Ana içeriğe atla

Aile her zaman en güvenli yer midir? Demet Cengiz ile röportaj

Ilgisiz bir anne-babaya sahip bir erkek çocuk ve nasılsa ölür diye adı bile konulmayan bir kız bebek. Deniz ile James'in hikayesine tanık oluyoruz gazeteci/yazar Demet Cengiz'in yeni kitabının sayfalarında. Çektikleri acılar kadar masumiyetlerinden de etkileniyoruz okurken. Bir de arka fonda büyüyen, kalabalıklaşan İstanbul ve ülkenin yakın tarihine tanık oluyoruz. İlginç ve derinlikli karakterlerle dolu 'Adımı Deniz Koydular' yaz aylarında kitapseverlerin beğenisine sunuldu. Biz de yazarı Demet Cengiz ile kitabını Şalom okurları için konuştuk.

‘Adımı Deniz Koydular’ romanını yazma fikri nereden doğdu? Deniz şimdi nerede, ne yapıyor? 

Bu romanın öyküsünü yıllarca kalbimde taşıdım. Romanın ana kahramanı Deniz ile tesadüfen tanıştım. Onun hikayesi beni çok sarsmıştı. Daha fazla içimde tutamadım. Öncelikle bu gerçek bir hikayeden esinlenerek yazdığım kurgu bir roman… Deniz’in hayatının birebir anlatımı değil. İnsanlar kimsenin trajedisine uzun uzun bakmak istemez; bulaşıcı olmasından korkarlar. Bizim bakmaya, okumaya, yazmaya dayanamadıklarımız birilerinin gerçek hayatı. Onların çektikleri acıları anlayabilmemize imkan yok. Sadece bir fikrimiz olsun diye yazdım. Deniz, kendi ayakları üstünde; sapasağlam.

Kitabı eline alanları nasıl bir hikaye bekliyor?

Okuru gerçekçi ve sarsıcı iki hikaye bekliyor. Biri Türkiye’den (Deniz Yıldız), diğeri İngiltere’den (James Rowe) iki hırpalanmış çocuğun doğdukları andan yetişkin birer birey olana kadarki hayatlarını anlatıyor. Yoksulluk içinde sevgisiz evlerde doğmuş, fiziksel ve psikolojik şiddet görmüş, kendini büyütmek zorunda kalmış iki çocuk…

Ekonomik şiddet, erkek şiddeti, aile içi istismar ülkemizde pek konuşulmayan, genelde üstü örtülmeye çalışılan konular. Bu kitabı yazmak sizin için neden önemliydi?

İnsanlar günah işlerken perdelerini kapatır. Evin içi mahremdir. Aile her zaman en güvenli yer midir? Bir çocuğu bazen onu en çok sevmesi ve koruması gerekenler incitir. En zoru bir çocuğu ailesine karşı korumaktır. Evlerin içinde neler olup bittiğini bilmiyoruz. Kadınlar en çok birinci derece yakını erkekler tarafından şiddete maruz kalıyor. Hatta en çok onlar tarafından öldürülüyor. Mağdurlar -gerek şiddete gerek cinsel istismara uğrayanlar- hem bir haksızlık yaşıyor hem de bunun utancını taşıyor. Mağdurlar çoğu zaman yaşadıklarını anlatmaya çekiniyor. Öyle bir utanç! Zalimlerin en büyük kalkanı da bu oluyor: Mağdurun utanması ve hakkını aramaması. Açıkçası toplum da mağdurdan yana tavır almıyor. Toplum mağduru bir kez bir kez daha cezalandırıyor.

Toplum mağduru yeniden ve yeniden cezalandırıyor. Oysa açılan yaralar tüm aileyi ve bir sonraki nesli dahi derinden etkiliyor. Bu cezalandırma nasıl oluyor?

Tecavüze uğrayan bir kadını toplum dışlıyor, kusuru onda arıyor. Tecavüzcünün hayatında pek bir olumsuzluk olmuyor. Bu öylesine güçlü bir sözlü anlaşma ki mağduru sessizliğe gömülmeye zorluyor. Şiddet gören kadın mutlaka buna neden olan geçerli bir hata yapmıştır! Taciz edilen kadın mutlaka buna neden olan kışkırtıcı bir davranışta bulunmuştur! Dişi köpek kuyruk sallamıştır! Kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksindir! Böyle korkunç atasözlerimiz var bizim. Takım elbise giymek, kravat takmak ‘iyi hal indimi’ getirmiştir. Tahrik indirimleri ise cabası… Şiddetin her türlüsü kapanmaz yaralar açıyor. Sevgisiz ortamlarda büyümüş çocuklar duygusal yoksunluklarını gidermek için ömrünün geri kalanını sevgi ve ilgi dilenerek geçiriyor. Bundan onların çocukları da etkileniyor. Kadınları tecavüzcüleriyle evlendirmeyi dâhiyane bir fikir gibi öne atanlar oldu. Böyle bir kadının hayatına dair ne bilebilirsiniz? Tecavüzcüsüyle evlendirilmiş bir kadının çocuğu olmak nasıl bir şeydir, bir fikriniz var mı? Yuvayı dişi kuş kurarmış! Palavra! Ayrıca yaralı kuşlar yuva muva kuramazlar.

Şiddet kadar ilgisizlik ve terk edilmişlik de bir çocuğa yapılabilecek en kötü şey. Bu iki acı da kitabınızda mevcut. Neden James’i de anlatmak istediniz? Neden İngiltere?

Deniz gibi James de gerçek bir karakter ve onun hikayesi de bire bir gerçek değil, gerçek bir hikayeden esinlenme. Öncelikle sevgisiz, şiddet dolu aile ortamları sadece doğuda yok, batıda da var. Kendini farklı biçimlerde gösterebiliyor ama tüm dünyadaki en büyük problem bana göre çocukların hırpalanması. Çocukları sevgisizlik, ilgisizlik, ihmalkarlık ile de hırpalayabilirsiniz. Bir yerde çocuklar dövülüyor, başka bir yerde çocuklara bağırılıyor. Bir yerde çocuklar çalışmak zorunda, başka bir yerde çocuklar ilgisizlikle mahvediliyor. İster aile içi şiddet olsun, ister çocuk işçilik, ister ihmalkarlık, ister taciz, ister istismar hepsi çocukları yaralıyor.

Üç kitaplık bir proje olduğunu biliyorum. Diğer iki kitap ‘Adımı Deniz Koydular’ ile nasıl bağlantılı olacak?

Bu roman Deniz Yıldız ve James Rowe’un hikayelerini anlattı. Devamında bu romanın içinde yer alan iki kişinin hikayesi olacak. Sonra bir başka hikaye… Üçleme Deniz, Nehir ve Göl olarak tamamlanacak. Bu üçlemenin ana teması ‘aile içi sevgisizlik’.

Roman yayımlandıktan sonra okurlardan gelen en ilginç tepki ne oldu?

Bu sanırım üretilip insanlara sunulmuş her eser için geçerli. Yazar, yazıp okura teslim ettikten sonra o artık okurun kitabı oluyor. Bir tablo da öyle… Bir şarkı da… İnsanların çıkardıkları anlamlar, yorumlar çok farkı olabiliyor. Herkes kendi gözüyle, kendi süzgeciyle bambaşka değerlendirmelerde bulunuyor. ‘Adımı Deniz Koydular’ı okuyan pek çok kişi bana kendi çocukluk yaralarını anlattı. Ben bu romanı anneli öksüzler, babalı yetimler için yazmış dünyadaki bütün hırpalanmış çocuklara adamıştım. Meğer ne çok hırpalanmış çocuk varmış. Kapalı perdelerin ardında yaşadıkları zulmü utanarak kendine saklayan ne çok incinmiş insan… Bu beni çok üzdü. Düşündüğümden daha fazla sayıda hırpalanmış çocuk olması gerçekten canımı çok yaktı.

Karel Valansi, Şalom Gazetesi 3 Kasım 2021 https://www.salom.com.tr/haber-120208-aile_her_zaman_en_guvenli_yer_midir.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmayacağız

Unutmayacağız... Bu sözü ne kadar da çok tekrarlıyoruz. Oysa çok değil birkaç yıl sonra her şey gibi o unutulmaz denen şey de unutuluyor. Zamanın akışına bırakılıyor. Bir tek anne-babalar, eşler, çocuklar hatırlıyor, acısını en derinde hissediyor. Bir tek onlar için o yangın devam ediyor. Ateş bir tek düştüğü yeri yakıyor. Bu söz bir kere de hatalı çıksın istiyorum, olmuyor, çıkmıyor. Bu sene 15 Kasım’da bir yazı aradı gözlerim. Ama kuru kuru bir haber değildi istediğim, bulamadım. Fark ettim ki  bu konuyla ilgili sosyal medyada paylaşabileceğim yazılar ya daha önce kendi yazdıklarım, ya Şalom Gazetesi’nde çıkanlar, ya da geçen sene ben dahil dört kişiyle röportaj yapan Agos’un söyleşisiydi. Bu kadar. Aradan geçen 13 sene, 15 ve 20 Kasım saldırılarının vahşetini, korkunçluğunu, kayıplarını unutturmuş olmalı.  Çok daha önemli görülen konular olmalı ki, El Kaide terör örgütünün İstanbul’un göbeğine gerçekleştirdiği bu saldırılar konuşulmadan, kurbanları anılmadan geçilebiliyor. Ya

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri