde normalleşme sağlanmadığı için ancak Filistin uzlaşısı ile sınırlı kalabiliyor.

Trump fırtınasının ardından, tüm müttefikleri ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini daha dengeli bir çerçeveye oturtmak isteyen Biden, Filistin Yönetimi ile de ilişkilerini iyileştirmek, güvenilirliğini arttırmak ve geleneksel arabulucu rolünü üstlenmek istiyor. Filistin Yönetimi de Biden ile yeni bir sayfa açmak için çabalarken, BM, AB, ABD ve Rusya'nın oluşturduğu Orta Doğu Dörtlüsünün uluslararası bir konferans düzenlemesini talep ediyor. Ancak aynı zamanda Çin'in desteğini de sağlamaya çalışıyor. İsrail-Filistin sorununa Trump'tan daha tarafsız yaklaşmaya çalışan Biden'ın iki devletli çözümü desteklemesi ise ne yeni bir barış sürecini ne de bir çözümü garanti ediyor.

Karel Valansi, T24, 12 Şubat 2021 https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/biden-in-filistin-basligi-ii,29843

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri