ışmada az sayıda katılımcı ile derinlemesine görüşmeler yapıldı. Bu çalışmanın bulgularından bir genelleme yapılamayacağını özellikle vurgulayan Tanyaş, öte yandan her birinin deneyiminin önemli olduğunu ve yaşananlara dair değerli bilgiler sunduğunu belirtiyor.
Gençler hangi davranış ve sözleri dışlanma, ayrımcılık olarak algılıyor?
Yahudi ve Hıristiyan gençler yerelliklerini ve aidiyetlerini sorgulayan onlarca duruma maruz kalıyor; bunların ayrımcı ve dışlayıcı olduğunun farkındalar. Örneğin, Yahudi gençlerin Türk kimliğiyle özdeşimleri güçlü. Bunun sorg
ulanmasından çok büyük rahatsızlık duyuyorlar. ‘Türk’lüğünü ispat etmek zorunda bırakılmak yeterince dışlayıcı bir deneyim onlar için. Bir de kimseyi ikna edebildiklerini düşünmüyorlar; soru, dönüp dolaşıp “Türk Yahudi olur mu Türkler Müslüman değil mi”ye geliyor. Ayrıca yine Yahudi katılımcılar, İsrail vatandaşı varsayılmalarından (görüştüğüm gençlerin hiçbirinin İsrail vatandaşlığı mevcut değildi), İsrail Devletinin politikalarından sorumlu tutulup çeşitli olumsuz tavır, yorum ve hatta tehditlere maruz kalmaktan yorgun. Hıristiyan gençler (tamamı Ermeni) toplumun asli unsuru olarak kabul edilmeyişleri ve aidiyetlerinin sürekli sorgulanıyor olmasından rahatsız. Mevcudiyetleri Türklük üzerinden değil daha direkt ve saldırgan sorgulanıyor. Ayrıca her iki grup da fiziksel saldırıya çok açık olduklarını hissediyor. Özellikle okul ve ibadethanelerde kendilerinin ya da yakınlarının sürekli tehdit altında olduğunu hissediyorlar. Alevi gençlerin anlatılarına bakıldığında ise, üzerlerinde Sünni pratikleri benimsemeleri konusunda yoğun bir baskı olduğu ve inançlarının meşruluğunun sürekli sorgulanmasından rahatsızlık duyduklarını görüyoruz. Özellikle dindar Alevi gençler, Allah’a inanmadıkları iddia edildiğinde ve ibadetlerinin halk oyunlarına benzetilerek küçümsendiği durumlarda çok zorlanıyor. Fiziksel saldırıya daha az açık hissetmekle birlikte çok sık ve çok açık hakaret kabul edilebilecek ifadelere maruz kalıyorlar.
Gündelik örneklere gelirsek, bu gençlerin Türkçe bilgilerinin sınanmasından, Holokost üzerine yapılan ‘şakalara’, resmi toplantılar dahil Türkiye üzerine konuşuluyorsa mutlaka konuşma haklarının kısıtlanmasına, özellikle Hıristiyan gençlerin cehenneme gideceklerinin iddia edilmesine (oysa Hıristiyan çoğunluklu ülkelerde Müslüman gençlerin sıklıkla maruz kaldıkları bir sataşmadır bu), bulundukları gençlik kulüplerinde fiziksel tehditlere, okullarının duvarlarına yazılan çirkin yazılara, kimlikleri öğrenilince arkadaş gruplarından dışlanmalarına, rahatsız oldukları konularda ısrarlı sorulara, aşure dağıtan çocukların kapılardan geri çevrilmesine kadar birçok olaya rastlıyoruz.
Büyüklerin koruma güdüsüyle gençlere taşıdığı endişe ve öğrettiği savunma mekanizmaları yeterli geliyor mu?
Büyükler çocuklara/gençlere ya da yeni nesillere endişe, korku ve korunmayı bazen çok açık ve bilinçli şekilde aktarır. Ama çoğunlukla bu aktarım büyük oranda örtük olarak gerçekleşir. Zaten anlatılarda ayrımcılıkla ilgili büyüklerden gelen konuşma taleplerinin çocuklardan/gençlerden gelen taleplerden daha kısıtlı olduğunu görüyoruz. Çocuklar çok küçük yaştan itibaren -özellikle annenin- zihnindeki konuşulmamış endişe ve korkuyu okumayı çok çabuk öğrenirler. Bu ister kimlik ve dışlanma ile ilgili olsun ister başka bir husus olsun.
Sizin kafanız endişeyle doluyken, sokakta eşinize ve çocuklarınıza kendi isimleri ile hitap etmiyorken, “Sokakta bana ‘mama’ diye hitap etme, takside Türkçe’den başka bir dil konuşma” diye daha beş yaşındayken tembihlenmişseniz, ilkokula başlamış bir çocuk neden olduğunu anlamasa da Yahudi, Hıristiyan ya da Alevi olduğunu kesinlikle söylememesi gerektiğini biliyor. Yazın ‘herkesin’ çocuğu ile birlikte Kuran kurslarına yollanmıyorsa ya da ergenliğe girdiğinde haç takmakla ilgili evde bitmeyen tartışmalar çıkıyorsa başka bir öğrenme sürecine çok da gerek kalmıyor aslında.
Farklı nesillerin üyelerini samimiyetle anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Bir tarafta yaşanmışlıklardan süzülmüş bir bilme hali var, diğer taraftan artık başka türlü olmak isteyen yeni bir nesil. Başka türlüden kastettiğim şu: Hepsi olmasa da gençler artık kimliklerini açık yaşamak istiyor. Bu hususta araştırmadaki en istekli grup Alevi gençlerdi; onları Yahudi gençler takip ediyor. En temkinli grup ise Hıristiyanlar. Ancak buradan bir genelleme yapmak doğru olmaz. Koluna haç dövmesi yaptırmış bir gencin görünür olma talebinin de, cemaat ismini nüfus kağıdına yazdırmak istemeyen gencin talebinin de haklı ve saygı duyulması gereken bir talep olduğunun altını çizmek isterim. Buradaki sıralama, bu gruplardan çok, çoğunluğun bu gruplara ne kadar yer açmaya gönüllü olduğuna dair bir fikir verir.
Gençler dışlanmayla nasıl başa çıkmaya çalışıyorlar?
Öncelikle çalışmalarımda en çok önemsediğim ve açıklamaya çalıştığım husus bu çocukların/gençlerin kendilerine özgü bir sosyalizasyon süreçleri olduğu. Bugün artık gelişim psikologları da ayrımcılık ve dışlanmayı kavramsallaştıramayan bir gelişimsel psikolojinin bir yönüyle hep eksik kalacağının altını çiziyor. Anlatılarda gördüğüm, bu gençlerin, ‘çoğunluk’ üyeleriyle herhangi bir karşılaşmada, daha konuşmanın açılışından, ötekinin, onların kimliklerine, inançlarına, geleneklerine samimi bir merak mı gösterdiğini yoksa gelmekte olan incitici bir yorumun, küçümsemenin ya da açık bir saldırının öncülü mü olduğunu anlamaları. Bunu tonlamadan, seçilen sözcüklerden anlayabiliyorlar ya da onların deyimiyle ‘hissediyorlar’. “Nasıl hissediyorsun?” diyorum. “Bilmiyorum, ama hissediyorum ve ben hislerime hep güvenmişimdir,” diyorlar. Gelmekte olana göre konuşmayı açmayı ya da kapamayı tercih ediyorlar. Aslında başa çıkmaya çalışmaları da bu ikisi arasında biraz sıkışıyor. Genellikle susmaları tembihleniyor ama bir katılımcının dediği gibi “susmak mı olgunluk, cevap vermek mi?” emin değiller. İşler iyice sarpa saracak, karşı taraf bundan hiçbir şey anlamayacak diye kani oldularsa susuyorlar. Yoksa maruz kaldıkları söyleme ya da sataşmaya karşı argümanları var ve tartışmaya girmeyi tercih edebiliyorlar. Görüşmelerin hiçbirinde, “Bu yaptığın açıkça ırkçılık benimle böyle konuşamazsın” gibi bir tepki yoktu. Bu durumun, güç ilişkilerinin kendilerinin aleyhinde olmasından ve görece deneyimsiz olmalarından kaynaklandığını düşünüyorum.
Tepki vermek mi vermemek mi çözüm?
Bu duruma göre değişiyor. Eğer karşı taraf sizi dinlemeye açık ise evet tepki vermek bir çözüm. Bu tepkiye başkaları da destek veriyorsa bu daha da iyi bir çözüm. Örneğin ben size incitici bir şey söyledim, siz de bana cevap verdiniz. Benim bu cevap üzerine düşünmeye niyetim var mı? Benim grubumdan olup beni eleştiren var mı? Tepki verildiği, açıklama yapıldığı, karşı çıkıldığı hatta herkesin birden karşı çıktığı durumlar illa çözüm olmuyor. Aksine tartışma büyüyor. Öyle ki gençlerin ağlayarak ortamdan uzaklaştığı durumlar oluyor. Ya da mesela, inançlarıyla ilgili bir tartışmaya girip bazı şeyler söylediklerinde, özellikle küçük yaşlarda, yanlış bir şey mi söyledim diye endişelenip üzülebiliyorlar. Bu tartışmalar sadece akranları ile olmuyor; yetişkinler de bu gençleri hedef alabiliyor. Tepki vermemek de bazen çözüm olabiliyor. Çünkü karşı taraf sözel ya da fiziksel olarak çok ileri gidebilecek olabiliyor. Ama vermedikleri durumda mutsuz oluyorlar. Kafalarında konuşmalar tekrar tekrar dönüyor. ‘Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil’ bir durum.
Çoğunluk üyesi gibi görünme, isim değiştirme, asimilasyon bir çözüm yolu olarak tercih ediliyor mu? Yoksa daha çok sıkıntı yaşadıkları bu kimliklerine mi sarılıyorlar?
Bireysel koşullara/durumlara göre değişiyor diyebiliriz. Genel eğilim çoğunluk gibi görünmek istememek, kimliklerini açık açık yaşamak. ‘Sarılmak’ onların kullanacakları bir ifade mi emin değilim. Bir şeye sarılmak istemiyorlar. İnançları bu, bu inanca doğmuş olmaktan memnunlar - yine doğsalar yine bu inanca doğmak istiyorlar - ve bu kimlikle var olmanın hakları olduğunu biliyorlar. Ama elbette, ne kadar güvende hissettikleri, bu kimlikleri ne kadar yüksek sesle ifade ettiklerini etkiliyor. “Madem sokakta bana kendi ismimle hitap etmeyecektin koymasaydın bu ismi” diyen gençler de var. “Haç mı taktırmıyorsun bana? Ben de gider dövme yaptırır” diyen de var. “Resmi (Türk) ismimi değiştirmeyeceğim, üniversitede ne yaşayacağımı bilmiyorum” diyen gençler de var. Alevi gençler diğer gruplara göre isimleri ve dilleri ile çoğunluktan ayırt edilemeseler de inançları sorgulanmaya başlandığında çoğunlukla Alevi oldukları bilindiği için, çoğunluk gibi görünmenin bir anlamı kalmıyor. Anne babalarının Alevi kimliklerini saklamaları konusunda da çok eleştireller. Bu durum gençler için de zor, anne babalar için de.
Yahudi katılımcıların diğerleriyle ortak ve ayrışan yönleri hangileri?
Hıristiyan katılımcılarla ortak yönleri kendilerini şiddete ve saldırıya açık hissetmeleri; sık sık buraya ait değilsiniz mesajı almaları. Yahudi gençler okulda ve ibadethanelerde alınan güvenlik önlemleri olmasa varlıklarını bu toplumda sürdüremeyeceklerini düşünüyorlar maalesef. Yine benzer şekilde asli ve yerel bir unsur oldukları toplumda sürekli olarak ‘yabancıymış’ gibi davranılmaktan rahatsızlar. Ayrışan yönleri ise ilginç. Örneğin, Hıristiyan gençler çok sık ‘gavur’ olmakla, Alevi gençler ‘kafir’ olmakla “suçlanıyorlar”. Bu tür ifadeler Yahudi gençlerin anlatılarında hiç yok. Bu daha çok sosyolojinin ve antropolojinin konusu olabilir. Bir diğer husus, evlilik hususu. Grup içinde evlenilmesi gerektiği konusunda tüm gruplar az çok aynı fikirde ancak yine de bazı Hıristiyan ve Alevi gençlerin diğer gruplardan sevgilileri olmuş ya da olasılık dâhilinde. Yahudi gençler ise bu konuda çok net. Eşlerinin mutlaka Yahudi olması gerektiğini düşünüyorlar. Bir diğer husus ise yurt dışına çıkmak. Yahudi gençler maalesef kendilerine bu ülkede bir gelecek görmüyor. Uzun vadede yurt dışında yaşamayı düşünüyorlar. İsrail’in ilk alternatif olmadığını da belirteyim. Yüzleri Batı’ya dönük. İstedikleri olmazsa İsrail’in bir alternatif olabileceğini biliyorlar tabii.
Psikoloji bir disiplin olarak bu olguları anlama ve açıklamada yeterli cevapları verebiliyor mu?
Psikoloji, ayrımcılığı bir tür stres faktörü olarak ele alıyor ve baş etme anlayışı içinde değerlendiriyor. Bu da çok kısıtlı kalıyor. Ben olumsuz bir duruma maruz kalıyorum; bakıyorum benim için risk yaratıyor mu? Yaratıyor. Sonra kaynaklarıma bakıyorum, bu riskli durumla baş edebilir miyim? Edebilirim ya da edemem. Bu çok bireyci bir anlayış. Yükü de mağdura yüklüyor. Bazı gençler sessiz kalmayı tercih eder bazı gençler cevap verir. Bu birinin tavrını diğerinden daha iyi, tercih edilir ya da makbul olduğu anlamına gelmez. Ayrımcılık sosyo-politik ve tarihsel bir olgu. Bu bağlamda psikolojinin yanlış yere farlarını yaktığını düşünüyorum. Son yayınımda başka disiplinlerle de beslenerek önerdiğim modelde, psikolojinin odaklanması gereken nokta ‘dışarısının’ nasıl ‘içeriye’ alındığı hususu. Burada keskin sınırlar olduğunu da düşünmüyorum. Ama beni, sizi, diğerlerini öncüleyen, tüm güç ilişkilerini hangi mekanizmalar üzerinden içselleştiriyoruz? Nasıl oluyor da ilkokuldaki bir çocuk bile kimin incitilmesinin meşru olduğunu, kimin kime git diyebileceğini biliyor? Ayrıca bu statik bir durumda da değil. Nasıl dün özdeşleştiğimizden bugün çekilebiliyoruz? Biri size herhangi bir kimliğiniz üzerinden incitici bir söz söylediğinde, bu sözü mümkün kılan, o sözü sizin değil onun ağzına veren bir güç hiyerarşisi var. Ve psikolojinin asıl sorusu bu hiyerarşinin nasıl bireysel öznelliğin temelinde yer alabildiği. Elbette bu sadece psikolojiyi ilgilendiren bir soru değil ancak ne psikoloji, ne de diğer sosyal bilimler hala sosyal olanla psikolojik olanın sağlam dikişler tuttuğu noktalarda aynı sağlamlıkta teoriler geliştiremediğini düşünüyorum. Bu davetiniz için size çok teşekkür ederim. Bu vesile ile çalışmaya katılan genç arkadaşlara buradan teşekkürlerimi tekrardan sunmak isterim.
Karel Valansi, Şalom Gazetesi 15 Aralık 2021 https://www.salom.com.tr/haber-120647-turkiyeacutenin_hiristiyan_yahudi_ve_alevi_gencleri_ayrimcilikla_nasil_basa_cikiyor.html
Yorumlar